Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

ÇANGA (S/Y) İLE MARMARA TURU

20 Temmuz 2011, Çarşamba
"Hadi ağabey, iskeleye dönelim" diyor Denizhan. "Hayır, dönmem" diyorum. "Ağabey niye?", "Yahu rüzgar çok fazla, çok yatacağız". Ellerim dümeni iskeleye döndürmeye yanaşmıyor. "Ağabey?", "Mümkün değil, dönmem". Anayelken iskotası boşlanıyor. Ondan sonra dönüyorum iskeleye. Rotamıza giriyoruz. Rüzgar biraz evvel bir anda arttı. Motorla gitmek yerine yelkenle gitmek için çok güzel bir fırsat daha. Trilye'ye doğru gidiyoruz.

Sabah 07.00'de buluştuk bugün Pendik Marintürk'te. Sabah 05.45'te uyanıp tıraş olup üstümü giyinmem ve evden çıkmam yine de 20 dakikamı aldı. Bankadan para çekip Göktürk-Hasdal otobanına çıktığımda saat 07.15 olmuştu bile. Pendik'e ulaşmak için sadece 45 dakikam ve önümde yoğun bir sis var. Açım ama, "aç gel" demişti Mehmet, ona güvenerek basıyorum gaza. Trafik çok müsait. Günlerden cuma ama, saat trafiğin kalabalıklaşması için demek ki yeterince ilerlememiş.

Marintürk'ün otoparkına arabamı bırakıp büyücek tekerlekli sırt çantamı ve uyku tulumumu alıp pontonlara doğru yürürken Denizhan'ı arıyorum. 5 dakika içinde orada olacağını söylüyor. İki dakika deniz havasını içime çekip teknelere göz gezdirirken Mehmet ve oğlu Oğuz arkamda beliriveriyorlar. Hasret giderdikten sonra pontonun kapısını kartla açıyorlar ve Çanga'ya çıkıyoruz. Alıveriş dünden tamamlanmış, benim listeme ufak eklemeler yapılarak tekneye yerleştirilmiş. Biraz sonra da Denizhan kaptan geliyor. Elindeki malzemeleri tekneye alıp kucaklaşıyoruz.

6 Ağustos'taki Göcek gezisi öncesinde hoş bir sürpriz oldu bu Marmara turu daveti benim için. Geçtiğimiz hafta Mehmet aradı ve büyük bir ihtimalle böyle bir gezi yapacaklarını, benim de katılmamı istediklerini söyledi. Hemen kabul ettim (Esma Sultan'dan izin aldıktan sonra tabii ki). Heyecanla beklediğimiz dakikalar süratle geldi işte. Birazdan motor çalıştırıp daha önce (en azından benim) görmediğimiz yerlere (Trilye hariç) yola çıkacağız.

Kahvaltıyı yolda değil, marinada yapmaya karar veriyoruz. Kuzeyden başlayıp güneyden dönüşle tamamlanacak rota, Mehmet Erem'in önerisi üzerine tersine dönmüş. Bu nedenle ilk gün Trilye'ye gidilecek. Yolumuz diğer rotanın ilk günü kadar uzun değil. Vaktimiz daha bol. Açık bir yer arıyoruz marinada. Bir tek Bread's açık. Kahvaltı alabilir miyiz? Evet.

Mehmet Helvacıoğlu ve Oğuz Helvacıoğlu

Denizhan Akkaya

Tayfun Güler

Masamıza kadar tırmanmaya çalışan kediyle beraber kahvaltımızı 1 saat içinde tamamlıyoruz. Bir süre de Mehmet'in evde unuttuğu ilaçlarını almak için eczanenin açılmasını bekliyoruz. İhitiyaçlarımızın tümü giderildikten sonra motor çalıştırıp marinadan çıkışımız 08.50'yi buluyor.

Motorla 2800 devirde 6 knot sürat yapıyo Çanga. Rüzgar yok. Deniz çarşaf gibi. Bozburun'dan sonrası için ümidimiz var.

12.40 gibi Kalem Burnu'nu sonra da Esenköy iskelesi'ni iskele bordamızda bırakıyoruz. İskeleyi biraz geçip gözümüze kestirdiğimiz bir kumsalın 2 mil kadar açığında demirimizi 7-8 metre suya bırakıyoruz.
Pozisyonumuz 40.37'.84N; 28.57'.36E.

Hemen deniz, akıntı ile tekneden uzaklaşıp tekneye doğru yüzüş ve ilk öğle yemeğimiz. Mehmet benim listeye yaptığı eklemelerden birini çıkarıyor: hamburger köftesi. Tavada kızartıp ekmek arasına domatesle birlikte servis ediliyor. Soğuk meşrubat ile beraber midemizi şenlendiriyor. Bulaşık faslı yemeğimizi de hazırlayan Denizhan kaptanın üzerinde, bize bırakmıyor kaptan.

Biz yine denizdeyiz. Hava çok sıcak. Gökyüzünde bir tane bile bulut yok. Herkes serinledikten sonra rüzgara ulaşma ümidi ile demiri topluyoruz.Bozburun'a doğru motorla seyrediyoruz. Teknede güneşlik yok. Güneş kremlerimizi sürdük, kendimizi güneşin insafına bıraktık.

Bir anda etrafımızı yunuslar sarıveriyor. 5-6 taneler. Bize uzunca bir süre eşlik ediyorlar.
Bozburun'u dönmeden doğanın hâlâ insanoğluna direnen yeşilliğine keyifle bakıp gözlerimizi yeşile doyuruyoruz. Hafiften rüzgar başlıyor. Önce cenova açılıyor. Kısa bir süre sonra da ana yelken. Rüzgar keyifli bir apaz seyri yaptıracak kadar artıyor. Hızımız 6-6.5 knot arasında değişiyor. Oh, dünya varmış. Sadece yelkenin ve rüzgarın sesi ile seyretmek yine nasip oldu.

Yolumuz ve zamanımız var, işimiz yok sohbetten başka. Teknenin kakıçı orta yerinden kırılmış. Fırçanın uzun sapını kakıçı tutan borunun içine sokup iki yerinden vidaladığımızda işe yarayacak gibi görünen bir kakışımız oluyor.

Bozburun'u döndükten sonra rüzgar bizi Trilye'ye kadar götürüyor. Saat 18.00'e yaklaşırken yelkenleri topluyor ve  Trilye limanına giriyoruz. Zabıtanın telefonunu bulamıyoruz. İskele müsait. Bir tonoz görüyoruz iki büyük motor yatın arasındaki boşlukta. Limanda geri dönüp tornistanla şamandıraya yaklaşıyoruz. Ancak tutacak halatını göremediğimizden kakıçla tutmamız mümkün olmuyor. Bu kez biraz ileri verip bu kez teknenin kıçından yakalıyoruz tonozun şamandırasını. Halatı takıp öne götürüveriyor Denizhan. Şimdi biraz yüksekçe görünen iskeleye atlamak ve halatları bağlamaya kalıyor iş. Rüzgar yok. İskeleye kadar yanaştırıyorum kıçımızı ve en gencimi olan Oğuz atlıyor iskeleye. Halatlarımızı bağlıyor. Sonra biraz daha oynayarak tam tonozun hizasına, sancağımızdaki motoryatın daha yakınına çekiyoruz teknemizi. İskelemizde bir tekne daha girebilecek yer bırakıyoruz. Tam o anda zabıta bitiveriyor mobileti ile iskelede. "Geç kaldım" diyor, "hoşgeldiniz". 25 TL toka ediyoruz kendisine. Elektrik istemiyoruz. Onun için para ödememiz gerekmiyor.
Pozisyonumuz  40°23'1.86"N;  28°52'12.35"E

Çanga, Trilye'de

Motoru kapatıyoruz. Mayoları giyip limanın hemen dışındaki plaja gidiyoruz. Yüksekçe bir iskeleden atlayan gençlerin arasına karışan Oğuz, Denizhan ve Mehmet suya atlarlarken ben merdiven kullanmayı tercih ediyorum. Ama merdivenin basamakları çok aralıklı ve merdiven de çok dik olduğundan düşmemek için balıklama atlamak zorunda kalıyorum suya. Su bulanık, aralıklı denizanası taarruzaları mevcut. Hemen çıkıyorum ama bu merdivene çıkmak için fitness yapmış olmam gerekiyor. Ellerimi, dizlerimi, bacaklarımı kullanarak merdivenden çıkmayı başarıyorum. Merdivenin bir bacağı iskeleden ayrılmış, diğeri tutuyor. Mehmet'in çıkmasına izin vermiyoruz merdivenin bekaası açısından. Mehmet kıyıya çıkıyor.

Limanda hortumla duş alıp teknemizin su ihtiyacını da tamamladıktan sonra kısa bir yürüyüş için Trilye'ye giriyoruz. Gün batmak üzere, güneş ufka değmeye niyetli. Amacına ulaşmasına çok az kalmış. Bir balık adam çıkıyor sudan. 2 saatte 4 tane balık vurabilmiş. İkisi karagöz. Birileri satın almaya çalışıyorlar balığı. Lokantalara kilosu 35 TL'dan satıyormuş balıkadam vurduğu balıkları.
Trilye'de gün batımı

 Yürüyüşümüzü kısa tutuyoruz, acıktık.

Çınar Restoran - Trilye

Merkezdeki restoranlardan müşterisi en az olanı  tercih ediyoruz: Çınar restoran. Daha önce Cengiz (Esgi) korsan bizi buraya götürmüştü, çok da memnun kalmıştık. Garsonumuz Sedat bey, beni hatırlıyor. Cengiz'i de hatırlıyor. İnce, uzun biriydi deyince şüpheye düşüyorum ama Kechi'den bir tekne ile geldiğimizi de söyleyince bizi hatırladığını kabul ediyorum. Ama belki de pek çok misafir tekne geliyordur Kechi'den kiralanmış. Siyah Efe içmiştiniz deyince tüm şüphelerim kayboluyor. Adam bizi gerçekten hatırlıyor. O akşam Cengiz'in önerisi ile ilk kez Siyah Efe'yi denemiş ve keyif almıştık. Hatta, ben biraz fazla almıştım.

Peynir, kavun, midye ve kalamar tava ile geceye başlayıp ince kıyılmış, domates, sarımsak ve nar ekşisi ile renklendirilmiş roka salatası eşliğinde Trilye'nin kendi balıkları olan mezgit ve istavrit ile bitiriyoruz. Yorgunuz, kendimizi tekneye atıyoruz bir an önce. Arka kamarayı bana vermişlerdi. Oğuz, baş kamarada, Mehmet ve Denizhan da salonda yatacaklar. Gecenin bitip yeni bir güne geçiş yaptığı anı görmem mümkün olmuyor.

21 Temmuz 2011, Perşembe
Bugün yolumuz uzun. Erken kalkan tekneyi çıkarsın limandan denmişti dün akşam. Sabaha karşı sivrisineklerle boğuşmaktan zaten uyanık olan ben yedide ayaktayım. Denizhan da kalkıyor hemen. Motoru çalıştırır çalıştırmaz Mehmet de geliyor havuzluğa. Oğuz ise salonda uyumaya devam ediyor.

Bugün, Kapıdağ yarımadası'nda bir iki yer gözüne kestirmiş Denizhan Kaptan, onlardan birine gideceğiz. Ya, yarımadaını doğu burnunda yer alan Çakıl, ya da batısındaki İlhanköy. Bunlar arasına Marmara Adası'ndaki Asmalı'yı da ekliyoruz. Oraya yaklaştığımızdaki saate göre ayarlayacağız. Aslında Çakıl'a kadar 35 dm, oradan da İlhanköy veya Asmalı'ya 15 dm kadar yolumuz var. Çakıl'a vardıktan sonra karar vereceğiz gece kalacağımız noktaya.
Hava sıcak, rüzgar az, motorla gidiyoruz. Kahvaltıda salamlı, kaşarlı omlet var. Aşçıbaşı Tayfun kaptan. Bir süre sonra yine yunuslar bize eşlik ediyor kısa bir süreliğine.

İki buçuk saat kadar sonra İmralı'yı sancak bordamızda bırakıyoruz. Öğlene doğru ise rüzgar yelken yapmamıza izin veriyor. 30-60 derece sancağımızdan geliyor rüzgar.
Ardından Kurşunlu iskele bordamızda kalıyor. 
Saat 13.00'e yaklaşırken Kapıdağ Yarımadası'nın doğusundaki Mola Adaları'nı (Fener, Tavşan ve Hâli) görüyoruz pruvamızda.
 
Mola Adaları
Mola Adaları'nın güneyindeki Güney Kardinal Şamandırası
Mola Adaları, Kapıdağ yarımadası'na 1.5 mil uzaklıkta. Aradaki boğaz, geçilebilecek vasıfta. Etrafında çokça kayalık mevcut. Adalardan birisinin güney doğusunda "Mola Bankı", üzerinde ise güney kardinal şamandırası bulunuyor.

Adaları geride bırakıp Çakıl limanı'nı aramaya başlıyoruz. Yaklaşınca, karşıdaki yapılanmanın Çakıl Köyü olduğunu anlıyor yelkenleri indiriyoruz.
Çakıl Köyü pruvamızda
Limanda bir kaç büyük balıkçı teknesi var. Boş bir yere demir atıp kıçtan kara bağlanıyoruz. Saat, 14.15. Pozisyonumuz 40°27'.95"N;  28°01'.59"E. Derinlik 4.9 metre.
Çakıl Limanı


Burası küçücük bir köy. Liman hemen caminin önünde.

Bir kaç çocuk bizimle ilgileniyor. Bazılarının ağzı çikolatamız ile tatlanıyor. Bazılarının attığı taş ile de teknemizin havuzluğu.
Cami'de ihtiyaç gideren arkadaşlarımızı beklerken öğle yemeği hazırlanıyor. Bugün yine Mehmet'in listeye ilave ettiklerinden misket köfteler hazırlanıyor. Önceden pişirilmiş oldukları için sadece ısıtılmaları yeterli oluyor. Salata ve meşrubatla birlikte bizi fazlasıyla doyuruyor.

Bize merhaba diyen balıkçılardan birisi, şu an teknelerin sadece %10'unun burada olduğunu, kışın bu limana teknelerin sığmadığını söylüyor. Niçin, yarımadanın kuzeyindeki birbirinden güzel koylara gitmediğimizi soruyor. Burayı merak ettiğimizi söylüyoruz. Merakımız çok geçti zaten. Hava çok sıcak. Bulaşıkları yıkayıp denize girecek bir yer bulmak üzere limandan ayrılıyoruz. Liman dışında güzel kuzeyli rüzgar var. Hemen yelkenler açılıyor. Bugün orsa seyrine daha alışığım. Teknenin yatması ilk günkü kadar korkutmuyor beni.
Çakıl Köyü'nden İlhanköy'e
Mola Adaları ile Kapıdağ arasındaki boğazdan geçerek önce Kapsül Burnu'nu iskele bordamızda bırakıp kuzeybatıya dönüyoruz.
Kapsül Burnu (Kapıdağ Yarımadası)

İskelemizde bir kaç güzel koy görüyoruz gerçekten.  Ya Asmalı'ya ya da İlhanköy'e gideceğiz. Ertesi gün Paşalimanı Adası ile Avşa rotamız nedeniyle adalara daha yakın olan İlhanköy'de karar kılıyoruz. Toplam 2,5-3 saatlik yolumuz var. Rüzgar bu kez kafadan geliyor. Dalga da var. Geçenlerde korsanlardan okuduğum bir öneriyi paylaşıyorum. Kafadan gelen rüzgarda cenovanın ana direğe kadar açılıp ortada yaprak gibi kalacak şekilde trim edilmesi ile teknenin rahatladığını yazmışlardı. Uygulamaya çalışıyoruz. Bir miktar fayda ediyor gibi.

Bir saati geçmeden rüzgarı apazdan almaya başlıyoruz. Şimdi, yelken seyrinin tadına doyum olmuyor. Hızımız 6-6.5 knot.
İskelemizde sırasıyla Ballıpınar, Ormanlı, Turan'ı geçip Doğanlar'a yaklaşırken rüzgar artık geniş apazdan gelmeye başladı. Sallan yuvarlan gidiyoruz.

Saat 18.00 gibi Küçük Akça Koyu görünüyor. Tam pruvamızda da Akça adası. Asmalı'dan vazgeçtik. İlhanköy'de karar kıldık. Akça Ada'yı iskelemizde bırakıp İlhanköy'ün mendireğine doğru rota tutuyoruz.
İskele  baş omuzlukta Akça Adası
Adayı geçer geçmez İlhanköy zaten yakın.
İlhanköy Limanı
İlhanköy Limanı girişinde sancak bordamızda kalacak olan gözle görülebilen bol miktarda kaya var ve yaklaşık yarım mil kadar açığa açılıyor. Sabah çıkarken unutmamayı hatırlatıyoruz birbirimize.
İlhanköy Burnu'ndaki kayalar
İlhanköy Liman girişi
Limana girdiğimizde alargada çok şık bir ahşap yelkenli tekne görüyoruz.

Merhabalaştıktan sonra limanın kuzey doğusunda kalan alan bize uygun geliyor bağlanmak için. Gidip bir bakıyoruz derinlik müsait mi diye. Rıhtıma kadar yaklaştığımızda sorun yok gibi duruyor. Çıkıp demir atıp geri geliyoruz tekrar. Rıhtımdaki bir arkadaş palamarımızı bağlıyor, sağolsun. İkincisini de bağlayıp demiri geriyoruz. Demir elimizde kalıyor. Ben kıyıya atlıyorum. Palamarları çözüyorum. Ekip tekrar demir atıp geri geliyor. Bu kez sorun yok. Motoru kapatıyoruz. Saat 19.19. Rüzgar var ama demirimiz ve palamarlarımız sağlam.
Pozisyonumuz 40°30'.32"N;  27°41'.52"E.

Tekneden atlayan Mehmet ve Denizhan koltuk halatlarımızı bağlayan arkadaşın teknesinde balık pazarlığı yapıyorlar. Bir büyücek kırlangıç var. Buğulaması ve çorbası güzel olurmuş. Biz pişiremeyiz. Lokantımsı yere gidip soruyorlar. "Evet" cevabı alınca balığı alıp restorana bırakıyorlar. Bir saat kadar sürecek hazır olması.

Biralarımızı restoranda içiyoruz bu kez. Yan masada, alargada duran yelkenlinin (keyfim) sahibi (Murat) ve arkadaşı (Bülent). Onlarda ağızlarının kuruluğunu bira ile gideriyorlar. Onlar rüzgara karşı gelmişler, çok yorulmuşlar. Bizim yüzümüzdeki gülücükler onlarda yok.

Bira ile keyfimiz daha da yerine geliyor. Gün yine batmakta olan güneşin aceleciliğine teslim olmuş. Balıkçılar limana geri dönüyorlar.


Hava kararırken sofraya koca bir tepsi içinde çorbamız geliyor. İçinde balık öyle yatıyor ama etlerini bulmakta güçlük çekiyoruz (Oğuz hariç). Üçer tabak çorba içiyor herkes. Lezzetli olmuş. Suyu biraz daha az olsa daha iyi olur muydu acaba? Rahmi Koç, kırlangıç çorbası için buraya gelirmiş. Tarifini istemiş uzunca bir süre. Alamayınca da bir daha gelmemiş.

Kırlangıç çorbası
Yemek sonrası yürüyecek çok fazla bir alan yok. Rıhtım küçük. Bu dar alanda en az 3 tane kahvehane var. Her birinde birer televizyon. Fenerbahçe'nin ve Gaziantep'in maçları var. 22.30 gibi kendimizi tekneye atıyoruz. Kamaralara çekilmeden az önce kardeşimden haber geliyor İstanbul'dan "seyirci sahaya indi, güvenliği dövdü, maç iptal".
Yarın Paşalimanı ve Avşa Adaları'nı dolaşacağız. Uzun yol sıkıntımız yok, sabah uyumak isteyen uyuyabilir. Ben bu gece  havuzlukta yatacağım. Ancak bu inadım saat 02 gibi, restoranda susmak bilmeyen müzik nedeniyle kırılıyor.

22 Temmuz 2011, Cuma
Sabah 06.15'te ayaktayım nedense. İlhanköy uyuyor.


Güneş yeni doğmuş.

Keyfim (S/Y), 6.30'da yola koyuluyor. Arkasından da balıkçılar.
Kahvaltıyı Ocaklar Koyu'nda yapalım teklifim dün akşam kabul görmüştü. Mesafe uzun değil. Saat yedi olmadan limanı ve İlhanköy Burnu'ndaki Şeytan Kayaları'nı arkamızda bırakıyoruz.

Sancak baş omuzluğumuzda Palamut Adası görünüyor. Adayı geride bırakıp Balyoz Burnu'nu dönüyoruz. İleride, iskelemizde Narlı var. 7.30'da Narlı, 7.45'te Maymun Burnu, iskele bordamızda kalıyor. Saat sekizde Ocaklar Koyu'na giriyoruz. 6 metreye demirimizi bırakıyoruz.
Pozisyonumuz 40°27'.12"N;  27°43'.33"E.
Ocaklar Koyu

Önce deniz, sonra kahvaltı. Yeşilliklerin güzelliği, kapatılmış bir mermer ocağı ile bozulmuş, ama yine de çok güzel.

Aslında Ocaklar Koyu, bir sonraki koy. Biz, bir önceki küçük koya demir attık sakinliğine mest olup. 
Ocaklar Koyu
Biraz ilerimizde bir martı ve bir yunus tahminen balıkların peşindeler. Yunusun yavrusu da görünüyor bir süre sonra. Suyu dalgalandıran sadece o ikisi.
Kahvaltı bitiminden sonra Oğuz ile yüzerek karaya çıkıyoruz. Terkedilmiş bir kamp gibi bir şey var.  İleride Erdek'e giden bir feribot, nedense çok yavaş seyrediyor.
Teknede duş aldıktan sonra motor çalıştırılıyor. Hedefimiz Paşalimanı. Sadun Boro'nun çok sevdiği bu koyu merak ediyoruz. Saat 10.50.

Doğrudan batıya yöneldiğimizde pruvamızda İncir Limanı ve onun hemen güneyinde Kaba Burun var. 10.30 gibi Kaba Burun'u sancak bordamızda bırakıyor ve kuzeye dönüyoruz. 11.00'de Mermer Burnu ile iskelemizdeki Yer Adası arasından geçiyoruz. Paşalimanı'na Batı Geçidi'nden gireceğiz. Bu geçitte bir kaç tane sığlık ve şamandırası var. Oğuz önde gözcümüz. 
Şamandıralar yaklaşınca o kadar ürkütücü olmaktan çıkıyor. Aralarından geçip Paşa Limanı Koyu'nu sancak bordamızda bırakarak uzaktan seyretmeyi tercih ediyoruz. 

Denize girmemiz lazım. Koyun Adası ile Paşalimanı arasında kalan boğazda Hasır Adası'nın güneyinde demirimizi kuma bırakıyoruz. Rüzgar kuzeyden esiyor. Su çok güzel. 
Solda Koyun Adası'nın burnu, hemen yanında Soğan Adası, Önüne demirleyeceğimiz Hasır Adası ve sağda Paşalimanı Kablo Burnu. Arkada görünen ise Marmara Adası
Denizhan burada demirlediğimiz için tedirgin, ama zaten teknede olduğu için problem yok. Oğuz ile burada da kıyıya yüzüyoruz, martı ve karabatakların "gelmeyin buraya" çığlıklarına rağmen. Kıyıya çok az kala sığlıkta midye ve deniz kestaneleri ile dolu bir resif bizi karşıladığından kıyıya çıkamadan ve dinlenemeden tekrar geri dönüyoruz. Hiç bu kadar uzun yüzmemiştim son zamanlarda.

Demirimizi toplayıp Avşa'ya yöneliyoruz. Önce Hasır Adası'nın ardından dolanmaya karar vermişken sonra geri dönüp aynı tehlike şamandıralarını bir kez daha geçerek yolu kısaltmayı tercih ediyoruz. Saat 12.30'da Koyun Adası sancak bordamızda kalıyor. Hedefimiz Avşa Adası'nın batısındaki Küçük Liman (Yiğitler). Bunun için Yiğitler Geçidi'ni geçmemiz gerekiyor. Rüzgar yeterli, yelkenleri açıyoruz hemen.

Küçük Liman'a girerken Büyük Liman Burnu'ndaki, denize yarım mil kadar uzanan kayalıklara dikkat etmemiz gerekiyor. Koya, bu kayalıkların iyice uzağından, doğusundan geçerek girdiğimiz halde GPS, bizi kayalıkların içinden geçmiş gibi gösteriyor. Bir kaç saattir GPS biraz şaşırmış durumda. Kapatıp açıyoruz. Düzeliyor. 

Küçük Liman'da 10 metreye demirimizi bırakıyoruz. Rüzgar şiddetli. 60 metre zincir döşüyor Denizhan. Kerteriz alıp tornistanda konrtol ediyoruz. Tuttu.
Pozisyonumuz, 40°29'.63"N;  27°31'.94"E. 
Küçük Liman (Yiğitler) - Avşa
Büyük Liman Burnu (Küçük Liman'dan bakış)

Yemekte misket köfteler var. Rüzgar ve deniz anaları nedeniyle pek tadı yok denizin. Kimse girmiyor. Güneş yerine salondaki masada yiyoruz öğle yemeğini. Bulaşık faslından sonra da 14.00'te Küçük Liman'dan ayrılıyoruz. Yelkenlerimiz hemen açılıyor. Önce adanın güneyindeki İnce Burun dönülecek. Küçük Liman'ı arkamızda bırakıp sancağımızdaki resiflerden iyice uzaklaştıktan sonra batıya dönüp önce Büyük Liman Burnu'nu geçiyoruz. 

Bu burnun hemen arkasında geniş bir plaj (Altınkum plajı) var, kırmızı şemsiyelerle dolu. 
Altınkum Plajı

Avşa Adası'nı seyrede seyrede yelken seyrinin keyfini çıkarıyoruz. Adada seyredecek bir şey yok. Son derece çorak. 2000 devir motor desteği ile sadece cenova ile rüzgarı arkadan alarak 5.7-5.8 knot hız yapıyoruz. 
Pruvamızda bir sığlık görünüyor haritada. Bu sığlık İnce Burun'un devamında. Biraz yaklaşınca sığlığın bitimine bir sığlık şamandırası konulmuş olduğunu görüyoruz. Bu şamandıra haritada yok. 

Şamandıranın batısından geçip kuzeye dönüyoruz. Rüzgar artık sancak bordadan geliyor. Çok keyifli bir apaz seyri ile denize gireceğimiz bir koy arıyoruz. Çınarlı'ya gelmeden hemen önceki İncir Koyu gözümüze hoş gözüküyor. Beş metreye demirimizi bırakıyoruz. Rüzgar şiddetli, kaptan tedirgin. Denize girenler denizanalarından hoşlanmayıp çıkıyorlar serinledikten sonra. 
İncir Koyu - Avşa
Şimdi sırada mazot temin edebileceğimiz bir liman bulmak var. Kitaplarda bu konuda net bilgi yok. Yelkenle kuzeye yükselip limana yaklaşıyoruz. Trafik burada biraz kalabalık. Yelkenleri indirip sudaki bir tekneye nereden mazot alabileceğimizi soruyoruz. Feribotların yanaştığı iskeleyi gösteriyor bize. İskeleye yaklaşıp baktığımızda feribotlar için ayrılmış büyücek alanlar ve koca kamyon lastiklerinin bağlanmış olduğu boş bir iskele görüyoruz. Ancak mazot veren bir yer göremiyoruz. İskele sapı güneye uzanan bir çekiç şeklinde. Yavaşça sapın arkası ile plaj arasındaki alana girip bakıyoruz. Burada da bize yardımcı olabilecek bir şey yok. ÜZerimize doğru yüzen insanları uyardığımızda "panik yapmayın" cevabı alınca oradan kaçıyoruz. Sadun Boro'nun "köyün kuzeyinde Ekinlik Burnu'nun altında yeni bir liman inşa edilmiştir" bilgisine uyarak kuzeye çıkıyoruz. Mendirekler hemen görünüyor. 
Yeni Liman - Avşa
Biraz daha yelken yapma şansımız oluyor. Ekinlik Feneri'ni iskelemizde bıraktığımızda yelkenleri indirip motorla limana giriyoruz. Liman, elimizdeki haritada henüz gösterilmiyor. Onun yerine burada denize 1 mil kadar açılan kayalıklar var. Tam o kayaların üzerine kondurulmuş mendirekler. Kuzeybatıya doğru uzanan, sonradan poyrazda kalınmaması gerektiğini öğreneceğimiz iki mendirek arasında kalan bir liman.
Pozisyonumuz, 40°33'.04"N;  27°30'.39"E. Derinlik 6.7 metre.


Liman kocaman ve çok tenha. Solda bir motor yat var, biraz ileride bir gulet. Bir tane de guletin yanına yanaşmakta olan bir tekne daha. Onlara yanaşıp guletin pruvasındaki hanıma soruyoruz "burada mazot nerede buluruz?" O da arkadakilere soruyor. Çok şanslıyız. Benzinci gulette.

Limanın kuzey yakasındaki boş bulduğumuz (!) yere sancak aborda oluyoruz. Benzinci bey, geliyor "ne kadar güzel yanaştınız, denizci olduğunuz belli, eldivenler falan" deyip gönlümüzü okşuyor. Ne kadar mazot lazım olduğunu öğrenip hemen telefon açıyor kamyonetle getirmeleri için. On dakika kadar sonra kendisinin de gideceğini öğrenince bidonları tamamen boşaltıp Mehmet ve Oğuz'u onunla beraber benzinciye gönderiyoruz. Biraz da kullanma suyu bulacaklar bize.

Denizhan ile biz suya bir giriyoruz bu arada. Duş alıp üzerimizi değiştiriyoruz. Yarım saat kadar sonra Mehmet'ler geliyorlar mazot bidonları ve 4 tane büyük su damacanası ile birlikte. Taksiciye bizi 10 dakika beklemesini söylüyoruz. Acelesi var, bize istediğimiz vakitte taksi yollayabileceğini söylüyor. Sekiz için anlaşıyoruz.


Yeniliman - Avşa
Yeniliman'da günbatımı - Avşa

Mazot takviyesi ve suyu doldurduktan sonra hazırız. Aleme (!) akacağız. Tam 8'de taksi geliyor. On beş dakikada bizi Avşa'nın merkezine bırakıyor. Denizhan ve benim Avşa'ya ilk gelişimiz. Oğuz'un ise çocukluğu burada geçmiş. Mehmet'ler 7-8 sene burada yazlık tutmuşlar.

Avşa'nın sahil kenarındaki daracık sokağında yürürken ilk bulduğumuz balık restoranlarından birisine giriyoruz. Hemen yanımızda kumsal ve masanın da neredeyse yanında şemsiyelerinin altında denize giren çocukları gözleyen bir aile var. Kumsal boylu boyunca uzanıyor. Saat 20.15 ve hala denizde insanlar. Sekiz buçukta kumsalın üzerine taşınıyor masalar. Biz de ayaklarımızdakileri çıkarıp ayaklarımızı kumla buluşturuyoruz.

Hemen önümüzde bir iki saat önce mazot aramak için girdiğimiz eski iskele var. Koca feribotların biri geliyor, biri gidiyor. Bugün cuma. Bu akşam 11 tane feribot gelirmiş buraya. Yanlış yerlerde dolaşmışız.

Yeşil Efe, peynir, kavun ve salata ile başlayıp midye (çok güzeldi, ikinci tabağı istedik) ve kalamar (yağı sorunlu idi sanki, bitiremedik, kediyle paylaştık) devam ediyor. Güneş tam karşımızdan batıyor.
Sohbet, deniz havası, biraz da rakı, aleme aktık işte. Hesabı isteyip yürüyüşe çıkıyoruz. Birer dondurma ile düşen kan şekerlerimizi yükseltiyoruz. Sonra 6 tane 1.5 litrelik içme suyu alıp (erzak listemiz çok başarılı idi, başka bir eksiğimiz yok) taksiye atladığımız gibi teknemize dönüyoruz.

Bu akşam da on ikiyi görmek nasip olmuyor. Yarın yolumuz uzun.

23 Temmuz 2011, Cumartesi
Sabah 8.00'de motor çalıştırılıyor. Liman çıkışında feribota yol vermek üzere biraz bekliyoruz. Sonra Ekinlik Adası'nı iskele bordamızda bırakıp Marmara Adası'na doğru motora yol veriyoruz.
Avşa'ya veda
Marmara Adası'nda ilk gördüğümüz yerleşim birimi olan Marmara'yı, iskele bordamıza alarak kuzeydoğuya dönüyoruz. Kahvaltı edeceğimiz bir koy arıyoruz.
Marmara - Marmara Adası
Kablo Burnu'nu geçince gözümüze kestirdiğimiz koylardan demirlemeye müsait olan bir tanesinde 7 metreye demirimizi bırakıyoruz.
Kahvaltı için demirlediğimiz koy - Marmara Adası
Süratli bir kahvaltı ve deniz faslı sonrasında hemen yola koyuluyoruz. Marmara'yı geçeceğiz bugün güneyden kuzeye. Rüzgar hala yok, motorla gidiyoruz. Keyfimiz yerinde.



10.30'da Mera Burnu'nu geçip Topağaç limanı'nı görüyoruz.
Topağaç Limanı
Yirmi dakika sonra da Asmalı, iskele bordamızda kalıyor.
Asmalı
Fener Brunu ile Asmalı Adası arasından geçip Tekirdağ kıyılarına yönleneceğiz. Onbiri on geçe ikisi de dümen suyumuzda kalıyor.
Asmalı Ada (solda) ve Fener Burnu (sağda) gerimizde kaldı.
Yelkenlerimizi açıyoruz. Ama bir yolcu gemisine yol vermek üzere bir süre beklememiz gerekiyor.

Bir süre sonra da bir şilebe yol vermek için hız kesiyoruz. İkiye çeyrek kala Tekirdağ Körfezi'ni geçiyoruz. Sonra da Marmara Ereğlisi iskele bordamızda kalıyor.
Saat 6'ya yaklaşırken biz de Silivri'ye yaklaşıyoruz. 

Limanda rıhtımda bir sürü kayık, küçük motor bağlı. Sağ tarafımızda büyük balıkçı tekneleri, solda bir restoranın önünde bir yelkenli kıçtan kara bağlanmış, alargada iki tane yelkenli daha. Uzun süren bir kararsızlıktan sonra boş bir şamandıraya bağlanıp alargada kalmaya karar veriyoruz. Bir miktar rüzgar hala var. Colin ve Peter aklıma geliyor birden, tonoz yakalama çalışması yaptırmaları. Tonozun şamandırasını yakalayıp koçboynuzuna bağlıyoruz. Merem'in babannesi dermiş ki "bilmediğin tonoza güvenme". Tam yol tornistan verip deniyorum. Bir şey olmuyor. Burada bağlı kalmaya karar veriyoruz. Motoru kapatıyoruz.
Pozisyonumuz 41.04'.47N; 28.14'.49E. Derinlik 5 metre.
Silivri

Şimdi karaya çıkma operasyonu var sırada. Ambardan bot çıkarılıyor, şişiriliyor. Küçücük bir bot bu. Bizi taşıyacak mı ki? Üzerinde maksimum 160 kg. yazılı. Sadece Mehmet ve Oğus 120'er kilo. Hayırlısı.
Önce kürekler monte ediliyor. Oğuz kısa bir seyrü sefer yapıyor, bot batmadan geri geliyor tekneye kadar.

Sonra motoru indirip yineleyen denemelerimizden sonra çalıştırmayı başarıyoruz. Bu kez de Denizhan önce kendisi test ediyor motor monte edilmiş botu.
Sonra da Oğuz ile birlikte botun dayanıklılığını test ediyorlar. Bot hala yüzüyor. Karaya çıkabiliriz. Ama motoru kullanmak benim için zor olacak. Bir defa jikle çekili bırakılmazsa motor susuyor. Gaz kolunu çok kısarsan motor susuyor. Vitesi yok. Gaz verince gidiyor, vermezsen duruyor. Durmak için gazı kesince biraz da fazla kesmişsen motor susuyor ve güç çalışıyor. Hayırlısı.
Birer bira ve kuruyemişle bugünkü seferimizi kutluyoruz. Saat sekizde kayıkların bağlandığı tonoz halatları, gaz kolu ve motor ile boğuşarak önce Oğuz'u, sonra Denizhan'ı ve sonunda da Mehmet'i sahile çıkarıp botu bağlıyor ve döndüğümüzde bulmak için dua ediyorum.
Silivri'nin sahilini ilk defa görüyorum. Çok kalabalık. 50. Yoğurt festivali var. Belediye başkanı sağolsun, bizim için Nilüfer ve Suavi'yi getirtmiş. Bu akşam ikiye kadar konser varmış. Ne güzel (!).
Kuruyemiş açlığımızı bastırdı. Herkes birer çay içiyor ama benim çay içebilmek için yemek yemem lazım. Köfte, balık, dürüm, kumru tekliflerimin hepsine burun kıvrılıyor. Bu ekip bu akşam yemek yemeyecek, anlaşıldı. Ama sonunda sokaktaki yeni açılmış bir kafemsi restorana oturmayı başarıyoruz.
Oğuz'a bir Lounge kabap, bize de bir salata ve tavuklu makarna yetiyor. Birer bardak çay içip masadan kalkıyor ve konser alanına akıyoruz.
Nilüfer'den bir parça dinlemek yeterli oluyor. Çok fazla gürültü var. Tekneye gitmeye karar veriyoruz. Karanlıkta botla o tonoz halatlarının arasından nasıl geçeceğimi bilmiyorum. İlk iki deneme çok başarılı oluyor. Gerçi ilkinde Denizhan "ağabey, bu tekne bizimki değil, Çanga, aha şurada" deyip beni uyarıyor, ama olsun. Sonuncusunda karada Mehmet'i bulmam biraz güç oluyor. Yanlış yere girmişim. Kollarını sallayan Mehmet'i duyuyorum biraz sağımda ama o halatların arasından çıkmak pek de kolay olmuyor. Sonunda hepimiz teknedeyiz. Silivri'de muhteşem bir gürültü. Nilüfer'in sesi hem sahneden, hem de konser alanının biraz dışına kurulmuş perdenin ses düzeninden olmak üzere iki kere geliyor. Biralarımızı bitirdikten sonra kamaralarımıza çekiliyoruz.

24 Temmuz 2011, Pazar
Yediye çeyrek kala motor çalıştırılıyor, tonoz bırakılıyor ve limandan çıkılıyor. Yolumuz bugün de uzun. Tahminen 60 dm.
Silivri gerimizde
HAva biraz serin, üzerimizde polarlar. Hemen yelkenler açılıyor. Bugün sabah ve öğleden sonra 4-6 rüzgar gösteriyor Poseidon. Orsa ile karadan yavaş yavaş uzaklaşarak yol alıyoruz. Bizden daha önce çıkmış bir yelkenli ise karaya yakın gitmeyi başarıyor. Bizim orsa açımız çok geniş. Bu nedenle rüzgara fazla giremiyoruz. Açığa açıldıkça dalgaların büyüyeceğini söylüyor Denizhan ama şu an için o kadar rahatsız edici değil.
Yelkenlerde birer camadan var. Çok açılınca kıyıya yakın seyretmek nasıl olurmuş diye bir tremola ile kıyıya yaklaşıyoruz. İkinci bir tremola ile yine rotamıza girdiğimizde aynı şey yine oluyor. Rüzgara çok fazla giremediğimiz için kıyıdan açılmak zorunda kalıyoruz. Aslında tam rotamızdayız.

Saat 10 gibi Kumburgaz açıklarındayız. Ekmek arası peynir ile kahvaltıyı geçiştirmiştik. 10.30 gibi Ambarlı gözüküyor.
Ambarlı
Sonra inen uçakları seyrederek Yeşilköy'ü geçiyoruz. Sonra da boğaz trafiğine giriyoruz. Ama bir tane bile gemi girip çıkmıyor biz trafiği geçerken. Rüzgar da bittiği için motorla geçiyoruz buraları.
Öğle yemeği, konserve ton, yaprak dolması, domates ve yeşil biberden ibaret.
Sonunda adalar gözüküyor uzaktan. Sivri Ada'nın bu tarafa yakın olduğunu daha önce anlamamıştım. İstanbul'un Anadolu yakası ve adalar deniz seviyesindeki bir sisin üzerinde duruyor.
Adalar
Kınalı ile Burgaz arasından geçerek diğer adaları sancak bordamızda bırakıp yoğun trafiğin içine dalıyoruz. Sağımızdan solumuzdan gemiler, kamyon taşıyan vapurlar, motor yatlar, yelkenli tekneler geçiyor.


Rüzgar yeniden çıktığı için yelkenleri açıp motoru kapatıyoruz. Sonra bir ara motor yelken giderek hızlanıyoruz. Ancak adalar gerimizde kaldığında rüzgar şiddetini arttırıyor, motoru kapatıp Pendik'e kadar camadanlı yelkenler ile gidiyoruz. Demirlemiş tankerler arasından slalom yaparak mendireğe ulaştığımızda motor çalıştırıp yelkenleri kapatıyoruz. Limana girince palamar botu istiyoru. Kıçtan gelen rüzgar altında kolayca yanaşıyoruz. Rıhtıma atlayıp koltuk halatlarını Denizhan'a atıyorum. Bağlanıyoruz. Motoru kapatıyoruz. Saat 16.00
Bavullar aşağı iniyor.
Vedalaşılıyor.
Gidiliyor.