Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

4 Ağustos 2009 Salı

TRİLYE'YE YELKEN

O YATAĞI NE KADAR ÇOK ÖZLEMİŞİM

14 Haziran 2008, Adana

Aslında o yatakta daha önce hiç yatmadım. Başüstündeki kamaranın daha önce kapısından şöyle bir bakabilmiştim. Kendi tuvaleti bile vardı. Yatak da hani şöyle genişinden, sanki evdeki yatak odasındaki yatak gibi gözükeninden insanın gözüne. Bu kamaraya girişimiz, çantalarımızı o kamaraya yerleştirişimiz ve hatta gece orada yatışımız da nasip olacakmış, çok şükür.
İyi ki var bu Cengiz hocamız. Geçenlerde bir mesaj yollamıştı zaten. Mayıs ortası civarında bir kurumsal etkinlik kapsamında Dragos Marina Group’un iki teknesinden birinin (Beneteau Cyclades 39.3) gönüllü skipper’i olarak Trilye turuna katıldığını bildiriyordu bu mesajında. Çok keyif aldıklarını yazıyor, Trilye’nin değeri bilinmemiş güzelliklerimizden biri olduğundan bahsediyordu. Adana nire, Trilye nire? İyi, tamam, güzel de bize ne hayrı var demiştim, mesajı okurken. Ama Cengiz hocamı bilememişim. Ama nereden bileyim, o zaten öndeki teknede, Cumhur hocanın öğrencisiydi geçen sene Santorini’ye kadar giderken. O güleryüzünü hatırlıyorum tabii, bir de bu işe ne kadar gönül verdiğini. Meğersem, bize de bir iyilik planlamaktaymış o sıralar, Trilye sokaklarını dolaşırken. Önce bu küçük mesajlarla merakımızı uyandırdı, sonrasında organizasyonunu yavaş yavaş gerçekleştirdi.
Bir gün bir baktık, mailboxımızda bir mesaj. Serdar’a hitaben yazılmış. Diyor ki: “Sevgili Serdar, yorgun ve tuzlu denizciler için, hedefte kendilerini bekleyen rakı-balık’tan daha büyük bir motivasyon var mıdır? Haziran ayı programı belli olunca bildireceğim. Büyük olasılıkla Haziran’ın son haftası tekrar Trilye olabilir. Hatta Pazartesi’yi de hafta sonuna ekleyebilirsek süper olur. Hele bir de katılım çok olur kaptansız bir tekne daha ayarlayabilirsek daha da süper olur.”

Yine heyecanlandık yavaşta yavaştan, içimiz kıpır kıpır olmaya başladı. Keşke İstanbul’da olabilsek de böyle bir program, hani olur ya gerçekleşirse biz de katılabilsek.
Ve, 10 haziran’da asıl mesaj geliyor: “Arkadaşlar, Haziran sonunda tekne ile TRİLYE’ye gideceğiz.”
E, kurt düştü bir kere içimize, denize çıkmasak, yelken açmasak, tekneyi şöyle bir yatıra yatıra gitmesek olmaz. Ben dünden hazırım, “geliyorum” diye mesaj yolluyorum. Esma’nınki henüz belli değil. Cengiz’den sürekli mesaj yağıyor, sorularıma cevap veriyor, önerilerde bulunuyor, Trilye ile ilgili bulabildiği ne varsa gönderiyor. Üç günlük bir yelken macerasının bile beni heyecanlandırabileceğini görüyorum bu süreçte.

Esma’nın da o tarihlerde İstanbul’da eğitimi kesinleşiyor. Pazar günü geri dönmek kaydıyla katılabilecek bize.

27 Haziran Cuma akşamı misafirim olan annem ve babamı İstanbul otobüsüne, köpeğimiz Çılgın’ı da veterinere bıraktıktan sonra akşam bavulumu hazırlıyorum. Havanın güzel olacağını biliyorum. Su geçirmez pantolon ve montumu almıyorum. Hafif bir yağmurluk ve polar ise ne olur ne olmaz bavula giriyor. Güzel ve keyifli bir uyku sonrasında ertesi sabah taksi ile havaalanındayım, 1 saat 10 dakikalık bir uçuş sonrasında Sabiha Gökçen’e iniyorum. Kardeşim karşılıyor beni, sağolsun. Neredeyse 1 saat 10 dakikalık bir yolculuk sonrasında da Fenerbahçe’ye geliyoruz. Adana daha mı yakın nedir?

Esma benden önce teknede. Yolu bana tarif ediyor telefonda. Fenerbahçe Marina’da tekneyi buluyor ve Esma ile hasret gideriyoruz. Beş gündür İstanbul’da eğitimde. Sonra Cengiz hocamla hasret gideriyor, eşi Ayşen ve oğlu Mert ile tanışıyoruz. Ümit hocam da orada. Sonra Banu geliyor yavaştan. Hepimiz teknedeyiz. Nihayet bir kez daha yelken yapabilecek, denizi koklayabileceğiz.

Tekne Beneteau Cyclades 39.3 ( 2008 model-çift WC). Adı Kechi. Cengiz hocam, ailece motelde konaklayacaklarını söylüyor. Banu ve Ümit’e kıç kamaralarını bize de iki kişi olduğumuz için baş üstü kamarasını verdiğini söylüyor. Sağ olsun. Bak, çok çalıştım, sabrettim, baş üstü kamarasını kazandım. Süratle eşyalarımızı yerleştiriyor, üstümüze hafif bir şeyler giydikten (!) sonra eldivenler elde, şapka başımızda yola çıkmaya hazır olduğumuzu beyan ediyoruz.



Resim-1. İlk hazırlıklar



Karada kalanlara hoşça kal deyip kıç halatlarını bırakıyoruz. Tekne’yi Banu çıkaracak oradan. İnşallah. Hep ona denk geliyor zaten. Dar bir alanda tekneyi 180 derece geri döndürüp oradan çıkarıyor biz Banu, Cengiz’in de yardımı ile. Saat 12.30 gibi.




Resim-2. Fenerbahçe Marina

Cengiz, önce Kalamış’a gidip demir atma çalışması yapmamız gerektiğini söylüyor bize. Ekip bu konuda oldukça başarılı, hiç sorunsuz demir atma ve alma çalışmamız hallediliyor ve yola koyuluyoruz.



Resim-3. Fenerbahçe Marina'dan çıkış

Gözler GPS’te. Önümüzdeki iki adanın arasından geçen rota doğrudan Bozburun’a gidiyor. Bu iki adanın iskelede kalanı Hayırsız ada, sancakta kalanı Sivriada. Önümüzde yelkenliler var, gemiler var. Yanımızdan geçen İstanbul Sailing Academy’nin teknesinden uzak duruyoruz. Ne olur, ne olmaz, karaya oturuyor onlar, üstümüze falan çıkarlar.

Resim-4. Kalamış koyu

Fenerbahçe ardımızda, önümüzde adalar, rotamız Bozburun, İstanbul’a el sallıyoruz. Hemen ana yelkeni açıyoruz. Ama rüzgar pek yok, motor-yelken gidiyoruz.


Resim-5. Kalamış koyunu ardımızda bırakırken

Yelken maceramıza yeni katılan, ekibin yeni üyeleri Ayşen ve Mert, şu an için mutlular. Cengiz zaten deniz aşığı bir adam. Yüzünde sürekli gülücükler.



Resim-6. İşte yine denizlerdeyiz.

Ümit hocam, Banu keyifli, Esma ile ben denizi kokluyoruz.



Resim-7. Karım olur.
Kısa bir süre sonra dümene ekibin en genç üyesi geçiyor.



Resim-8. Cengiz hocamız

Ümit hocamla birlikte gözlüklerimiz ve şapkalarımız, işin ciddiyetine vakıf, gözlerimiz yolda, pardon benimki fotoğraf makinesinde.




Resim-9. Ümit dümende

Sonra bir anda yunuslar eşlik etmeye başlıyor bize. Ya da, yok, Cumhur hocanın da söylediği gibi, biz onlara eşlik ediyoruz bir süre, sonra yeniden dönüyoruz rotamıza.



Resim-10. Yunuslar pruvamızda

Rüzgar hala yok, motor yelken adaların arasında geçip Bozburun’a dümen tutuyoruz.

Resim-11. Ümit, yunusları pozlamaya çalışıyor.

Önümüzde, uzakta görünen bir burun var, o olsa gerek Bozburun. Ama GPS’ten bakınca o görünen burunun çok daha doğusuna yönlenmemiz gerek. GPS’i dinliyoruz.
Nihayet bana da geliyor dümen tutma sırası. Otopilottan çıkarıp kontrolü elime alıyorum. Sonrasında, bir süre sonrasında otopilot kolaylığından yararlanmaya karar veriyorum, çünkü rüzgar yok. Ayşen mutlu.




Resim-12. Nihayet dümendeyim.

Benden sonra sıra Esma’da. Serdümen, yakınım olur, fotoğraf çektirmek lazım.





Resim-13. Serdümen, karım olur.

Cengiz, dümeni tamamen bize bırakmış. Mert, heyecanlı olmadığı için sıkıldı, dümen tutmayı tercih etmiyor. Ayşen, sıkılmadı ama zaten dümen tutmak istemiyor. Ümit, Banu ve ben dümen nöbetini (!) alıyoruz.

Resim-14. Keyif anı
“Biz, tam pansiyon anlaşmıştık” deyince, Cengiz hocam hemen Dardanel sandviçleri çıkarıyor. Sandiviçler bu kadar mı lezzetli olurmuş. Ayranla birlikte sandviçler tüketiliyor süratle. Ardında çıkan meyveler de muhteşem.
3 saat kadar sonra Bozburun’u dönüyoruz. GPS’teki rotayı izlediğimizde Bozburun’dan çok berideki bir alana karaya doğru gitmemiz gerektiğinden aradaki farkın neden kaynaklandığını çözemiyoruz ama, Bozburun’u da bulmayı başarıyoruz.
Gemlik körfezini güneye doğru geçerken iskelemizde Mudanya’yı ayrımsıyoruz. Önümüzde kalan iki üç yerleşim bölgesinden hangisi Trilye, ayrımsayamadığımızdan ikisinin ortasına doğru gidiyoruz. Burada biraz rüzgar var.



Resim-15. Trilye limanının girişi

Akşam altı gibi Trilye limanına giriyor ve kısa sürede kıçtan kara bağlanıyoruz.





Resim-16. Trilye limanına kıçtan kara bağlandık

Su ihtiyacımız yok ama fiş-priz uyumsuzluğu nedeniyle elektrik de alamıyoruz. Karaya çıkıp, bize Trilye’yi gezdirecek olan, yerel, gönüllü rehber Hasan’la buluşuyoruz.
Rıhtıma çıktığımızda bizi restore edilmiş çok hoş iki, üç katlı evler, moteller karşılıyor. Bunlardan birisinde, Çınar Motel’de akşam yemek yiyeceğimizi öğreniyoruz.



Sonrasında veriyoruz kendimizi Trilye sokaklarına.




Resim-19. Trilye'nin fethi


Resim-20. Tarihi kilise - cami

Bir sürü eski kilise kalıntısı, 1980’lere kadar hizmet etmiş olan Taş mektebi, etkileyici Trilye evlerini gezdikten sonra Çamlıkahve’ye doğru tırmanıyoruz yine muhteşem Trilye fotoğrafları çekerek.




Resim-21. Çamlıkahve yokuşunda



Resim-22. Çamlıkahve yokuşundan Trilye sahili




Resim-23. Trilye manzaralarından



Resim-24. Antik binalar




Resim-25. Cengiz ve ben, mutluyuz.


Resim-26. Gemlik körfezinin karşı kıyıları


Çamlıkahve’de bazılarımız kahve ya da çaylarını içerken, Cengiz ve ben birer birayı yudumluyoruz keyifle.




Resim-27. Çamlıkahve.

Sonra tekrar Trilye’ye inip gezimize devam ediyoruz.



Resim-28. Trilye sokakları
Cumbalı evlere bakıyoruz.



Resim-29. Trilye evleri



Bazen de evlerden bize bakıyorlar.




Resim-30. O da bize bakıyor işte.

Hava kararmadan teknemize dönüyoruz, akşam yemeğine hazırlanmak için.



Resim-31. Teknemiz

Dokuz buçuk gibi Çınar Motel’in restoranındayız (http://www.cinarmoteltrilye.com/). Yerimiz ayrılmış, Cengiz hocam her şeyi ayarlamış. Rakılarımızı ve mezelerimizi söyleyip Cengiz hocamları bekliyoruz. E, Trilye’nin zeytini ve zeytin yağı meşhur olur da zeytinyağlıları meşhur olmaz mı. Zeytinyağlı enginar, yaprak dolma ile birlikte müjver ve börülce salatası geliyor masamıza. Ardından kalamar. Balık için bekliyoruz. Cengiz, yeşil efelerimizi siyah efeye dönüştürüveriyor. Demleniyoruz yavaştan. Balık seçimi restorana bırakılıyor. Bir tane levrek ızgarada pişirilmiş olarak geliyor masamıza. Leziz. Roka salatasının tarifini ben veriyorum, ince kıyılmış, bol domatesli, sarımsak ve nar ekşili. O da nefis. Rakı güzel, balık güzel, sohbet güzel, Cengiz’in daha önce dediği gibi “Yorgun ve tuzlu denizciler için, hedefte kendilerini bekleyen rakı-balık’tan daha büyük bir motivasyon var mıdır?” Banu’nun elleriyle yapıp getirdiği pastayı, bir gün gecikmeli de olsa yine kendisinin doğum gününü kutlamak için midelerimize indiriyoruz. Ümit hocamın deyimiyle pasta, “bir bomba”.



Resim-32. Çınar Motel'in restoranı

Gecenin bitiminde yorgun, gevşemiş, yüzlerde gülücükler ile Cengizler odalarına, biz teknemizdeki kamaralarımıza yollanıyoruz. Ümit dışarıda yatıyor, bizler kamaralarmızda.

29 Haziran Pazar
Deliksiz bir uyku ile sabaha uyandığımızda bizden başka kimseyi bulamıyoruz teknede. Kısa bir yürüyüşe çıkıyoruz Esma ile rıhtımda, sonrasında Çınar motelin restoranındaki masamıza oturuyoruz Esma ile. Geri kalanlar meğerse uzun bir yürüyüşe çıkmış, Trilye’ye şöyle tepeden bir bakıp gelmişler, bize katılıyorlar. Leziz bir kahvaltı. Zeytinler muhteşem, gerçekten çekirdeğinden kolaylıkla ayrılıyor. Yeni mahsul biraz acı, eski mahsül biraz daha tatlı ama ikisi de leziz. Kahvaltı ile sadece karnımız değil, gözlerimiz de doyuyor. Gemlik körfez gezisi için tekneye yollanıyoruz.
Limandan çıkıp Mudanya’ya doğru yol veriyoruz motora. Kıyı kıyı yavaş bir seyirle Mudanya’ya kadar uzanıyoruz. Deniz çok temiz gözükmüyor ama, Esma ile ben suya bir atıyoruz kendimizi kısa bir süreliğine. Sonra, Mudanya’ya gelmeden bir limana demirleyip Ayşen’in bir akrabası ile buluşuyoruz. Motosikletle geliyor bizi karşılamaya Ercan bey. Emekli bir astsubay, sualtı arama kurtarma ekibinden.




Resim-33. Mudanya'dan bir önceki liman

Kısa bir soluklanma sonrası o, motosikletle karadan, biz tekne ile denizden Mudanya’ya yola çıkıyoruz. Mudanya yat limanına demirliyoruz. Ercan beyin konuğu oluyoruz bir süre. Çay, ayran, bol sohbet, özlem giderme. Ardından Esma ile Banu’yu deniz otobüsüne bırakıyorum. Sonra demir alıyoruz ver elini Gemlik körfezi. Rüzgar iyi, yelken yapmaya müsait. Ancak Ayşen pek müsait değil. Rüzgara giderken tekne yattıkça Ayşen’in yüreği kalkıyor ayağa hafiften. Ama Allah var, pek de sesini çıkarmıyor kızcağız. “Yahu, ben ineyim, karadan geleyim, sizin de burnunuzdan getirmeyeyim” dedikçe Cengiz rica ediyor, sık dişini diye. Sıkıyor Ayşen de. Trilye’ye geri dönerken iyi rüzgar alıyoruz, 15-22 knot. Çok keyifli yelken yapıyoruz. En azından çoğumuz öyle. Trilye’yi de geçip bir Ceneviz limanı varmış, onu arıyoruz. Hem rüzgarı, hem Ayşen’i yenip tahminen Ceneviz limanı olduğunu düşündüğümüz bir liman kalıntısına ulaşıp tornistan geri dönüyoruz. Rüzgar hala bizimle. Hava kararmadan, yelkenin keyfini almış olarak limana giriyoruz. Kıçtan kara bağlanıyoruz. Cengizler motele gitmek üzere tekneden ayrılırken, Ümit ağabey ile sohbet fırsatımız oluyor tekneyi bekleyen iki ekip üyesi olarak.
Sonra akşam yemeği için yine aynı yerdeyiz. Bu kez ben daha az içeceğim. Dün akşamki fazla geldi. Hanım da yok zaten. Kim toplayacak beni sonra.



Resim-34. İkinci gecemiz

Bu akşamki mezeler de leziz. Fangiri isimli bir balık öneriyor şefimiz bu akşam. Ben daha önce yemediğim bu balığı merakla bekliyor, keyifle de yiyorum. Neredeyse bitiremiyoruz balığı. Cengiz ısrarla bitirmeye çalışıyor kafasındaki etleri. Bir ara sadece Cengiz, Ümit ve ben kalıyoruz masada. Rakı tükenince, göz kapaklarımız da hafifçe kapanır gibi olunca kalkıyoruz masadan. Ümit ağabeyle tekneye gittiğimizde bir sürpriz bekliyor bizi. Teknenin sancak kıç halatı gevşemiş. Demir mi taradı acaba? Demiri çeken motorun kumandasına dokunuyoruz, bir iki tık geri geliyor demir. Kıç halatımız geriliyor ama tedirgin oluyoruz. Sık aralıklar ile kalkıp kontrol etmeye karar veriyoruz. Kamarada yatarken bir sürü ses var. Tekne bir huzursuz, belki de benim huzursuz olan. En ufak bir gürültüde gözlerim açılıyor. Tık tık ediyor bir şeyler sürekli, tekne rıhtıma mı vuruyor yoksa başka bir şey mi bu sesler. Rüzgar da çok fazla, tekne sallanıp duruyor. Uyumuşum. Bir süre sonra motorun çalıştığını duyarak uyanıyorum. Tekne kıyıya iyice yanaşmış, bir usturmaça var balon şeklinde, kıyıya vurmamızı o engelliyor. Demiri tekrar deniyoruz, çektikçe geri geliyor. Cengiz’i çağırıyoruz. Bu gece teknede yatmayı çok istiyordu zaten. Uyku tulumunu alıp geliyor tekneye. Gecenin bir buçuğu. Demiri çekmeyi bir daha deniyoruz, bütün zinciri çekmek mümkün oluyor, çapa tekneye kadar geliyor. Demir böyle tarıyormuş demek. Rüzgarda biraz uğraştıktan sonra demir atıp karaya bağlanıyoruz. Bu kez sorun yok. Kamaraya yattığımda rüzgar da azalmış, tekne de huzur içinde, ben de. 30 Haziran 2008, Pazartesi Sabah, kahvaltının ardından tekneye geldiğimizde dönüş yolunda serpinti yiyeceğimizden emin olduğumuz için öndeki rüzgarlığı kuruyoruz. Bunun için tepedeki güneşliğin ön bacaklarını sökmemiz gerekiyor. Sonra ön rüzgarlığı açıp, güneşliğin altından geçirip tekrar vidalıyoruz güneşliğin bacaklarını. Dün ana yelkenin ana direğe bağlandığı kancalardan biri kurtulmuştu. Cengiz onu onarıyor. Ana yelkenden tam anlamıyla yararlanacağız bugün, rüzgarı kaçırmayacak. 11 gibi yola koyuluyoruz. Liman çıkışında yelkenleri açıyoruz ama rüzgara karşı orsa gitmemiz gerekiyor. “Orsa demeyin bana” diyor Ayşen, biz de demiyoruz. Motor yelken rüzgarın göbeğine doğru, Bozburun’a yola koyuluyoruz.



Resim-35. Dönüş yolunda olmanın depresyonu


Gemlik körfezinde yelken yapmıyoruz. Ayşen’den Bozburun’u dönünce yelken izni alıyoruz ama. Bozburun’u dönünce de rüzgar kalmıyor. 10-15 knot rüzgar, yelken yapmamıza pek izin vermiyor.






Resim-37. İstanbul özlemi

Sivriada’nın da batısından geçiyoruz bu kez. Fenerbahçe marina karşımızda. Yaklaştıkça trafik yoğunlaşıyor. Deniz otobüsleri, ama daha çok rüzgar sörfü yapan yelken klubü sporcuları. Fırtına gibi geçip duruyorlar önümüzden, sağımızdan, solumuzdan. Dikkatle marinaya yaklaşıp giriyoruz içeri. Çıktığımız pontona kıçtan kara yaklaşıp bağlanıyoruz, kıyıda bekleyen Mehmet kaptan’ın da yardımıyla. Halatlarımızı o alıyor. Sağ salim karadayız yine, çok şükür. Saat 19.30. Sekiz saat sürdü dönüş. Cengiz, Ayşen, Mert ve Ümit ağabeyle vedalaşıp tekneden ayrılıyoruz. Double maçımız var kardeşimle. Merak ediyor Ayşen tenis topunu nasıl göreceksin, bu kadar sallanırken diye.

Topu görüyorum ama yine de yenemiyoruz rakiplerimizi. Akşam, Kadıköy Bella Otel’de Esma ile kavuşuyoruz yeniden ve ardından Tepebaşı Revan’da tango, milonga gecesi. Bir İstanbul milongasının tadına varıp otele dönüp yatağa girişimiz gecenin ikisi.
Göz kapaklarımız kapanırken, yelkenin keyfi kalbimde, denizin kokusu burnumda, bandoneonun sesi kulaklarımda.

Teşekkürler Cengiz hocam, iyi ki vardınız Esma, Banu, Ümit, Ayşen ve Mert.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder