Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

27 Mayıs 2011 Cuma

BUTİK KAZDAĞLARI

19 Mayıs tatili, kısa bir tatil için iyi bir fırsat gibi göründü gözümüze. İnternet sayfalarına dolaşırken gözümüze
çarpıveren Cafetur'un "Butik Kazdağları" turu dikkatimizi çekti. Kaz Dağları'nı yıllar önce ziyaret ettiğimizde güzelliğine hayran kalmıştık. Köpeğimizle bizi kabul eden yegane otellerden biri de Kaz Dağları'nda idi: Öngen Otel. Manzarası muhteşemdi bu otelin. Sırtını dağlara yaslamış, gözlerinizin önünde ise muhteşem Edremit körfezi.
Cafetur kaydımızı kesinleştirip çarşamba akşamının gelmesini bekliyoruz. Son akademik yükümü de yerine getirmek üzere yoğun bir şekilde bilgisayar başında geçirdiğim saatlerden sonra sanırım bana da
iyi gelecek. Emekli oldum, ama hala birileri faydalansın diye bir şeyler yazma çabasındayım. Yüksünmüyorum, ama zaman zaman da beni düşündürüyor bu yapım.

Tur otobüsü ile Beşiktaş'ta Yıldız Camii önünde buluşuyoruz, çarşamba akşamı 22.30'da. Onur Can getiriyor bizi sağolsun. Geceyarısına bir saat kala otobüsümüz hareket ediyor ve hemen köprüye giriveriyor.
Bu saatte bile köprü trafiği hala adım adım. 16 dakika sonra Göztepe Özel Tarhan Koleji'nin otoparkındayız. Geceyarısına kadar diğer yolcuları bekliyoruz. İki otobüs var. Birisi de Bozcaada turu yapacak. Saat 24.00'te iki otobüs de hareket ediyor. Kısa bir süre sonra yastıksızlıktan nereye düşeceğini şaşıran başımın verdiği
rahatsızlık hissini yenmeye çalışarak uyumaya gayret ediyorum. Bir ara Eskihisar araba vapuru için beklerken uyanıyorum, bir ara da feribotta. Çok beklemişiz aslında feribotu. Sabah 6 gibi bir mola veriliyor. Ama ben köy kahvaltısı alacağımız saati bekliyorum.

Sabah kahvaltımız, Çamlıbel Köyü'nde Saklıbahçe'de. Hava masmavi, güneş pırıl pırıl, hafiften bir serinlik. Masalarımız çoktan hazır. Çaylarımız da geldi mi değmeyin keyfimize.
 10'a doğru kahvaltı sonlanıyor, otobüslerimizle Tahta Kuşlar köyüne geri dönüyoruz. Alibey Kudar Etnografya müzesindeyiz. Bir aile müzesi burası. Yöreye ait dokuma tezgahları, çanak çömlekler, ev eşyaları, bir kitaplık, dünyanın en büyük su kaplumbağası'nın dış kabuğu gibi farklı ürünler sergilenmiş. Ödül de almış bu butik müze.

 Sonra otele geliyoruz. Adrina Otel, Edremti Körfezi'nde deniz kenarında yeniden yapılanmış çok şirin bir otel. Edremit körfezinin bütün güzelliği ve çevreleyen dağların yeşilliği ayaklarınızın altında. Belki de biz onların ayakları altındayız, kim bilir?

Odalara eşyaları atıp süratle aşağı iniyoruz. Safari jipleri gelecek. Kaz Dağları'na ciplerle çıkacağız.
3 tane jip var. Biz şöfor yanına yerleşiyoruz hemen, yol tutar mutar.




Fotoğraf çekmek için ilk durduğumuz yer, bir anıt ağaç. Adı, Platanus Orientalis. Boyu 30 m., çevresi 860 cm. On kişi el ele tutuşarak çevresini ancak çevreleyebiliyoruz. Sonra sırada Hasan Boğuldu şelalesi var. Ciplerden iniyoruz. Çantaları cipe bırakıyoruz. Obalı Emine ile ovalı Hasan'ın aşk hikayesini anlatıyor bu şelale fısıldayarak bizlere. Birbirlerini çok seven bu çiftin oba geleneklerine aykırı da olsa evlenebilmeleri için Hasan'ın sırtında tuz dolu bir çuvalı iç dinlenmeden, obaya kadar getirmesi gerekir. Hasan sırtında bir çuval tuz, beraberinde Emine ile yola koyulur ancak yolun sonunu getirmesi mümkün olmaz. Sırtındaki tuz, güneşin kavurucu sıcağında bütün sırtını yakar ve Hasan yığılır kalır. Emaneti sırtına alan Emine köye ulaştırır. Ancak geride bıraktığı Hasan bir türlü gelmez. Ger dönen Emine Hasan'ın gömleğinin bir parçasını bulur şelale yakınlarında. Hasan'ın Emine'yi çağıran sesi, günler boyunca Emine'yi rahat bırakmayınca Emine de dere kenarına kendini asarak Hasan'ına kavuşur.



 Şelaleyi görüntülemek için kısa bir mola verdikten sonra sırta doğru yürüyoruz. Tepenin hemen ardında küçük bir gölet var. Tam da girilesi bir gölet, ancak mayolar yanımızda değil. Ayaklarımızı ıslatıyoruz. Biraz daha ileride ise daha da büyük bir gölet bizi çağırıyor. Ama uzaktan seyretmekle yetinmek zorundayız.




 Sonra aynı yoldan geri dönmektense ayakkabıları çıkarıp paçaları sıvayıp dereyi geçiyoruz br kaç kişi. Bir kır lokantasında kuyruğa girip köfte, bulgur pilavı ve salatadan oluşan yemeğimizi yiyip tekrar jiplere biniyoruz. Bir yangın gözetleme istasyonuna çıkarıyor bizi jipler 45 dakikalık bir yol sonrasında. Manzara muhteşem. İda dağları muhteşem. Pozantı'da Yunus ağabeylerle çıkmıştık böyle bir gözetleme istasyonuna. Orası da yemyeşildi. Ama burası farklı. Dingin, göz alabildiğine yeşil, dağ, tepe. Hava pırıl pırıl, dağların üzeri hafiften puslu. Dünyada oksijenin en bol olduğu ikinci yermiş burası.


Bolca oksijen depoladıktan sonra jiplere biniyoruz tekrar. Bazılarımız bir miktar yürüdükten sonra jiplerle buluşuyor.

 İniş yolunda bir dere ziyaretimiz daha var. Nasıl da çağırıyor bugün sular bizi.





Hava kapanıyor yavaştan . Jiplerin tenteleri kapatılıyor. Hafiften çiseliyor önce, sonra da birden boşanıveriyor üzerimize. Çok da uzun sürmüyor. Her taraf tertemiz oldu. Otele geliyoruz ve yorulmuşuz, sızıyoruz.
Akşam yemeğinde beyaz şarap ve balık. 22.30'da bir kez daha sızıyoruz, ancak sabah uyanırcasına bu sızış. Depremi bile duymuyoruz. Kahvaltıda öğreniyoruz Simav'da deprem olduğunu, İstanbul'dan bile hissedilmiş.

20 Mayıs 2011 Cuma
Bugün rotamızda önce Asos var. Şirin Asos'a gitmeden önce Zeus Altarı ve Adatepe köyü ziyaret edilecek. Adatepe köyüne girmeden otobüsümüz park ediyor. Diğer otobüs ise Bozcaada yolunda. Hedefimiz Zeus Altarı.
Hava sıcak, yol yokuş, sular elimizde. Yolda Adatepe'nin fotoğraflanması da ihmal edilmiyor.



Altar (sunak), çok tanrılı dinlerde tanrılara kurban ve adak sunulan taştan yapılmış, genellikle dikdörtgen şekilde yapıların genel adı. Yıllar sonra bu muhteşem manzarayı bir kez daha görmek nasip oluyor. İnsanın nefesi kesiliyor bu güzellik karşısında. Buraların neden onca kavim tarafından istila edildiğini, daha onlarca sene önce bile niçin bu topraklar uğruna kan döküldüğünü anlıyor insan buradan bakınca.



İnişimiz Adatepe köyünde sonlanıyor. İlyada destanında "Gargaros" olarak geçen ve yerleşimi antik çağlarda başlayan bu köyde süremiz çok kısıtlı. Rehberimize ağrı kesici vermek üzere otobüse geri döndüğümde grubun geri kalanı köye çoktan dağılmış bile. Tek başıma şöyle bir tur attıktan sonra köyün kır kahvesinde soğuk bir limonata içiyorum. Bir sıra masa, Adatepe pansiyona, ikinci sıra bir başkasının, diğer iki sıra masa ise oradaki çaycıya ait. Kahve içmek için öbür iki sıradaki masalara geçiyoruz grup geri gelince. 11.30'da hareket.





Yol üzerinde, Küçükkuyu'da bir zeytin müzesine uğruyoruz. Lokal rehberimiz Nevzat bey uzun uzun anlatıyor bize zeytinin ve sabunun öyküsünü.




 Zeytinler, sabunlar alındıktan sonra rotamızı Behramkale'ye çeviriyoruz.
Yıllar sonra yeniden Behramkale'deyiz nihayet. Köyün taştan patikalarında açık hava müzesine doğru yükselirken etrafımız rengarenk. Taştan evler, satıcılar, yükseldikçe gözler önüne serilmekte olan körfez...


Hava açık ve sıcak. Akropolis'e giriyoruz biletlerimizi aldıktan sonra. Akropol'deki Athena tapınağı Anadolu'daki arkaik dönem tapınakları arasında özel bir yere sahipmiş. M.Ö. 540-530 tarihleri arasında inşa edilen tapınağın bir kaç sütunu duruyor ayakta.


Fotoğraflanacak onca güzellik var ki. Ne kadar dingin, ne kadar huzur verici bir yer burası. Karşıda Midilli
adası körfezin girişini kapatmış. Onlar 6 mil, biz 3 mil desek de kıta sahanlığı nerede başlar, nerede biter bilmek mümkün değil.

Alıcı bir kuş uçuyor yakınlarda. Parmaklar deklanşörlerde. Gözler ise kuşun dalışlarının güzelliğine takılmış.

Akropol çıkışına bir camii inşa edilmiş: Hüdavendiar camii. İçi buz gibi. Dışarı ise kaynıyor. Minibüslerle Asos'a iniyoruz.



Balıklarımız önceden sipariş edildi. Yıllar sonra yine, yeniden Asos. Her seferinde çok seviyorum bu şirin kıyı beldesini. İnsanlar denize giriyorlar. Biz ise masalarımıza oturup bu gibi biralarımızı yudumlarken balıklarımız bkliyoruz. Zaman problemi nedeniyle biraz süratli oluyor bu öğle yemeği. Ama tadına doymak mümkün değil. Üzerine bir de dondurma, birazcık mendirek keyfi.





Sonra yine minibüslerle yuarı çıkıp otobüsümüze biniyoruz. Aycaık'ta Nevzat beyi bırakıp kısa bir yolculukla
Çanakkale'ye ulaşıyoruz. Feribot bizi çok bekletmiyor.


 Açık havada geçmek şart boğazı. Hava da güzel. Yeniden Lapseki'deyiz uzunca bir aradan sonra.

3 saatlik yolculuğun bir bölümünde Ata Demirer'in tek kişilik dev kadrosunu izliyoruz DVD'den. Yüz
kaslarımız ağrıyor gülmekten. Akşam 9 gibi Tekirdağ'da köfte molası, ardından 24.00'te Beşiktaş'ta turun sonu.