Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

27 Haziran 2011 Pazartesi

HİSARÖNÜ BAĞIMLILIĞI



"Bu defa Göcek olsun" ısrarlarını usta manevralarla geri çevirip, ekibin kendisinin Hisarönü'yü seçmesini sağlamak pek de kolay olmadı bu kez. Bir yandan ekibe yeniden katılacak misafirimiz, diğer yandan "Günaydın, bugün cumaaa" Aycan'dan tırsmam (hocalara sert davrandığını biliyorum, iyi ki ben hoca değilim), kendimi daha emniyetli hissettiğim Hisarönü'ne yönlendiriyor beni  yine. Bu cümlenin bir kısmını geçen seneki anılarımda da kullanmıştım galiba. Ama yine de Aycan ısrar ediyor "Hiç olmazsa Söğüt'te bir gece kalalım". Yeni limanlar ben de nasıl da bir ürkeklik yaratıyor. Ben nasıl dünya seyahati yapacağım, bilmiyorum.
"Pekiyi", diyorum, "bir gece Söğüt'te kalırız".

Ekip aslında 6 kişi. Bizde toplandığımız, biraz etil alkolün etkisinde keyifli olduğumuz bir saatte, internetten başvurumuzu yapıyoruz Yüksel Yatçılık'a. Ertesi gün hemen cevap geliyor. 40 feetlik bir tekne hazır. Çok geçmeden ekibe bir misafir daha katılıyor. Hemen tekneyi büyütüyoruz. 43 feetlik bir Beneteau: Opal S/Y. Geçen sene eylül'de Mehmet ve Denizhan'larla bindiğimiz ve çok beğendiğimiz tekne bu. 8.5 knot yelken hızını hatırlıyorum Yeşilova körfezi açıklarında, apaz seyrinde.
İzleyen günlerde yazışmalar, para transferleri derken gün saymaya başlıyoruz. İki gün kala bir kişi vaz geçiyor, 7 olmuşken yine 6 kişi kalıyoruz.

Aycan ve Sinan, cumadan orada olacaklar. Biz, otobüsle gitmeye karar veriyoruz, Alibeyköy'den. Ümit ağabey, cumartesi akşam; Suat ise pazar sabah katılacaklar bize.
Cuma akşamı Kamil Koç'un 19.00 Alibeyköy-Marmaris otobüsüne bırakıyor oğlum, Onur bizi. Sadece İstanbul'dan çıkmak 2 saat alıyor. Eskihisar'da da uzunca bir süre bekiyoruz gecenin o saatinde. Biz uykuya yenik düşüyoruz.

25 Haziran 2011, Cumartesi
Sabah 10 gibi Netsel Marina'dayız. Burçin ve Ece Hanımlar (Yüksel Yatçılık) ile merhabalaştıktan sonra Pineapple'da klasik kahvaltımıza oturuyoruz. Biraz sonra Aycan ile Sinan da bize katılıyorlar. Kahvaltımız 12.00 gibi bitiyor ve teknemizi teslim almaya G pontonuna gidiyoruz. Gözlerimiz yine teknisyen Murat'ı arıyor ve buluyor. Tekneyi ondan teslim almak öğretici oluyor. Hem alıştık da birbirimize. Dinginin motorunu yenilemişler, geçen sene bize çok çektirdiydi. Opal (S/Y) yine tüm alımıyla "hadi gelin" diyor bizlere.

Sonra koşar adım Migros. Alışveriş listemiz geçen seneden hazır. Bir kaç meyve ilave etmişti Aycan. Bir saatte alışverişi bitiriyoruz. İstediğimiz meyveleri bulamadık Netsel Migros'ta. Yoldan alırız artık. Malzemeleri yerleştirmemiz de çok çabuk oluyor ama biz motor çalıştırdığımızda saat 15.00'i geçiyor.
Sinan, yeni katılan misafirimiz. Ekibe nelere dikkat etmelerini istediğime dair kısa bir brifing verdikten sonra tonozu ve palamarları bırakıyoruz. Bow thruster yardımı ile hiç sorunsuz pontondan ve sonrasında da marinadan çıkıyoruz. Saat 15.30.

Önce tekneyi ve manevra kabiliyetini tanımak için ileri ve geri 8'ler ve tekne durdurma manevralarını çalışıyoruz. Sonra da hemen yelkenleri açıyoruz. 1. camadan şart tabii ki. Koy'da rüzgar çok fazla değil ama biz hemen 4-5 knot hıza ulaşıyoruz. Tramolalar ile boğaza yaklaşıp sonrasında yelkenleri indirip boğazdan motorla geçiyoruz.
Turunç koyunu sancak bordamızda bıraktıktan sonra Kargataşı adası ile burun arasından geçerek Kumlubük Koyu'nun kuzeybatısına (36 45'.130N; 28 16'.073E) ilk demirimizi atıyoruz. Hemen ardımızdan da kendimizi denize. Ben yine teknedeyim. Sonra Sinan yüzüp gelince tekneyi ona emanet edip Marmaris'in denizine özlemimi gideriyorum.

Hemen karşımızda birazdan iskelesine bağlanacağımız Hollandalı Ahmet'in yeri. Yerimizi ayırttım. Ümit ağabey bu akşam, Suat da yarın sabah bize orada katılacaklar. Geçen seneye kadar buraya karadan ulaşım yoktu. Ama bu sene yol açılmış, taksi ile ulaşmak mümkün olacak.

Hollandalı Ahmet'in Yeri - Kumlubük
Herkes suyun keyfini çıkardıktan sonra iskeleye yollanıyoruz. Yer müsait. Sadece bizden önce bağlanmaya çalışan bir yelkenli var. Karı koca, iskeledekilerin de yardımı ile bağlanıyorlar. Sıra bize geliyor. Bu kez çok rahat yanaşıyorum iskeleye kıçtan kara. Tonoz rahatça alınıyor, koltuk halatları kolayca veriliyor. Hatta birini ben verip geriye de ben alıyorum. 10 üzerinden 9 puan alıyorum palamarlarımızı alan çocuktan, "hadi" diyor, "1 puan da benden, 10 olsun". Aycan'dan da takdir almak çok hoşuma gidiyor. Masanın kenarına vuruyoruz, nazar değmesin diye. Ben nazara inanmam, Aycan vuruyor.

Hemen bir bira ve laptop açılıyor. Hem hava durumu kontrolü, hem gezgin korsanlara bilgi verme, hem de onlardan iyi dilekler ve bilgi alma zamanı.
Haftanın ilk birası
İstanbul ve Tekirdağ'daki fırtına haberleri, enteresandır beni germiyor. Posedion'da Ege kıyıları, daha çok Yunan adaları üzerinde olmakla birlikte 8-9 hava gösteriyor olmasına rağmen. Forumda gezgin korsanların "keyifli seyir" dileklerini okumak hem mutlu ediyor, hem de cesaret veriyor bana.

Akşam saatleri yaklaştığında hanımlar bizden daha şık olmak kaydıyla restorana doğru yöneliyoruz. Sağlı sollu kocaman puf yastıklar, dönüş için ilgimizi çekiyor. Restoran her zamanki gibi çok şık, tertemiz, garsonlar güleryüzlü, samimi. Bize ayrılan masaya oturup siparişlerimizi veriyoruz. Muhteşem salataları ve buz gibi soğutulmuş DLC Sultaniye beyaz şarap olmazsa olmaz. Aycan ve Sinan kırmızı şarabı tercih ediyorlar. Bir kaç meze ve balıkla akşamın keyfine doyum olmuyor. 330 TL hesap ödüyoruz. 



Gecenin hamakta sonlanmasına ramak kala uyandırılıyorum sözlü tacizlerle. Teknemize doğru yollanırken Aycan, o puf yastıklara bir uzanıveriyor. Benim bu akşamki yerim ise havuzlukta iskele tarafındaki uyku tulumunun içi olacak.

Ama önce gitarı çıkarıyoruz. Kadehlere birer parmak viski ve buz. Notalardan çıkan nağmelere benim sesimle birlikte Sinan ve Aycan'ın sesleri de ilave olunca Ümit ağabeyi beklemek çok kolay oluyor. Saat 24.30 gibi Ümit ağabey teknemizi teşrif ediyorlar. Kucaklaşıyoruz. Dalaman'dan Havaş, Marmaris'ten taksi ile geldi.
Kısa bir süre sonra gözlerimiz kapanıyor.

26 Haziran 2011, Pazar
Gözlerim 5.30'da açılıyor. Uykumu almış gibiyim. Etrafta yeni bir günün kızıllığı. Şu an manzara nefis ama, gün o kadar keyifli olmayacak galiba.
Cengiz arkadaşımız mesaj yollamış: "Tayfun Hocam,

Baktığım tahminlerde öğleden sonra genel olarak 15-20 karayel görüyorum.  Kadırga ve Akyar Burnu arasında saat 12-15 arası 10-15 knot’lara düşecek rüzgarın Akyar Burnu’ndan sonra artarak 20-25 knot gibi eseceği tahmin ediliyor.  Saat 16 sonrası 25-30 knotlar görebilirsiniz.

....

Karayel eserse genelde geniş apaz gideceğinizi tahmin ediyorum.  Bu durumda bir sorun yaşamayacağınızı düşünüyorum.

Keyifli tatilinizi selametle ve keyifle yapmanızı dilerim.

Ekibe selamlar, sevgiler."

Kahvaltı öncesinde deniz beni çağırıyor. Yine dün akşamki gibi pırıl pırıl, bir miktar soğuk ama yine de çok keyifli. Kahvaltı teknede. 8.30 gibi masamız hazır. 
Sonrasında Suat'ı bekliyoruz. Dün akşam bir düğüne katıldı Suat. Bu sabah 06.50 uçağı ile Sabiha Gökçen'den yola çıktı. İnmiş, şimdi Havaş'ta. 11.00 gibi bize katılacağını tahmin ediyoruz.

Öyle de oluyor. "Denize gir, bir kendine gel" ısrarlarımızı geri çevirip hemen yelken yapma sevdasına kavuşmayı tercih ediyor. 12.00'i biraz geçe iskeleden ayrılıyoruz. Dümende Suat. Tüm yorgunluğu neredeyse 5 dakikada geride kalıyor. Yüzünde bir gülümseme, ondan mutlusu yok.
 Motoru kapatıp Kumlubük koyunu ardımızda, kısa bir süre sonra da Kadırga Burnu'nu sancak bordamızda bırakıyoruz. Rüzgar 12-15 knot şiddetinde, hızımız ise 4-5 knot. Pupa seyrinden apaza geçip Hayırsız Burnu'na doğru yol alıyoruz. Keyifler yerinde, sadece rüzgarın, yelkenlerin ve teknenin ardında kalan suyun sesi var. Kimseler konuşmuyor. Huşu içindeyiz.


Hayırsız Burnu'na yaklaşırken hızımız GPS'te 6.7 knot. Rüzgar biraz artmaya başladı. Denizde minik kuzucuklar var. Bize doğru pupa yelken gelen tekneler var.


Bugünkü rotamız, Bozukkale. Çiftlik'e yaklaşırken rüzgarın şiddeti de artıyor. 20 knotun üzerine çıktığında yelkenlere 1. camadan vuruluyor. Hızımız 6-7 knot. Dalgalar büyümedi ama rüzgarın şiddeti giderek artıyor. 25 knotu geçince 2. camadanlar da vuruluyor. Hava sıcak, üzerimizde tişörtler, ekip yelkenle yaptığımız hızın keyfini çıkarıyor ama rüzgar da giderek artıyor. Hızımız 7.7 knot. Saat 12.37. Akyar Burnu, sancak bordamızda. Sıkı bir orsa seyri ile Kızıl Ada'ya kadar uçarak gidiyoruz. Kızıl Ada'nın açığından yelkenle geçip Bozukkale'ye yöneliyoruz ama rüzgar kısa bir süre içinde hızla şiddetleniyor. 35-38 knot'ta oturuyor.  Yelkenleri indiriyoruz. 
Olağan serpintiler, kovalarla üzerimize boşalan suya dönüşünce dümeni Ümit ağabey'e bırakıp içeri giyinmeye gidiyorum. Sırılsıklam olan tişörtü değiştiriyorum, ince ama su geçirmez bir yağmurluk getirmiştim, onu giyiyorum. "Üşümemem lazım" diyorum kendi kendime. Dalgalara bata çıka 4 knot hızla ilerlerken endişeleniyorum. Ekipten can yeleklerini giymelerini rica ediyorum. Gözlerimde endişe ifadesi var mı bilmiyorum ama yüzümdeki gülümsemeyi korumaya çalıştığımı hatırlıyorum.

Bir yandan ana yelkeni tamamen kapatmak doğru mu diye düşünürken, bir yandan Çatal Adalar gözüme bu koşullarda çok uzak görünüyor. Aynı zamanda da kıyıya doğru yaklaşmaktan da tedirgin oluyorum. Guletler iyice kıyıya yaklaşıp rüzgarın azabından korunmaya çalışıyorlar. Ama ben doğrudan pruvamı Serçe Limanı'na veriyorum. Motorla dalgalara bata çıka gidiyoruz.

Aklıma kötü senaryo geliyor. Karaya bu kadar yaklaşmış ve henüz Serçe'nin girişini ayırt edememişken motor susarsa. Bu endişemi, kısa bir talimat şeklinde ekiple paylaşıyorum, yanlışım varsa düzeltebilsinler diye: " Arkadaşlar, bu sırada motorumuz susarsa yelkenle Serçe'ye girebiliriz. Ya da çok sıkıntı çekersek tremola ile açığa açılabiliriz". Ekipten ses gelmiyor. 
Levent Çelmen, Serçe için " Çatal Adalar'ın kuzeydoğusunda, yüksek kayaların arasında gizlenmiş bir koydur" diye bahsediyor. 
Peşimizde iki yelkenli daha motorla bizi takip ediyor. Guletlerden ikisi Serçe'yi pas geçip Çatal Adalar'a doğru yükseliyorlar. Bir tanesi ise Serçe'ye giriyor. Peşinden de biz: "Ohhh".

İçeride de fırtına var ama dışarısına nazaran bir hiç. Serçe'nin güney ucunda (Akça limanı) bizi her zaman karşılayan Dur Ali'nin mütevazi restoranı kapalı. Bizimle ilgilenen yok. Bir gulet var kıçtan kara bağlanmış, bir kaç balıkçı teknesi, keyiflerine bakıyorlar. Daha önce tekne ile hiç gitmediğim kuzey ucuna (Serçe limanı) da bir bakıyoruz. Yelkenli tekneler oraya bağlanmışlar. Ancak çok kalabalık ve sahilde arabalar var. Onlardan uzak olmalıyım. Yeniden güney ucuna gidiyorum "Buraya demir atıp kıçtan kara bağlanacağız" diyerek benden bir karar bekledikleri ve kararsızlığımdan rahatsız oldukları açıkça belli olan ekibi sakinleştiriyorum. Rüzgar sancak bordamızdan alarak tüm zincirimizi (60 m.) döşemem gerektiğinin de farkında olarak, koyun güney ucuna sokulabildiğim kadar sokulabileceğim bir yeri gözüme kestirip 10 metreye demiri bırakıyorum. Ancak 40 metre zinciri döşeyemeden sahile çıkıyoruz neredeyse. Arkadaki mesafeyi kestirmeyi hala öğrenemedim. "Demir tuttu" iddialarını kulak ardı edip demiri alıyor, biraz daha ileri gidip bir daha bırakıyorum. Bu kez de demir tutmuyor. Guletin iskelesinde kalan bir tonoz var. Geçen senenin tonozları bunlar, güvenilmez belki ama, demirle beraber tonozda kalmak daha güvenli olabilir diye ekibin önerisine de kulak verip limanın daha da ilerisine 12-13 metreye demiri bırakıyorum. Önce gulete doğru çok yanaşıyor, guletin kaptanı ile bir miktar sohbet ediyoruz. Sonra demiri toplayıp biraz daha ileriye (bana göre sanki karşı kıyıya) 14-15 metreye demiri bırakıyoruz. Bu kez oldu. Tornistanda sanki kıpırdamıyoruz. Tonozu iskelemizden veriveriyor bize balıkçı teknesindeki arkadaş. 60 metre zincirimizi serdik ve guletin hizasına geldik. Koltuk halatımızı da bağlayabileceğimiz bir mesafedeyiz. Becerdim. Balıkçı halatı götürüp kıyıdaki bir kayaya bağlıyor. 
Tonozu iskele vasatımızdaki kurtboynuzuna bağladık. Rüzgar da sancak bordamızdan bindiriyor. Tonoz, vasatta olmaz deyip götürüp burundaki koç boynuzuna bağlıyorum. Derinliğimiz 6-7 metre.
Bağlanmamıza yardım eden arkadaş, Özal, geçen sene, Dur Ali'nin yanında çalışan bir arkadaş ve beni tanıyor. "Balık ister misiniz?" diye soruyor. Çok isteriz. Elinde iki tane orfoz var. "Tencere verirseniz size buğulama yaparım" diyor. Hemen kabul ediyoruz. Bu akşam kimsenin yemek hazırlayacak hali kalmadı. Aslında kimseden en ufak bir şikayet sesi de çıkmadı. Herkes biraz yorgun ama bir o kadar da keyifli.
Hemen suya atlıyor, zincire ve demire bakıyorum. Hayatımda hiç bu kadar düzgün bir şekilde zincir döşememiştim. Hayranlıkla izliyorum zincirin baklalarında yarattığım askeri nizamı. Her biri bir diğerinin peşinden bir çizgi üzerinde nizamı bozmadan kuzu gibi yatıyorlar denizin dibinde. Kendime duyduğum hayranlık, zincirin sonundaki tahminen 8-10 metrelik bir bölümde sonlanıyor. Normal bir adam oluyorum yeniden. Demiri atarken biraz üzerine gitmişiz. 4-5 metre zincir kuzeye doğru döşenmiş, sonra keskin bir kavisle geri dönüp geri kalanı da bize doğru ip gibi döşenmiş. "Ee, bu demir tarar. Tarar mı acaba? Yok, taramaz, tonoz bizi tutar, tonoza da bakmalıyım. Baksam anlar mıyım acaba? Taramaz, bir şey olmaz. Suda çok kaldım, üşüdüm, kafam iyi çalışmıyor. Tonoza da bak ve çık sudan" Tonozun halatı yeni, zemindeki betona halatı bağlayan kilit temiz ve yeni gözüküyor.
Çıkıyorum sudan ve gördüklerimi ekip ile paylaşıyorum. Navigasyon cihazlarını üzerlerindeki düğmelerden kapatıyorum. Sadece derinlik ölçeri açık bırakıp alarmını 3 metreye ayarlıyorum. Bu sene teknenin su kesiminin ne  kadar olduğunu sormayı unutmuşum. 2.50 olarak kabul ediyorum. Geçen seneden bunun üzerinde bir rakam hatırlamıyorum çünkü.
Laptopu açıyor ve gezgin korsanlara bir bakıyorum. Halil Ergür korsan "Serçe çok korunaklı bir liman. Bu akşam rahat edersiniz. Ancak civarnalara dikkat. Rüzgar yarın da sert. Salı gününden itibaren rahatlıyor.
Keyifli seyirler dilerim." demiş. Mustafa Özdemir Korsan "Tayfun korsanım 3 gece evvel oradaydık.tonoslarda yer yoktu.demir attım.bende 60 metre zincir bırakıp kıçtan bağladım.Dalga olmuyor ama masada yemek tabakları uçuyordu Smiley sabaha kadar esti .sabah erkenden kaçtım SmileySizlere iyi seyirler dilerim .Ertesi sabah erkenden buradan ayrılma kararımı pekiştiriyor bu satırlar. 

Bu sırada Aycan ve Sinan, kendilerini tepelere vurmuşlar bile.


Deniz soğuk. Ama hepimizi demir gibi yapıyor, yorgunluk kalmıyor. Buzdolabımız iyi çalışıyor, biralar da buz gibi. Bazılarına kırmızı şarap iyi geliyor. Hafif bir dinginlik içinde saatin 20.00 olmasını beklerken "keşke daha erken bir saat mi verseydik, balıkların gelmesi için" diye düşünmüyor değilim. Tam 20.00'de geliyor balıklarımız. 2 kilo orfoza 100 TL verdik pişirmesi dahil. Beyaz şarap ve rakı ile birlikte silip süpürüyoruz buğulamayı. Sonra gitar çıkıyor bir kez daha, ama bu akşam gitarcının ses volümü düşük stresten, aklı demirde, rüzgarda, derinlikte. 23.00 gibi bitiyor ekibin konseri. Herkes kamaralarına çekilirken Sinan ve Aycan pruvaya gidiyorlar uyku tulumlarını alıp. Beni biraz huzursuz ediyor bu karar. Acil demir toplamamız gerekirse problem olur mu acaba diye. Ancak hallederiz deyip suskun kalıyorum. Ben arkada, havuzlukta her zamanki yerime kıvrılıveriyorum uyku tulumunun içine, başımda bere, yanıbaşımda fener ile.

01.30'da derinlik alarmı ile uyanıyorum. Derinlik 3 metrenin altına düşmüş. Taradık işte. Alarmı susturuyorum. Fenerle koltuk halatının durumuna bakıyorum. Oldukça gergin. "Ee, pekiyi, nasıl oldu bu iş?" Hem geriye gitmişiz, 6.5 metreden 3 metrenin altına gitmişiz, hem de koltuk halatımız gergin duruyor. Boşlamış olması gerekmez miydi?

Ne olduğunu anlamaya çalışırken birden rüzgarın yönünün tamamen değişmiş olduğunu fark ediyorum. Artık rüzgarı iskele bordamızdan almaya başlamışız. Rüzgarüstünde, sancak kıç omuzluğumuzdaki koltuk halatı olmuş, rüzgaraltı halatı. Sancağımızdaki gulete doğru bir miktar yanaşırken tonoz halatı ile birlikte koltuk halatı da gerilmiş. Bir kaç metre boşluyorum koltuk halatını ve derinlik hemen 6.5 metreye yükseliyor. Rüzgar böyle ettiği sürece sorun yok diye düşünüp, bir gözüm açık olmak üzere uyku tulumunun içine giriyorum. Binlerce ses var; tepelerde, denizde, yandaki teknelerde, armada, bordada. Rüzgarı çok seviyorum ama gecenin bu saatinde bu sesler beni biraz huzursuz ediyor.

Bir saat kadar sonra derinlik alarmının yeniden çalması ile hop, ayaktayım. Ne oluyor yine? Koltuk halatını bir miktar daha boşluyorum. Alarm susuyor. Akşamüstü, Esma'nın dediği gibi tonoz halatını iskele vasattaki koçboynuzuna değil, burundakine mi taksam acaba? Bu durumda tekne 4-5 metre daha açılır mı sahilden? Gecenin bu saatinde bu muhakemem doğru mu? Tabii ki doğru. Kafamda hesaplar yapıyorum. Evet, bu mantık doğru. O sırada Sinan da uyanmış beni seyrediyor.

Kafa fenerimi ve eldivenlerimi takıp tonoza gidiyorum. Halatı oldukça gergin, çıkarmam mümkün değil. Tonozun halatını kaçırırsam da altından nasıl kalkarım, bilemem. Yedek bir halatı tonoz halatının halkasından geçirip koç boynuzuna bağlıyorum. Kaçırma olasılığım kalmıyor. Rüzgarın durduğu bir anda, tonoz halatını koç boynuzundan çıkarıp süratle başa götürüp koç boynuzuna volta etmem bir kaç saniyemi alıyor. Derinlik göstergemiz 6 metrenin üzerine çıkıveriyor hemen. Haklıymışım. Huzurla yatıyorum. Alarm bir daha sabaha kadar çalmıyor.

27 Haziran 2011, Pazartesi
Bir kaç saat uyumuş olmanın vermesi gereken yorgunluğu, uykusuzluğu pek hissetmeden ve saat henüz 7 olmadan açıyorum gözlerimi. Serçe, her zamanki gibi muhteşem.
Serçe limanı
Dün akşam geç saatlerde gelip bizim gibi uzun bir süre demirleme ile uğraşan yelkenli de huzur içinde uyuyor henüz.
Akça limanı - Serçe
Motoru çalıştırmamla birlikte Suat ve Sinan uyanıp havuzluğa geliyorlar. Hemen ardından da Ümit ağabey uyanıyor. Bu sabah erken çıkacağımızı konuşmuştuk dün akşam. Hava çok rüzgar yapmadan Hisarönü körfezine girmek istiyorum. 


07.15'te Serçe, 07.30'da Çatal adalar ardımızda kalıyor.
Serçe Limanı arkamızda

Çatal Adalar arkamızda
Kahvaltı bu gün seyir halinde iken yenilecek sandviç ve çaydan ibaret.

Karaburun'u dönerken saat 08.00. Öğle yemeği için Bencik'e girip akşam Selimiye'de olmayı planlıyoruz.
Kahvaltı sonrası uyku mahmurluğu ile bazı gözler kapanırken bazıları daha dirençli çıkıyor.

Atabol kayalığı tehlike işaretini görmeye çalışırken bir yandan da yelkenleri açıyoruz. Rüzgar çok değil ama bizi 4-5 knot hızla götürüyor. 10.00 gibi Atabol kayalığını sancak bordamızda bırakarak Bencik'e doğru döndürüyoruz rotamızı. Önce Topan Adası, sonra Uzun Ada ve sonunda Kocaada sancak bordamızda kalıyor. 
Saat 12.00 gibi yelkenleri indiriyor,  Dişlice adasını sancak bordamızda bırakarak motorla Bencik koyuna giriyoruz.

"Merhaba Bencik, yine kavuştuk sana" Yemyeşil bir koy, tek tük guletler, bir motor yat, sessizlik ve huzur. Sığlıklara dikkat ederek kendimize yer arıyoruz. Alargada da kalabiliriz aslında ama Suat, "bağlanalım" diyor. Motor yatın rüzgaraltını gözümüze kestiriyoruz, Aycan'ın rüzgardan korunmak için küçük bir koya sokulmuş guletin sancağına girelim önerisine rağmen. Bu rüzgarda, benim gibi acemi bir kaptanın, gulete ve sığlığa çıkmadan demir atıp oraya girmesi mümkün değil.

10 metreye demiri bırakıyoruz. Tornistanla geri geri giderken her seferinde rüzgar bizi sığlığa doğru itiyor. Biraz topla, biraz geri git derken demir harika tutuyor. Yarım yol tornistanda bile bizi bırakmıyor. Suat ile Sinan  bota atlayıp motorla koltuk halatını kıyıya götürüp bir kayaya bizi bağlayıveriyorlar. Motor yata tam paralel olamadık ama olsun. Demirimiz iyi tuttu, koltuk halatını da bağladık. Şimdi deniz ve makarna zamanı. Pozisyonumuz 36046'.320N; 28001’.427E .

Saat 13.00'te makarnamız ve salata hazır.

 Bencik koyu, tüm dinginliği ile güzelliğini ayaklarımızın altına, gözlerimizin önüne seriyor.
Yemek sonrasında herkes dinlenmeye çekiliyor teknenin bir köşesine. Hazım tamamlandıktan sonra da herkes denize. Sinan ile Aycan, yine tepelerdeler. Biraz sonra tekneye dönüyorlar, "tentürdiyot var mı?" diyerek. Aycan'ın sol bacağında bir yara, ama asıl yaralanması belinde. Koltuk halatımızın boşluğunu karadan almaya çalışırlarken halatın bağlı olduğu kayadan parça kopup Aycan'ın üzerine düşmüş. Sabunlu su ile yıkamasını söylüyorum, tatmin etmiyor kazazedemizi. Teknenin acil ilaç kutusunda Baticon bulup, ondan da sürüyorum peçete ile. "Pamuk yok mu?" diyor Aycan. Atla, tuzlu suya bir şeyin kalmaz. Koltuk halatımızı bir kaç kere şöyle bir dolayıvermişler kopan kayanın kalanına. Sanırım birazdan boşalır bu halat. "Gidip yeniden bağlayalım mı?," Yok, gerek yok, alargada kalırız bir süre de". Bir süre sonra gerçekten bir bakıyorum bizim koltuk halatı artık suda yüzüyor. Burnumuzu rüzgara vermişiz, alargadayız. Koltuk halatını toplayıp roda ediyor, yerine koyuyoruz. İskelemizdeki yelkenli yat, artık iskelemizde değil, pruvamızda.
Bencik
16.20 gibi demirimizi alıyoruz. Çok mutlu oluyorum. 15 metreye falan atmıştık ve çok iyi tuttuydu. İnşallah geri gelir diye endişeleniyordum, geldi.
Bencik'i arkamızda, Dişlice adasını sancak bordamızda bırakıyoruz.

Chartplotter'a şöyle yukarıdan bir bakınca iskele başomuzluğumuzda kalan adanın Kameriye Adası olduğunu söyleyip burnumuzu kuzeye veriyoruz. Tehlike şamandırasını iskelemizde bırakıp geçtik. Esma'ya biraz daha apaza girmesini söyledikçe Esma pupada kalmaya ısrar ediyor ve batıya değil de niye biraz daha kuzeye gitmek istediğimizi anlamıyor. "Selimiye karşımızda değil mi?". Ben her zamanki inadımla "Hayır" diyorum. Beş dakika sonra şüphelenip yeniden baktığımda Kameriye Adası sandığım yerin aslında Delikliyol koyunun kuzeyinde kalan yarımada olduğunu, bizim Orhaniye'ye doğru rota tuttuğumuzu fark ediyorum. Yine karım haklı çıktı. Yüzünde müstehzi bir gülümseme. Bir kavança atıp yelkenleri iskelemize alıyoruz. Delikliyol Koyu'na pupa yelken giriyoruz. Sonra Selimiye koyu'na apazla girip yelkenleri indiriyoruz. 

Sardunya mı, Begonvil mi? Muhtarlık iskelesine bağlanmayı gözüm almıyor. Sardunya'yı arıyorum, iskelede yer yok. Begonvil'in de telefonu yok. Gidip bakalım diyorum, yer var mı? İskelede sanki yer var gibi. El ediyoruz, onlar da yer gösteriyorlar. Dümende Esma, yanaşacağımız yerle aramızda bir kaç tane şamandıra. Esma sultan, tornistanda o şamandıraların arasından slalom yaparak bir yelkenli ve bir balıkçı teknesinin arasına usulca sokuveriyor bizi. Pasarellamızdan daha uzun bir mesafe kala "tamam" diyor iskeledekiler, "burası sığ, biz size pasarella veriririz". Bir de kadehlerde buz gibi beyaz şarap ikram ediyorlar bize, çok makbule geçiyor. Önce Esma'yı, sonra da kendimizi kutlayıp kadehleri boşaltıyoruz. 
Pozisyonumuz 36042'.178N; 28005’.607E .



Bu arada Aycan kaçıvermiş. Nereye? Girit pansiyona, Çetin Kent'in yanına. Geçen sene Sardunya'nın önüne kadar gelip de tek boş yere bizden daha hızlı davranan bir teknenin girmesi ile şaşkın ördek gibi kaldığımızda Çetin Kent'i arayıp "Çetin korsanım, merhaba. Biz burada kaldık". "???? Nerede kaldınız?" şeklinde başlayan sohbetimiz bu kez daha sağlıklı gelişiyor. Fotoğraflar çekiliyor, ben tekneye dönerken Aycan bir süre daha orada kalıyor.
Girit Pansiyon ve Çetin Kent




Sonra elektrik ve su bağlanıyor. "Diesel" yazan ellenmeyecek, "water" yazanlar doldurulacak, "waste" yazanlar da ellenmeyecek. Waste'in bir tanesinin bir miktar doldurulmasını engellemiyor bu açıklama. Geçen sene de olmuştu böyle. Sağlık olsun. Tatlı su ile o kötü havada bizi sağ salim Serçe'ye kadar götüren Opal'i tertemiz yapıyoruz. Sonra suya atlıyoruz, bazılarımız pruvadan, bazılarımız sadece merdivenlerden. Suyun sıcaklığı çok güzel. Geçen seneki mazot kokusu da yok. Yüzen balıklara merhaba deyip çıkıyorum. Begonvil'in tuvalet ve duşları muhteşem. Sardunya ile karşılaştıran arkadaşlar, "kesinlikle Begonvil" diyorlar. 

Suat ile iki bira söylüyoruz, 6 bira geliyor. Yavaş yavaş hepsini tüketiyoruz ekibin de yardımı ile. 

Laptopu açıp Gezgin Korsanlar ne yazmışlar diye bakıyorum. Mehmet Sütçü korsanım "Rüzgar kolayınıza olur inşallah...
Serçe sert havalarda olunmamaması gereken bir yer...
Demir atılacak yerler kayalıktır...
Bozuk limana yarın uygun bir zamanda geçin çünkü sert hava yarında devam ediyor görünüyor.
Selimiye'de bile uçmamıza ramak kaldı...
Her tarafta kaçan tekneler var...

Şimdi bir tekerleme geldi aklıma...

Ay yatakta, kaptan ayakta....
Ay ayakta, kaptan yatakta....." demiş.
Erol Akyiğit, " Serçe zor demir tutan bir yerdir, derindir. Tonozlorda yer yoksa esecek havalarda kalınması pek rahat olmaz.. Gece boyu civarna iner.. Bozukkale'ye geçebilirseniz, orada alargayı öneririm.
Selametle.."
Bu mesajları dün seyir esnasında okuma şansım olmadı. Okumuş olsaydım bir gayret Bozukkale'ye gider miydim, onu da bilemedim.

Akşam yemeğimize bir misafirimiz var, Ümit ağabey'in sınıf arkadaşı. 
 Tadımlık barbunların ardından kocaman bir deniz levreği servis ediliyor masaya.

Yemeğin bitiminde bacaklarımızı açmak üzere bir şehir turuna çıkıyoruz. Girit Pansiyon'un önünden geçerken geri döndüğümüzde görüşürüz anlamında el sallıyoruz birbirimize. Tatlı krizimiz, önce dondurma, sonra da sütlaç ile son buluyor.
Geç vakit tekneye dönerken Girit Pansiyon'da kimsenin kalmamış olduğunu görüp kamaralarımıza çekilivermeden önce düşük volümlü bir kaç şarkı için gitarı tıngırdatmayı ihmal etmiyoruz.

28 Haziran 2011, Salı
Bugün, dünün yorgunluğunu çıkarırcasına biraz geç kalkıyoruz. Saat henüz 08.00. Selimiye yavaş yavaş uyanıyor yeni güne. Önce deniz sonra teknede keyifli bir kahvaltı.
Dün akşamdan Mehmet Sütçü ile buluşmayı beceremedik, borcum var, gidip mutlaka bir "merhaba" demek istiyorum kendisine. Aycan da katılıyor bana. Muhtarlık iskelesinde bağlanmış bir teknede Gezgin Korsan flaması görünce ona yöneliveriyoruz hemen. Evet, Hakuna Matata orada, Sütçü ailesi de havuzlukta kahvaltıdalar.


Alışverişimizi yapıp teknenin eksiklerini tamamladıktan sonra 11.30 gibi Selimiye'den ayrılıyoruz. Sis düdüğünü üç kere üfleyerek "hoşçakalın" diyorum Selimiye'ye. "Allah, müstahakkını versin" diyor hanımlar. Versin.
Bugünkü hedefimiz önce Aktur (Kurucabük), sonra Dirsek.
Selimiye koyundan daha çıkmadan ana yelken ve cenova 1. camadanda açılıyorlar. Rüzgar müsait, bizi 4-5 knot hızla ittiriyor. Koydan çıkıp Delikliyol Koyu'na girerken önce dar apaz, sonra orsaya gireceğiz. Aslında camadana gerek yokmuş. Rüzgara dönüp yelkeni tamamen açıyoruz. Hızımız 5-6 knot. Koydan çıktıktan sonra tremolalar ile Kurucabük'e doğru yükseliyoruz. Acelemiz yok. Bugün keyifli yelken günü. Öğle yemeği sandviçlerden ibaret. Esma'nın pek keyfi yok, karnı ağrıyor. Genellikle kamarada. Kurucabük'e yaklaştığımızda uzun soluklu bir kaç tramola yapmış, yelken doymuş olan ekip Esma'yı da daha fazla yormadan bir yerelere bağlanma telaşıyla Kurucabük'ten vazgeçiyor. "Dirsek'e gidelim, denize girelim, dinlenelim" diyor. Kurucabükü arkamızda bırakıp pupa yelken Dirsek'e doğru rota tutuyoruz. Bir buçuk saatlik yolumuz ya var, ya yok.

Geçen sene Dirsek'e ana yelken açık girmiştik. Bu kez böyle bir sorun yok. Koyun ağzına çok az kala yelkenleri kapatıp motorla giriveriyoruz içeri. Saat daha 3'e gelmedi. Restorana yaklaşıp merhaba dediğimizde "restorana çıkacak mısınız?" diye soruyorlar. Evet, çıkacağız. O zaman tonoz halatını gösteriyorlar. Ümit ağabey yanaşıyor bu kez iskeleye.

Pozisyonumuz 36041'.222N; 27058’.649E . Derinlik 3.7 metre.


Hemen suya atlıyoruz. Sonra da tepeye tırmanış. Elimizde birer su, başımızda şapkalar. Aycan gelmiyor bizimle.
5 kişi tepeye tırmandığımızda çok güzel manzaralar görüyoruz. Bir yanımızda Dirsek Bükü, diğer yanımızda Hisarönü körfezi gözlerimizin pasını siliveriyor.

Dirsek (Ağıl) Bükü


Hisarönü körfezi


Hisarönü körfezi
Manzaraya doyduktan sonra farklı bir yoldan dönmek üzere yola koyuluyoruz. Her adımda Dirsek Bükü makinelerimize farklı pozlar veriyor sanki.

Doğru yolu bulamadığımızı anlayınca değil ama, Esma'nın önünden bir siyah yılan geçince geri dönüyoruz. Çalıların arasından bacaklarımızı çize çize aşağı inen bir yol yaratıyoruz kendimize.


Her sene mutlaka çektiğim pozu bir kez daha yakalıyorum.
Restoranın önünden geçip teknemize kavuşuyoruz. Hemen mayolar giyiliyor, doğru denize. Kısa bir duş. Üşenmeyenler restorandan da yukarıda olan duşa gidiyor. Sonra giyinip bizim için ayrılan masaya oturuyoruz hava kararmadan. Koyun bizlere sunduğu renk şöleni ile gözlerimizi dinlendiriyoruz.



Masamızı ziyarete gelen köpekçik ile hem sohbetimizi, hem de yemeğimizi paylaşarak içkilerimizi yudumlamaya başlıyoruz.
Levent, hem iskelenin palamarcısı, hem restoranın baş garsonu. Çok düzgün bir aksanla konuştuğu İngilizcesini İngiltere'de yaşadığı 4 yıla borçlu olduğunu öğreniyoruz. Gece doğum günü kutlamaları ve animasyonlar (!) ile sonlanıyor.
Gitarımızı ancak 24.00'e kadar seslendirebiliyoruz. Bir kaç tekne yandan aldığımız alkışlara rağmen koy, o kadar sessiz ki, susuyoruz. Yatıyoruz.

29 Haziran 2011, Çarşamba
Bugün kalkış saatimiz 09.00 oldu.
Dirsek Bükü'nde sabah

Geç kahvaltı, uyuşan adalelerin gevşetilmesi, motorun çalıştırılması için karar verilmesi ve start. Saat 11.40.
Palamarları kendimiz alıp sis düdüğüne de üç kez üfleyip Dirsek Bükü'ne "hoşçakal" derken animatör-baş garson Levent de, restorandan siren çalarak yolculuyor bizi. El sallıyoruz birbirimize bir daha görüşmek üzere.
Dirsek Bükü ardımızda
Hedefimizde Aktur var bugün. Yelken yaparak Kurucabük'e gidecek, öğle yemeğini orada yiyecek ve sonra Söğüt'e dönerek geceyi orada geçireceğiz.
Bu sabah herkes dinç, kendini iyi hissediyor. Suat hariç. Küçük dili ve yumuşak damağı şişmiş. Görünüşte enfeksiyon yok. Bir enflamasyon giderici-ağrı kesici (Apranaks), bir de allerji ihtimaline karşı antiallerjik veriyoru. Kahvaltı onun için ızdırap oluyor.
Rüzgar 15-20 knot arasında geziniyor. Hızımız 6-7.5 knot arasında. Orsada iken dümen Suat'ta. İki kez küpeşteyi suya sokup dümene söz dinletemez olunca birer camadan şart oluyor. Camadanlı yelkenlerle bile 7.5 knot hızı görüyoruz. Bir kaç kez tremola ile Bozan Burnu'nu kurtarmaya çalışıyoruz. Sonra motorla koya giriyoruz. İskelemizde kalan küçücük bir koyda bir gulet ve bir kaç kaya var. Oraya bağlanıp rüzgar almadan yemek yiyelim, denize girelim teklifi bana çok cazip gelmiyor. Hemen pruvamızdaki tesislere doğru gidip 10 metreye demir atıyorum. Bu kez vinç kolu ile bırakıyorum demiri, hızla dibe düşüyor. 30-40 metre zincir döşüyorum. Tornistanda kontrol ediyorum. Tuttu. Bir süre daha bekleyip motoru kapatıyorum.
Pozisyonumuz 36044'.872N; 27053’.743E .

Denize giriş serbest. Rüzgar nedeniyle bu teklif pek cazip gelmiyor arkadaşlara.  Ama ben sudayım. Su çok soğuk. İki tur atıp demire de bakıp tekneye çıkıyorum.
"Motorla bizi kıyıya götür" diyorlar. Aycan, Esma ve Sinan'ı kıyıya götürüyorum. Motorun kafasını öne bükmeyi başaramadığımdan sahile pek fazla yanaşmadan iskeleye tırmanmalarını istiyorum. Çok uğraşıyorum ama motorun kafasını tekne içine doğru 90 derece almayı başaramıyorum. Olsun, çalışıyor ya. Üstelik bu kez pek de güzel kullandım dingiyi. Aferin kendime.

Kızlar denize girdikten sonra büfeden dondurmalarımızı alıp bota dönüyorum.
Botla tekneye yanaşmam da çok başarılı. Kendimi iyi hissediyorum.
Öğle yemeğinde zeytinyağlı barbunya var. Salata ile birlikte tüketiyoruz.
Rotamız, Söğüt. Daha önce tekne ile hiç gitmediğim bir yer. Azıcık geriyor beni. Ama gidip göreceğiz bakalım. Yıllarca önce maviturda bir uğramışız ama hatırlamıyorum.
Yelkenle, geniş apaz-pupa seyrinde Aktur'u geride bırakıyor, Yeşilova körfezine doğru yollanıyoruz. Önce Atabol kayalığı uzağımızda görüyoruz, sonra Yeşilova körfezine giriyoruz.
Aslında ana yelkeni indirmek üzereyiz. Ama ayı bacağı lafı geçince Sinan'a göstermek şart oluyor. Önce ekibin bumbayı ortaya aldıktan sonra diğer kontraya alma iddiası başarısızlıkla sonlanıyor. Sonra kaptanın iddiasının daha kolay olduğu, cenovanın çok daha kolay kontra değiştirdiği görülüyor. Bir süre sonra da sadece cenova ile 5 knot hızla gittiğimizi görüyoruz.
Önce Bozburun girişindeki Söğüt Adası'nı iskele bordamızda bırakıyoruz. Sonra Değirmen ve Taşlıca adalarını sancağımızda bırakarak Söğüt koyu'na dönüveriyoruz. Bir süre sonra da yelkenleri indiriyoruz. Motorlar iskeleye yaklaşıp el ediyoruz. bize açıktaki tonozu gösteriyorlar. İskelede yer yokmuş. T şeklinde bir iskele var. Sol tarafı ve T'nin bize bakan kısa bacağı gerçekten dolu. Sağ tarafta ise bir katamaran var ve biraz daha sığda insanlar denize giriyorlar.
Tonoz işi benim çok hoşuma gidiyor. İskelede tekneler arasında kalmayacağız. Ekip çok sevmedi ama, olsun. Motor ile gelip bize tonozun halatını veriyorlar. Bizim dingi, biraz önce iskele baş omuzluğa alınmış olduğu ve tonozu da o taraftan bize uzatmaya çalıştıkları için bir ufak dingi kazası oluyor. Ama adam, tonoz halatını bırakmıyor. Bir tornistan ile adamı ve tonoz halatını kurtarıp kendimizi bağlıyoruz. Altı kişilik yer ayırmalarını söyledikten sonra adamlar geldikleri gibi süratle gidiyorlar.
Pozisyonumuz 36039'.024N; 28003’.985E .

Octopus restoranın bende telefonu da yok. Bizi gelip almalarını nasıl söyleyeceğiz. Bizim dingi ile gitmek de istemiyoruz. Eyüp Ogan korsanımı arıyorum. Bize hemen telefon numarasını bulmaya çalışıyor. Bu arada Suat ile Sinan, dingi ile kıyıya çıkıp telefon numarayı almaya karar veriyorlar. Halatı da bıraktıkları için motor çalıştırmayı başaramadıkları o sürede koyda başıboş geziniyorlar. Sonra motor çalışıyor iskeleye çıkıp yerimizi ayırtıyorlar. Restoranda Eray bey, Eyüp korsanım tarafından aranmış, yerimiz zaten ayrılmış.

Akşam 8 gibi gelip bizi alıyorlar.

 Restoran tıklım tıklım. Bir sürü turist. Bize açıkta bir masa hazırlamışlar.
Esma, Ümit, Suat
Aycan, Tayfun
Karşımızda Söğüt koyu ve Opal (S/Y).
Opal (S/Y)

Söğüt
Çok güzel mezeler, ahtapot ve kalamar ızgara, ardından iki büyük levrek şarap eşliğinde bizleri doyuruyor. Çok geçe kalmadan bizi tekneye bırakmalarını rica ediyoruz. Bu gece istediğimiz kadar gitar çalıp yüksek sesle şarkılar söyleyebiliriz.
Yatışımız biri buluyor.

30 Haziran 2011, Perşembe
Dün akşam suyumuz bitti. Daha doğrusu depolardan biri boşaldı. Bu sabah iskeleye bağlanıp su alırız diye konuşmuştuk. Ama önümüzde sadece iki gün, bir gece var. Bir depo su bize haydi haydi yeter. Ama ekip ısrarlı olunca iskeleye yanaşmak şart oluyor. Hem, bir kaç kere yanaşıp çalışalım, iyi olur. Tekneler ayrıldı, yer de açıldı zaten. Rüzgara pruvamızı verip 4-5 teknelik boşluk olan yere önce Suat yanaştırıyor bizi. Akşamki garsonumuz tonoz halatını verip koltuk halatımızı alıyor. Tam bu sırada Suat'ın bow thruster'ı kısa bir süre çalıştırmasıyla yandan "Hayır" feryadı yükseliyor. Daha ne olduğunu anlayıp telaşlanamadan "tonozun halatını aldı bow thruster" diyor iskeledeki bir adam.
Gözlük ve şnorkeli alıp, bıçağı da cebime koyup suya bırakıyorum kendimi. İskele baş omuzluktaki pervane tüneline tonozun kıyıdan gelen halatı girmiş. Kendi etrafında dönerek sarmal olmuş. Tutup çekince kolayca elimde kalıyor. Operasyona gerek kalmadı. Yüzüm gülüyor. Restorandan haber geliyor Eray beyden "pervane kırıldı ise tekne su alır. Ön kamaradaki yatağın altını kaldırıp bir baksınlar." Bakıyorum, kupkuru. Yüzüm şimdi gülüyor.
Sonra dün akşamki servis kaptanımız Hüseyin ağabey bize biraz akıl veriyor. Koltuk halatını verdikten sonra dümeni rüzgarüstüne basıp sonra tonoz halatını bağlamamız gerektiğini hatırlatıyor. Rüzgar tam burundan değil, biraz iskele baş omuzluktan geldiği için sancağımızda kalan tekneye ittiriyor bizi geri geri gelirken. Bu nedenle tam rüzgar altımızda kalan tekneye yanaşarak, hatta ona yaslanarak daha kolay bağlanabileceğimizi söylüyor. Suat'a göre önce tonoz bağlanmalı. Aslında hepsinin süratle yapılması gerektiğini, önceliğin rüzgarüstü koltuk halatında olduğunu, iskeleye bir kez bağlandıktan  sonra dümeni rüzgarüstüne basınca teknenin o tarafa doğru düzeldiğini, ama tonozun da süratle alınıp bağlanması gerektiğini düşündüğümü söylüyorum.
Bir sonraki denemeyi Aycan yapıyor. Bir tekne daha kaçıyor iskeleden bu arada. İskelemizde kalan lacivert teknenin kaptanı da tedirgin olup dışarı çıkıyor, bizi gözlüyor. Esma ve Sinan iskeledeler, tonoz halatı vermek ve koltuk halatını almak onların görevi. Üçüncü denemeyi Esma başarı ile gerçekleştiriyor. Ümit ağabey'den sonra sıra bana geldiğinde tonoz halatını kolayca başa götürmemize rağmen koltuk halatını kaçırıyoruz ve yandaki tekneye yaslanıyoruz. Böyle de kolay bağlanılıyormuş gerçekten. Sonra su alıyoruz. Tekrar motor çalıştırıp rüzgar altımızdaki tekneden borda bordaya zarar vermeden ayrılmaya çalışıyoruz. Bir ara dümeni düz tutmama rağmen kıçımız hafifçe yandaki tekneye yanaşıyor ama demirine takılmadan minik bir sürtünme sesi ile iskeleden çıkıyoruz. Saat 12'e yaklaşıyor.

Yelkenlerimizi koyda açıp Değirmen Adası'na yaklaşınca motor yelken o boğazdan çıkıyoruz. Sonra Yeşilova Körfezi'nde tramolalar ile sıkı orsa seyri yaparak Kızıl Burnu kurtarmaya çalışıyoruz. Tam saat üçte Kızılburun iskele bordamızda kalıyor. Kızılburun'u dönünce geniş apaza geçiyoruz. Hızımız hep 5-7 knot arasında. Burnu dönünce Bozukkale çok uzak değil. Çatal Adalar'a kadar yelken yapıp oradan geri dönüp koya öyle girelim isterseniz teklifim kabul görmüyor. "Yelkene doyduk, gidip denize girelim" diyorlar.
Bozukkale iskele baş omuzluğumuzda
Motor çalıştırıp yelkenleri indiriyoruz. Bozukkale'ye girdiğimizde saat 16.30. Girişte hemen iskelemizde kalan her zaman bağlandığım restoranın iskelesine bağlanacağım yine. İskele bu saatte çok müsait. Bayrak sallıyorlar. Usturmaçalar yerine bağlanıyor. Koltuk halatları hazırlanıyor. Sinan tonozda. Suat dümende. Çok sorunsuz bir şekilde yanaşıp bağlanıveriyoruz. Hemen deniz. Su biraz soğuk ama Aktur'dan sonra çok sıcak geliyor bize. Balıklarla tertemiz suda yüzüyoruz.

Oğlan arıyor bu arada "Baba, ben pazar günü gidiyorum". Katar'da iş bulmuştuk ona. Sağlık raporu, ikamet ilmuhaberi, pasaport falan derken bugün aramışlar, "pazar günü gidiyorsun" demişler. Heyecanlanıyoruz. Cumartesi sabah otobüsle dönecektik. Cuma akşamına uçak bileti alıyoruz internetten.

Hava kararmadan kaleye çıkılmalı. Herkes ayakkabılarını giyiyor. Başta şapkalar. Tırmanmaya başlıyoruz. Tırmandıkça çok güzel karelere şahit olmak mümkün.
Bozukkale

Bozukkale'den Ege'nin görünüşü
Önce kaleyi fethediyoruz.

Sonra kendimizi..


Bozukkale'nin manzarası doyulası güzel.


Uzakta Rodos...

Taşların üzerine oturup artık susuyoruz. Gözlerimiz, kulaklarımız, beynimiz güzelliklere doyuyor.


Geldiğimiz yoldan dönüyoruz geriye.
Bir kez daha deniz. Bazılarımız için duş. Sonra üzerimize birer hırka. Restorandayız.

Mezeler, ahtapot, üretme levrek şarap ve rakı ile beraber bizim oluyorlar. 500 TL bırakıyoruz biz de Barbaros Hayrettin Paşa'ya.
Sonra gitar, bolca şarkı, biraz da viski. Yandaki tekneden alkışlar alıyoruz ama çok geçe kalmadan susuyoruz. Usulca herkes köşesine çekiliyor.

1 Temmuz 2011, Cuma
Bugün son gün. Akşam 1700'den önce tekneyi teslim etmeliyiz. Yolumuz uzun. Saat 7'i çeyrek geçe iskeleden ayrılıyoruz. Üç kısa düdükle "hoşçakal" diyerek.
Kızılada'ya kadar rüzgar yok. Motorla gidiyoruz.
Kızılada
Saat 08.15'te Kızılada'yı sancak bordamızda bırakıyoruz. Tam bir saat sonra da Arap Adası'nı iskele boramızda bırakarak arkasına dönüp koyda 6-7 metreye demirimizi bırakıyoruz. Koltuk halatımızı bağlama görevi Sinan'ın.
Pozisyonumuz 36.39'.343N; 28.08'.482E.
Önce deniz, sonra güzel bir kahvaltı. 11.30'da hareket. Marmaris'e 22 dm yolumuz var. Hemen yelkenler açılıyor. Geniş apaz- pupa gidiyoruz. Hızımız 5-7 knot arasında.

Saat 14.00 gibi Kumlubük'te denize girmek üzere demirimizi 7 metre suya bırakıyoruz. Biz denizdeyken yanıbaşımızdaki şamandırayı yakalayıp tonoza bağlanan teknede Colin var. Merhabalaşıyoruz bağırarak. "Are you still alive?" diyor bize gülerek. "Evet, hala sağız".
Bugün kedi başımıza denizlerde dolaşabiliyorsak haspel kader, bunda Yüksel Yatçılık eğitmenlerinden Colin'in rolü çok büyük.
Hatırım için makarna yapılıyor. Teknedeki son yemeğimiz. İki tencere dolusu makarna bitiyor. Bir kez daha deniz. Sonra ver elini Netsel Marina. Üçü çeyrek geçe Kargıtaşı adasını geride bırakıp boğaza doğru yaklaşıyoruz. Yanımızda, peşimizde bir çok tekne Marmaris'e rota tutmuş. Biz çok geç kalmadan mazotumuzu alıp tekneyi teslim edebilirsek, saat altıya kalmadan taksiye binmiş olabiliriz. Suat'ın uçağı sekizde, bizimki ise dokuzda.
Bunlar hüzünlü dakikalar. Bitiyor işte. Ne kadar uzaktaydı halbuki. Sonra günler geçti, tarih yaklaştı, tekneye bindik. Birazdan da ineceğiz.
Benzincide biraz kuyruk var. Bir daire etrafında dönüyoruz. Sonra sıra bize geliyor. Uzunca bir süredir mazot pompaları bozukmuş. O nedenle bir kamyondan tek bir pompa ile veriyorlar mazotu. Erken gelmiş olmamıza rağmen sıra olması bundanmış. Çok güzel bir şekilde yanaşıyorum iskeleye. Biraz tornistan ile iskelenin açı yapmış olan kısmından uzaklaşmam gerekiyor sadece. 36 litre mazot tüketmişiz.
Benzincide
Şimdi sıra, G pontonunda. Oraya da güzel yanaşmalıyım. Bir zodyakta "yardım ister misiniz? diye soruyorlar. "madem buradasınız, olabilir" diyorum. Ama onlara gerek kalmıyor. Bana gösterilen yere değil, daha içerideki iki tekne arasına gayet keyifli bir şekilde yanaşıveriyorum. Zodyak, ben yanaşmadan önce "bana ihtiyacınız yok sizin" diyerek gidiyor. Tonozu alıyoruz, koltuk halatları veriliyor. Tonozu geriyoruz. Motoru kapatıyoruz.
Pozisyonumuz 36.51'336N; 28.17'360E. Saat 16.55
Tekneyi teslim edip duşa gidiyoruz. Altıya doğru geride kalanlara ve Opal'e hoşçakal deyip, Suat, Esma ve ben ayrılıyoruz.