Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

1 Şubat 2015 Pazar

İTALYA GEZİMİZ

Milano, Como, Lugano, Cinque-Terre, Floransa

Biletler yine annemlerde şarap içerken alındı, konaklama ve güzergah kardeşim Tamer'e bırakıldı. Ertesi sabah uyandığımızda uçak biletlerini geri vermenin bedeli çok yüksek olacağından mecbur bu tatile çıkılmaya karar verildi ve tatil tarihine kadar yoğun çalışıldı, tatil hakedildi.

28 Ekim 2014 Salı

Saat 09:00’ da Sabiha Gökçen Havalimanı'nda duty freeshopta buluşuldu. Etrafa bakınıldı ve sonra kahve içmek üzere bu alışveriş tuzağından çıkıldı.Son çağrı ile otobüse en son binen yolcular olundu, azıcık mahçup olundu, ama sonunda uçağa binildi. PEGASUS Havayollarının 11:40 kalkışlı tarifeli seferi ile Bergamo Orio al Serio Havalimanına yolculuğumuz gecikmesiz başladı. Yerel saat ile 13:15’ de Bergamo’ ya inildi. Pasaport kontrolü ve bavul işlemlerinin ardından adımıza kiralanmış Ford C-MAX aracın teslim alınması niyetiyle araç kiralama şirketinin havaalanı içindeki ofisine gidildi, resmini göremedğimiz, ama büyüklüğü konusunda garanti verilen bir Nissan NV200 üzerinde anlaşıldı, anahtarı teslim alındı ve otoparka gitmek üzere shuttlebus'a binildi. Otoparkta arabanın yeri bulundu, araba beğenildi, kızlar arka koltuklara erkekler ön koltuklara oturdu. Tamer şoför koltuğuna bir kez oturdu ve gezi boyunca bir daha o koltuğu kimselere vermedi.

Yaklaşık 1 saat sonra Milano'ya ulaşıldı ama şehir merkezine bir türlü ulaşılamadı. Yoğun trafik aşılıp konaklanacak otel (madisonhotelmilano) bulundu. Bavullar indirildikten sonra yakın bir sokaktaki otoparka araba park edildi.Azıcık dinlenilip bedenler hemen metroya atıldı. Üç durak sonra Duomo durağında inilerek İtalya'nın ticaret, kültür ve tasarım başkenti olmakla övünen şehri, Milano'nun akşamlarına akıldı, şıklığın ne kadar olduğunu görmek üzere.

Duomo Katedrali

Meydanı çevreleyen binalardan bir örnek

Katedral kapısındaki işlemeler


Piazza del Duomo
Duomo Katedrali'nin Gotik tarzın en gösterişli örneklerinden bir olduğunu yazıyor Berlitz cep rehberi. Yapımına 1386'da başlanmş.Ön cephe 1813'te tamamlanmış.

Galleria Vittorio Emanuele

Meydanın hemen kuzeyinde bir alışveriş merkezi yer alıyor: Galleria Vittorio Emanuele. Bir çok ünlü markanın ve şıklığın hakim olduğu dükkanlar ve ziyaretçiler dolu bu alışveriş merkezinde.

AVM'nin arka kapısından çıkıp atıyoruz kendimizi caddelere.

Uzun uzun yürüyüp akşamın çökmesi ile artan soğuğa aldırmadan meydana geri dönüyor ve kendimize yiyecek bir yerler arıyoruz.



Meydana yakın bir sokakta, sokak ortasında kafeteryamsı bir restorana fit oluyor ve oturuyoruz. Isıtıc ufolar bile ısınmamıza tam olarak yetmior. Orta karar pizzalar ve bir İtalyan şarabına dünyanın parasını ödeyip bir sonraki akşam asla meydan civarında turistik bir yerde yememeye yemin ederk kalkıyoruz. Otele kadar uzunca bir yürüyüş sonrasında dinlenmek ve uyumak üzere odalarımıza çekiliyoruz.


29 Ekim 2014 Çarşamba

Bu sabah, 7.30'da yola çıkıyoruz. Önce Lugano (İsviçre) sonra da Como Gölü ziyaret edilecek. Akşam  Santa Maria della Grazie’de İsa’nın son akşam yemeği tablosu turuna katılacak olduğumuzdan program biraz sıkışık olacak. Tomtom bizi önce A8 yoluna çıkarıyor, sonra da kuzeye A9 yoluna. Kafamızı çalıştıramadığımızdan önce otobandan çıkıp Como'ya bir giriyor, sonra yol sorup tekrar otobana giriyor ve Lugano'ya doğru koyuluyoruz yola. Gümrükten geçerken sorun çıkarsa geri döneceğiz.

Yarım saat sonra İtalya-İsviçre gümrüğündeyiz. Tek şeride inen yol, gümrük kapısından geçerken şöylesine bir bakan polislerin gözetiminde, sorunsuz ülke değiştiriyoruz. Kısa bir süre sonra Lugano'dayız. Kapalı bir otoparka arabayı bırakıp göl kenarına iniyoruz. Hava burada da soğuk. Sokaklar tenha.Gölün üzerinde hafif bir sis. Gölde kuğular.


Lugano

Lugano gölü

Lugano



Göldeki kuğulara bir şeyler vermek üzere çantayı karıştırınca bir paket kraker çıkıyor. Göl kenarında iskeleye çıkıp suya atmaya başladığımda kuğular uçarak geliyorlar. Bir tanesi oldukça sabırsız sol elimdeki paketi kapmaya çalışıyor.


Lugano haritası
Şehir turu için küçük bir tren var. Arabamızla yapabileceğimiz şehir turunu para verip bu trenle yapmak istiyor ekip. Öyle de yapıyoruz.


Yarım saatlik turun ardından şehir meydanını ve sokakları da ziyaret edip şehirden ayrılıyoruz.


Rota: Como Gölü (Lago di Como).


Yarım saat sonra Como'dayız. Araba için otopark bulmak biraz sorun olsa da Funiküler'e 20 dk'lık bir yürüyüş mesafesinde kapalı bir otoparka bırakıyoruz arabayı.


 Füniküler ile yukarıya çıkıp Como Gölü'ne bir de yukarıdan bakmak gerekiyor. Tuvalet falan derken bizi bekleyen füniküleri kaçırıyoruz. Bir sonraki 15 dakika sonra.

Füniküler girişi (solda) ve bir restoran
Yukarıda ufak kafeler, küçük bir meydan, yukarıya doğru çıkan bir yokuş var. Süratli bir gözatış sonrasında o kafelerden birisine oturup bir şeyler yiyoruz.

Füniküler son durak

Hızla bir şeyler yeyip fotoğraf makinemizi de biraz şarj ettikten sonra füniküler ile tekrar aşağı inip arabaya kadar yürüyüp yola çıkıyoruz. Milano'daki turumuz 16.30'da başlayacak. Esma biletleri çok önceden internetten satın almıştı.
Tomtom bizi tam 16.00'da Santa Maria della Grazie kilisesinin neredeyse dibine bırakıyor. Kilise, 1463-1482 yılları arasında Guiniforte Solari tarafından inşa edilmiş Gotik bir yapı.




Santa Maria della Grazie kilisesi

Kilisenin içine şöyle bir göz attıktan sonra elimizdeki kağıtlara bakınca anlıyoruz ki tur, buradan başlamıyor. Kaldırımda oturmuş gençlere elimizdeki kağıttaki adresi gösterdiğimizde kısa bir tartışma sonrası bize doğru yolu gösteriyorlar. Neredeyse yarım saatlik bir yürüyüş sonrası Castello Sforzesco isimli kalenin ana kapısı önünde tur rehberimizi ve grubu buluyoruz. Bizden sonra gelen bir iki kişi daha oluyor ve önce kale ve Milano'nun kısa tarihi hakkında bilgilendirildikten sonra kilisede sonlanacak turumuza başlıyoruz. 18.00 gibi kilisede olacağız. 18.20'da müzeye alınacağız.
Arkada, Castello Sforzesco

Castello Sforzesco Kalesinin ana kapısı


Kalenin hemen girişinde tuvaletlerde ihtiyaç giderildikten sonra tur başlıyor. Kalenin arka kapısından geniş bir parka çıkılıyor. Eskiden kralların av yaptığı yeşil bir orman olan bu alanda şimdi genç erkeklerin genç kızları avladığını öğreniyoruz.
Ana caddelerden yürüyerek 17.45 gibi yeniden Santa Maria della Grazie kilisesine geliyoruz. Bir kahve molası veriliyor. Kilisenin ana kapısının solunda yer alan Dominikenlerin üçük yemekhanesinde Da Vinci'nin tablosu. 18.15'te bizi içeri alıyorlar. İçeride sıramızı bekliyoruz. Küçük gruplar halinde güvenlik kapılarından giriliyor daha da içeriye. Sıramız geldiğinde biz de içeri giriyoruz. Büyücek bir odanın beyaz badanalı dört duvarından sadece ikisinde bütün duvarı kaplayan iki büyük tablo var duvara boyanmış olan. Küçük sıralarda öğrenciler gibi oturuyoruz. İçeride iki ayrı grup halinde toplam 40 kişi var. Her grup kendi rehberini dinliyor. Fotoğraf çekmek yasak. Son Yemek tablosu uzun uzun anlatılıyor. İsa'nın "aranızdan biri bana ihanet edecek" dediği akşamki yemeğin tablosu bu. Anlatım bitince tabloya yakından bakma şansımız oluyor. Tam karşısındaki tabloya da bir dakika ayırıyoruz ve sonrasında salondan atılıoruz. Hemen arkamızdan gelecek gruba yer açmak üzere zoraki bir telaşla salondan çıkıyoruz. Dışarıda fotoğraf çekmek için bir reprodüksiyonu var son yemeğin.
Leonardo da Vinci - Son Yemek (reprodüksiyon)
 Rehberimize teşekkür ederek ayrılıyoruz kiliseden. Sıra geldi Tamerleri bulmaya. Yarım saatlik bir yürüyüş sonrası Duomo meydanında Tamerler'le buluşuyoruz. Onlar da dolaşmaktan yorulmuş ve sıkılmışlar. Metroya binip otelin sokağında dün akşam gördüğüm ve "yarın akşam burada yiyelim" dediğim bir restorana giriyoruz. Ve çok memnun kalıyoruz. Tıka basa doyuyoruz. Ev yapımı şarap bir fazla gazlı geldiğinde bir şişe kırmızı şarap açtırıyoruz. Mısırlı garsonumuzun ikramları ile keyifli bir akşam geçirip iki adım ötedeki otelimize girip yatıyoruz.


30 Ekim 2014 Perşembe 
Sabah erken uyanıp arka sokaktaki kiliseyi bir ziyaret ediyorum. Sonra kahvaltıda Tamerler ile buluşuyoruz. Bugün, Milano'dan ayrılma günümüz. Önce Portofino, sonra Cinque Terre var rotamızda. Milano'nun sabah trafiğinden kurtulup otobana çıkışımız tam bir saatimizi alıyor. Ondan sonra da iki saatlik bir yol var önümüzde. Cenova'ya kadar dümdüz bir yoldan güneye iniyoruz. Cenova'ya girmeden yol doğuya dönüyor ve bizi denizi görebildiğimiz bir mesafeden Rapallo'ya götürüyor. Rapallo'dan tamamen deniz kenarına iniyor ve Santa Margherita üzerinden Portofino'ya ulaşıyoruz. Bu kıyı, İtalyan Rivierası olarak anılıyor. Portofino'ya yaklaştıkça yol daralıyor, bisikletle gezintiye çıkmış insanlar çoğalıyor.

İtalyan Rivierası'nda bir kıyı manzarası
S.Margherita-Portofino yolu


Daha önce Portofino'ya Santa Margherita'dan bir tekne ile gelmiş ve büyülenmiştik. Bu kez karayolu ile geliyoruz. Arabayı kapalı otoparka bırakıp yürüyerek sahile iniyoruz.

Portofino

Portofino

Portofino

Portofino

Portofino
Daha önce de geldiğimizde hayran kaldığımız bu küçücük kasabanın yukarısına, mezarlığa doğru giden yokuşa tırmanıyoruz. Kilisenin hemen arkasında enteresan bir mezarlık var.

Portofino Kilisesi (Castello Brown)


Portofino mezarlığı

Mezarlıktan açık denize bakış

Portofino Limanı

Portofino Limanı
"Artık yola çıkma zamanı. Yolumuz uzun ve görülecek çok yer var" deyip aşağı iniyoruz ama kendimizi bir masaya oturmuş buluyoruz. Dört tost, iki bira ve iki portakal suyuna dünyanın parasını ödedikten sonra kalkıp yola koyuluyoruz. Yeniden S.Margherita'dan geçerek Cinque Terre Ulusal Parkı içindeki beş kasabayı göreceğiz.
Portofino'yu bu kez araba ile arkamızda bırakarak tekrar geldiğimiz yola giriyoruz. S.Margherita'dan E80 yoluna çıkıp sonra dağlardan Vernazza'ya ineceğiz.Vernazza,  Cinque Terre 'yi oluşturan 5 kasabadan bir tanesi ve Vikipedia'dan öğrendiğimize göre Latince doğal anlamına gelen Verna kelimesinden geliyor. Cinque Terre'yi oluşturan diğer kasabalar ise Monterosso, Corniglia, Manarola ve Riomaggiore.

Vernazza, umduğumuz kadar yakın çıkmadı. Otobandan ayrıldıktan sonra dağ yollarında zaman zaman "acaba kaybolduk mu?" endişesini de yaşayarak, ama çoklukla yeşillikler ve uzakta, aşağıda denizin görüntülerine hayran olarak bayağı bir yol kattetik. Anladık ki, diğer dört kasaba da bu şekilde dik yamaçlardan aşağı inilerek görülecek ve bugün hepsini görmek nasip olmayacak. En sonunda yol heyelan nedeniyle kapandığını anlamamızı sağlayan beton bloklar daha ileri gitmemize izin vermediği notadan geri dönerek bir süre sonra önümüze çıkan konuşamayan bir italyan amcadan el işaretleri ile yol tarifi almayı başararak bayağı bir geri dönüp bir başka yoldan Vernazza'ya inmeyi başardık. Ancak, Vernazza'ya 1-2 km kala yolumuzu kestiler, ulusal parka girdiğimizi anlamamızı sağladılar. Bunun için biraz para alarak arabamızı park edeceğimiz bir yer gösterdiler. Cebimizden para çıkınca, bir süre yürüyerek kasabaya ulaşacağımızı anlamamız da daha kolay oldu. Yanımıza rüzgarlıklarımızı da alarak güneşin ve temiz havanın tadını çıkararak yürümeye başladık. Saat, 17.00.

Aslında aşağıdaki gibi bir manzarayı görmek kısmet olmadı:

Ama yarım saatlik bir yürüyüşün sonunda küçücük, ama çok şirin bu sahil kasabasına ulaştık. Portofino benzeri renklerle boyanmış, ya da daha doğrusu bir zamanlar boyanmış ama yıllardır bir daha boyanmamış binalarla çevrili küçük bir balıkçı barınağı, ufak bir kilise, tepede küçük bir kalemsi yapı, bir sürü turist, bir kaç tane suya demir atmış tekne.
Vernazza

Vernazza

Vernazza

Vernazza
Biraz deniz havası aldıktan sonra yola koyulalım isteğimiz, bir masaya oturup bir şeyler içelim isteğimize mağlup geldi ve oturduk.

Süratle susuzluğumuzu giderdikten sonra hesabı ödeyerek kalktık. Bir ya da iki kasaba daha görebilirsek şanslıyız ama pek de umudumuz yok. Hava kararmadan böyle bir şansımızın olması ümidiyle tekrar, bu kez yokuş yukarı yürüyerek arabaya geldik ve yola koyulduk. Yavaştan güneş ufka yaklaşmaya başlarken uzaktan şimdi adını hatırlayamadığım bu kasabalardan birisinin resmini çektik, bir süre gün batımına şahitlik yapmak üzere yol kenarında durduk, sonra yeniden yola koyulduk.




Son bir gayretle bu kasabalardan birisine (Riomaggiore) inen yola saptık. Ancak kasaba içine araba ile girmek yasak olduğundan yol kenarına park edip, yeniden bir o kadar daha yolu yürümeyi gözümüz kesmediğinden bir kaç fotoğraf çekip geri döndük.
Riomaggiore
Bundan sonrası daha düzgün bir yoldan La Spezia. 
Akşam 20.30 gibi şehre girdik.Otelimizi (Hotel NH La Spezia) bulduk. Hemen yanındaki otoparkı bulmak için iki tur daha attık. Otomattan ödeme yapmak için Tamer'in İtalyancası yettiyse de elimizdeki bozuk paral yetmedi. Borcumuzu daha sonra ödemek kaydıyla bavullarımız alıp hemen iki adım mesafedeki otelimize girip odalarımıza çıktık. Resepsiyondan akşam yemeği için bir tavsiye ve adres tarifi aldık.Gideceğimiz restoranın adı: Cehennem. Tarife rağmen bulmakta biraz zorlandık ancak bodrum katındaki bu restorana hemen giremedik. Bizi içeri almadılar. Zira henüz açılmamışlardı.On dakika sonra geri geldiğimizde bizi isim kontrolü ile içeri aldılar ve bütün masaların 10 dakika içinde tamamen dolduğuna şahit olduk. 

La Spezia'da Cehennem
Üç ana yemek seçeneğinden ben, küçük balıklardan oluşan kızartma tabağını seçtim ve memnun kaldım. Beyaz ve kırmızı ev şarapları çok başarılı idi. Çok lezzetli bir (bazılarımız iki) sütlü tatlı ile yemeğimizi sonlandırdık ve makul bir hesap ödeyerek kalktık. Boş La Spezia sokaklarında otelimize döndük. Otele girmeden sahile bir çıkıp azıcık oyalandık ve sonra gidip yattık.

La Spezia'da sahil

31 Ekim 2014, Cuma
Bugün, yarımada üzerinde doğuya doğru iki saatlik bir yolumuz var. Rota, Lucca üzerinden Firenze, yani bizim bildiğimiz adıyla Floransa. Sabah kahvaltısı sonrasında hesabı ödeyip yola koyuluyoruz. Aslında Cinque Terre'de bir otelde kalmak daha mantıklı ve daha keyifli olabilirmiş. Bir dahaki sefere inşallah.

E80 yolundan Lucca'ya doğru giderken bizim ısrarımızı kırmayan kaptanımız direksiyonu Pisa'ya kırıyor. Biz daha önce görmemiştik, Tamer'ler ise bir kez görmüşler.

Pisa
Şehre girerken kuleyi uzaktan görmemize rağmen şehir içinde Pisa kulesini bulmak için bir tur atmamız gerekiyor. Nehrin karşı kıyısına da geçerek şehir turumuzu bitirip yine nehrin bu tarafındaki kuleyi bulup araçlara kapalı yolun girişindeki bir sokak kenarına arabamızı park ediyoruz. Sokaklarda cirit atan ve bir şeyler satmaya çalışan zencilerden birisine bir kaç euro verip bileklik aldıktan sonra içimiz daha rahat olarak kuleye yönleniyoruz.
Pisa kulesi - Campanile

Piazza del Duomo meydanındaki yapılar

Piazza del Duomo 

Piazza del Duomo 

Piazza del Duomo 


Çabucak arabamıza binip yola koyuluyoruz. Pisa'da tuvalete girmedik, bazılarımız biraz sıkışık. Ancak Luccca yakın. Lucca, benim daha önce adını hiç duymadığım, Cadılar Bayramı nedeniyle uğramamız gereken bir şehir. Lucca'ya gelişimiz bir saat, arabaya yer buluşumuz da bir saatimizi alıyor. Cadılar Bayramı nedeniyle şehir tıklım tıklım.
Resim yazısı ekle
Acil tuvalet ihtiyacımızı gidermek üzere ilk bulduğumuz kafeye dalıp, ayıp olmasın diye bir şeyler atıştırıp şehre akıyoruz. Şehir içinden kalabalıktan sıyrılmayı başaramadan kale duvarlarının hemen yanında uzanan, ağaçlık Passeggiata delle Mura'dan yürüyerek tekrar şehir içine dönüyoruz.

Lucca- Passeggiata delle Mura

Lucca

Lucca
Duomo San Martino'yu görüp şehirden çıkmaya karar veriyoruz. Şehrin kalabalık atmosferinden belki, bana biraz görülmesi gerekmeyen bir şehir gibi geliyor. Park ettiğimiz yeri bulup yola koyuluyoruz yeniden. Floransa'ya bir buçuk saatlik yolumuz var.

Floransa'da otelimiz şehir merkezinde, araçlara kapalı bölgede. Yakınlarda bir otopark bulup arabayı üç günlüğüne bırakmamız gerekiyor. Günlük araba kirasına yakın bir parayı otoparka ödeyerek arabayı otoparka bırakıyor bavulları elimize alıp yürümeye başlıyoruz.
Floransa
Oteli bulmamız zor olmuyor. Bavulları odalara attığımız hızla kendimizi de sokaklara atıyoruz. İki adım sonra capcanlı, hareketli sokaklar, biraz ötede sokaklara taşmış devasa heykelleri ile sanat galerileri ve müzeler. Floransa'ya neden "açık hava müzesi" dediklerini anlamak hiç de zor olmuyor.


Galleria  Uffizi

Esma'nın ısrarı ile Galleria  Uffizi'ye giriyoruz bilet alarak. Çok keyifli bir galeri. Camlarından nehir üzerindeki doyumsuz manzaralara da göz atarak uzun uzun geziyoruz galeriyi. 16. yüzyılda inşa edilmiş bu yapı. Boticelli'nin Venüs'ün Doğuşu isimli tablosunu da arayıp buluyoruz.

Galleria  Uffizi

Galleria  Uffizi
Güneşi batırırken kendimizi müzeden dışarı atıyoruz. Piazza del Duomo hemen yakında. Meydana tepeden bakan Duomo ise şimdiye kadar gördüğüm en görkemli katedral.

Duomo - Floransa


Sokaklar tıklım tıklım. Acıktık. Kendimize yer arıyoruz. Bir Trattoria bulup üst kata oturuyoruz. Aile işletmesi imiş bunlar. San Lorenzo'yu çok beğeniyoruz.

Trattoria San Lorenzo


Trattoria San Lorenzo

Trattoria San Lorenzo
Çok keyifli bir yemek ve ev şarapları sonrasında şehrin havasını soluyarak ama ayaklarımız geri geri giderek yorgunluktan perişan bir şekilde otele dönüp yatıyoruz.

1 Kasım 2014, Cumartesi
Bugün geç kalkış, kahvaltı. Günümüzü Toscana bölgesinin başkenti, Floransa'da geçireceğiz. Kahvaltı sonrası ben, şöyle bir kısa yürüyüşe çıkıp Ponte Vechio üzerine kadar gidiyorum. Dükkanlar henüz kapalı. Dün akşam, bu köprünün üzeri tıklıkm tıklım insan doluydu.

Ponte Vecchio üzerindeki dükkanlar
Ponte Vecchio, şehri ikiye bölen Arno Nehri üzerinde bulunan, Floransa'nın en meşhur köprüsü. XIV. yüzyıla kadar öyküsü var. Üzerinde genellikle hediyelik eşyalar satan minik dükkanlar bulunuyor. II. dünya savaşında Floransa'nın Almanlar tarafından bombalanmayan tek köprüsü.

Ponte Vecchio

Arno nehri


Piazza della Signoria

Piazza della Signoria

Neptün çeşmesi ve Neptün heykeli


Duomo (Santa Maria del Flore)





Sokak pazarı

Tamer şef










Santa Maria Novella












Köprü'den karşıya geçip yürüyüşe devam ediyoruz.



Palazzo Pitti'ye giriş ücretli, vazgeçiyoruz.
Palazzo Pitti

Yolun bitiminde bir park girişi görüyoruz. Tamer yoldan geçen bir kişiye buranın ne olduğunu soruyor. İlle de görmemiz gerekiyormuş. Benim hatırımı kırmayıp üstüne para da verip bu bahçeye giriyoruz. Parkın Porta Romana tarafındaki kapısından girince sürekli tırmanarak bahçeyi gezmek zorunda kalıyoruz. Doğrusu yukarıdan girmekmiş.

Giardino di Boboli

Giardino di Boboli
Parkı bitirdiğimizde aşağıdaki manzara ile karşılaşıyoruz. Kimimiz kendine tuvalet arıyor, kimimiz çimlere uzanıyor.
Giardino di Boboli'den çıkışta Pitti Sarayı'nın arka cephesi


Biletlerimiz müzeleri gezmeye de izin verdiğinden saraydaki müzelere de giriyoruz. Pek ilgi çekici müzeler değiller bunlar. Ben biraz hızlı gidinde ekibin geri kalanından kopuyorum. Telefon da çekmez olunca bir süre tek başıma kalıyorum, çıkışta da sarayın ön tarafında bekleyen ekipten iyi bir fırça yiyorum.

Palazzo Pitti'de müze
Bir öğle yemeği yiyip tekrar otelimizin olduğu yakaya geçiyoruz.

Arno nehri


Ponte Vecchio

Ponte Vecchio



Sırada Michelangelo Tepesi'nde günü batırmak ve bir kadeh bir şeyler içmek var. Merdivenlerden tırmanmayı tercih ediyoruz.


Tepede herkes konuşlanmış, güneşin batmasını bekliyor ellerinde içecekleri, kollarında sevdikleriyle.
Piazella Michelangelo'dan şehir manzarası 

Piazella Michelangelo'dan şehir manzarası 

Piazella Michelangelo'dan şehir manzarası 

Piazella Michelangelo'da Davut Heykeli
Ve tekrar aşağı inip köprüyü geçerek otelin bulunduğu yakaya geçiyoruz.


Bu akşamda bir tretorya arıyoruz. Bulduğumuz tretorya biraz daha kalabalık, servis sanki biraz daha fastfood-vari. Ama ev yapımı şaraplar ile keyifler yerine geliyor. Tekrar Ponte Vecchio'da sokak müzisyenlerinin konserine kulak vermek üzere son bir gayre yürünüyor. Soğuğa yenik düşülüp otele geliniyor ve yatılıyor. Ertesi sabah erken kalkış, otopark'tan getirilecek olan arabaya bavulları atış ve Bergamo'ya yolculuk var bizi bekleyen.

Arno Nehri

Tamer nihayet direksiyonu bana bırakıyor. 3-3,5 saatlik bir yolculuk sonrasında Bergamo havaalanına  ulaşıp son biralar eşliğinde uçağımızı bekliyor, İtalya'ya bir süreliğine veda ediyoruz.