Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

15 Eylül 2013 Pazar

GÖKOVA

Gerim gerim gerildim, sıcaktan bir anda soğuğa geçmiş gitar teli gibi tın diye kopuvereceğim gerginlikten. Hep geçen seneki son yelken seyrimizdeki ekibimizin bitmek bilmez talepleri yüzünden. "Artık kaç defa daha Hisarönü'nde dolaşacakmışız, 43 feetlik teknenin mutfağı çok küçükmüş, Yunan Adaları'na gitsek olmaz mıymış?" Benim etim ne budum ne? Tekneden inmiş, İstanbul'a dönmek üzere Dalaman Havaalanı'nda uçağımızın kalkış saatini bekliyoruz. Yelken kariyerinin ilk senesini geride bırakmış olan Ahmet, nereden bulduysa yapraklarını çevirdiği bir dergide 55-60 feetlik teknelere bakıyor ve "işte bu" diyor. Hayatımda dümenine geçtiğim en büyük yelkenli tekne Lotus, o da bana transatlantik gibi gelmişti. "Bakarız" deyip öteliyorum. Yarın çözebileceğim bir problemi bugünden çözmek için enerji sarf etmeye gerek yok.

Kışın yavaş yavaş geride kalmaya başladığı günlerde (sanırım şubat gibi), Yelken Dünyası dergisindeki reklamlardan etkilenerek %50 indirimli, 50 feetlik bir teknenin ücretini peşin ödeyerek problemin ilk ayağını çözüyorum. Elimde herhangi bir alındı belgesi ya da sözleşme yok ama, telefon konuşmalarımızda bu soruna yönelik endişem sönüyor.

İkinci problemim, hiç bilmediğim bir bölgede kocaman bir tekne ile seyir yapacak olmam. "Çok rahat kullanırsın" diyorlar Eyüp Oğan ve Mehmet Erem. Hiç bilmediğim bir bölgeyi, biraz bildiğim bir bölge yapabilmek için okumam gerek, ancak işler bu sene o kadar karışık ki istesem de konsantre olmam mümkün olamadığından ve öteleyebildiğim kadar öteleme lüksü de henüz elimdeyken inatla Gökova'yı öğrenmekten kaçıyorum.

Ama Rusya'ydı, Norveç'ti derken zaman yavaş yavaş yaklaşıyor. Daha önceden tahmin etmemin mümkün olamayacağı bir problemim daha oluyor eylül ayı yaklaştıkça. Çalıştığım hastanede 4 anestezistiz. Önce biri, yelken haftamızdan bir hafta önce de bir diğeri işten ayrılıyor. Benim ayrılacağım hafta bütün ameliyathaneye bir anestezist bakacak. Yoğun Bakım'daki anestezist de yardımcı olacak. Bu sorun da beni iyice geriyor.

Okumaya başlıyorum nihayet. Öncelikle Gezgin Korsanlara bakıyorum neler yazmışlar diye. Sonra her zamanki gibi Sadun Boro'nun önerilerine. En son da Levent Çelmen'in hem kendi web sayfasındaki, hem de Yelken Dünyası dergisindeki yazılarına. Çok fazlasıyla yabancı hissediyorum kendimi Gökova'ya. Gerilmeye devam ediyorum.

Tekneyi Yalıkavak'tan alacağız. Ahmet ile Banu bir gün öncesinden Bodrum'dalar zaten. Suat bizden bir saat önce THY ile uçtu. Bizi Bodrum Havaalanı'nda bekleyecek. Biz de Esma ve Ümit ağabey ile birlikte Pegasus'un 7 Eylül 2013 Cumartesi sabahı 08.00 uçağı ile sorunsuz bir yolculuk sonrasında bir saat sonra Bodrum Havaalanı'na iniyor ve Suat'la buluşuyoruz. Bir taksi ile 45 dakika sonra Yalıkavak'ta Palmarina'dayız. Telefonlaşıyoruz. Önce Banu ve Ahmet ile buluşup hasret gideriyoruz.


 Sonra da tekneyi teslim almak üzere Zeynep Hanım ile. Bavullarımızı alan Zeynep Hanım, teken henüz hazır olmadığı için bizden biraz zaman istiyor. Saat 14.00 gibi alabileceğimizi daha önceden konuşmuştuk zaten. Alışveriş için de daha erken. Bir şeyler atıştırmak üzere marinada gözümüze kestirdiğimiz bir yere oturuyoruz. Hafif bir kahvaltı, çay, Mudo'yu bir ziyaret sonrasında telefon geliyor saat 12.00 gibi ve bir saat sonra tekneye binebileceğimizi öğreniyoruz.

Marina'da Makro Market'ten alışveriş etmemiz gerekiyor. Biraz pahalı ama ne yapalım. Mandal dışında aradığımız her şeyi bulup saat tam 13.00'te tekneye gidiyoruz nevalemizle birlikte. Süratli bir şekilde nevalenin ve bavulların yerleştirilmesi tamamlandıktan sonra teknenin teslim alınma işlemi başlıyor. İbrahim isimli bir arkadaş tekneyi tanıtıyor bize. Kaan (S/Y) 50 feetlik biraz yaşlı ve bakımsız bir Bavaria. Pabuç Koyu'na hava kararmadan gidip gidemeyeceğimizi soruyorum, "gidersiniz" diyorlar. Hafif soru işareti var ses tonlarında ama bakacağız. 25 millik bir mesafe. Büyük tekne, saatte 7-8 mille gitse, hava kararmadan Pabuç Koyu'na girebiliriz. Ama daha yavaş bir tekne ise yetişemeyiz.

"Mutlaka girerken de çıkarken de palamar botu isteyiniz" diye ısrarla uyarıyor bizi Zeynep Hanım. Tamam, isteriz. Telsiz ehliyetim de var artık, ilk telsiz konuşmamı da Cengiz Esgi Kaptan'ımın himayesinde Fenerbahçe'de yapmıştım. Burada da yapıyorum. Palamar botu hemen geliyor, önce tonozu, sonra koltuk halatlarını bırakıyoruz, hiç rüzgar olmamasına rağmen iskelemizdeki tekneye yaslanmamıza az kala, biraz da palamar botunu sıkıştırarak çıkıyoruz iki teknenin arasından. Gaz kolu hemen alışılamayacak kadar sert ve sanki 2-3 kademeli. Biraz ileri verince hiç bir şey olmuyor, sonra biraz daha bastırınca sanki ikinci vitese geçiyor ve tekne hareket ediyor, önerdikleri 2000-2200 devirlere çıkmak için biraz daha güç uygulamak gerekiyor gaz koluna. Ciddi bir direnci yenmek gerekiyor. Saat 15.05.

Yalıkavak Palmarina'yı dümen suyumuzda bıraktıktan sonra Zeynep Hanım'ın önerisi ile Küçük Kiremit Adası'nı iskele bordamızda bırakarak güneye dönüyor ve Büyük Kiremit Adası'nı sancak bordamızda bırakarak Gökova heyecanımızın kollarına bırakıveriyoruz kendimizi. Ancak Hüseyin Burnu'nu dönene kadar rotamız pek güvenli değil. Bir sürü ada, döküntüler var sürekli gözümüzü açık tutmamız gereken. Sadun Boro Üstad, Yalıkavak Yarımadası'ndan Hüseyin Burnu'na kadarki 9 millik sahil şeridindeki kıyıdan 1-2 mil uzaktaki irili ufaklıü çorak bir çok adayı şöyle sıralamış kuzeyden güneye: Büyük Kiremit Adası (üzerinde fener var), Küçük Kiremit Adasıü Çavuş Adası, Çatal Ada (kuzey ucunda fener var), Topan Ada (üzerinde fener var), Yassıada, Çobanada, Sarıot ve Tüllüce Adaları ile etrafındaki kayalar. Adalar ile sahil arasındaki Karabakla Boğazı'nın iniş ve çıkış için kullanılabileceğini de belirtmiş. Hüseyin Burnu'nda bayağı açığa uzanan sığlık konusunda da uyarıldık zaten Zeynep Hanım ve İbrahim Bey tarafından.

Hızımızı 4.5-5 knot gösteriyor hız göstergemiz. Chartplotter ise aiağıda, kokpitte. Suat, Iphone'a Navionics yüklemiş. İkis de hızımızı 7-8 knot gösteriyor. Akıntı ile mi gidiyoruz, yoksa ölçümlerde hata mı var, çok emin olamıyorum. Bu hızla Pabuç Koyu'na güvenli bir saatte varamayacakmışız gibi geliyor bana. Mehmet Erem, Akyarlar'da geceleyebilirsin demişti. Hedefim orası ama, saat de daha erken.

Bir tane kaplumbağa görüyoruz denizde. Daha önceki bir tarihte yunuslar için de yaptığımız gibi geri dönüp kaplumbağa ile iletişime geçmeye çalışıyoruz ama o sadece kafasını bir çıkarıp bize bakıyor ve sonra yoluna gidiyor.
Karabakla Boğazı'nda teknemize bir süreliğine heyecan getiren kaplumbağa

Suat'ın denize bıraktığı sırtıya çok kısa bir sürede bir palamut takılıyor. Akşama saşimi olarak masamıza gelecek.
Ahmet Erözenci dümende, Suat Güven balık avında


Yelkenlerimizi açtık, bizi uyardılar yelken alanı çok büyük diye. Camadanlı açalım dedik ana yelkeni. Sonsuz halatın kilidini açınca ana yelken sonuna kadar açılıverdi. Hava çok kuvvetli değil. Ful arma, güzel yelken yapıyoruz. Hızımızı 5 knot gösteriyor hız göstergemiz, chart plotter ve iphone 7.5-8 knot. Hızlı gidiyoruz ama ben Pabuç Koyu'nu çoktan kafamdan çıkardım bile.

Karaada'yı uzakta iskele bordamızda kendi haline bırakıp Bağlar Koyu'na döndürüyoruz dimenimizi. Sadun Boro'nun Bağlar Koyu dediği koya Rod Heikell da Bağlar Koyu demiş ama chart plotter ve Navionics, o koya Kargıbükü ismini vermiş, bu büyük koyun güney batısındaki küçük koya Bağlar Koyu ismini vermiş. Yelken keyfimiz bir doğuya, bir batıya sürüyor ama hangisinde nereye konaklayacağımıza henüz karar veremedik. Yelkenleri indirip önce Chartplotter'da Kargıbükü diye isimlendirilmişbüyük koya bakıyoruz. Burada farklı alanlarda çeşitli iskeleler ve demirlemiş ya da iskeleye bağlanmış yelkenli tekneler var. Burası bir seçenek. İyi de rüzgar var kuzeyden, dağlardan denize doğru. Daha sonra güney batıdaki küçük koya (Bağlar Koyu) bir girip bakıyoruz. Burada hiç kimsecikler yok. Tekrar geri dönüp Kargıbükü'ne kendimize yer beğenmeye gidiyoruz. Koyun batı yakasında iki tane iskele var. Demirlesek mi yoksa iskeleye mi bağlansak? Ekip iskeleye bağlanıp bir lokantada akşam yemeği yemek istemiyor. Ben de bu rüzgarda alargada kalmak istemiyorum. En sonunda imdadıma Ümit ağabey yetişiyor. Kulağıma "bu rüzgarda alargada kalmak istemediğini biliyorum. İskelelerden birine bağlanalım, gerekirse iskeleye bağlanma parası verir, teknemizde yeriz" diyor. Cumhur Hoca'nın neden olduğu polemik geliyor aklıma, ama öneri bana sıcak geliyor. Bu rüzgarda bir iskelede bağlı olsak daha rahat edeceğim. Daha yüksek ve düzgün gözüken batıdaki iskeleye yaklaşıyoruz. İskelede birileri var. Soruyoruz. Bağlanabileceğimizi söylüyorlar. Lokanta da yokmuş zaten. Tam istediğimiz gibi olacak. Enteresandır, ilk kez tornistanda sancağa çeken bir tekne kullanıyorum. Rüzgar iskeleden bize doğru geliyor. Sorunsuz bir şekilde tonozu alıp iskeleye bağlanıyoruz. Bizi genç bir arkadaş yardımcı oluyor: Mert. Beta Bodrum Yelken Akademisi'nin iskelesine bağlandık (36.59.9'N-27.20.9'E). Çok bakımlı bir iskele bu. Ancak sezon kapanmış. Su ve elektriği ücretsiz olarak kullanabileceğimizi, gece iskeledeki teknede kalan arkadaşlardan bir şeye ihtiyacımız olursa yardım isteyebileceğimizi söylüyor Mert. Akşam tekneye davet ediyoruz çalıp söylemeye. Eşi  ses sanatçısı imiş.

İlk bağlanmamızı cin ve bira ile kutluyoruz. Bir ben giriyorum denize. Akşam yemeği Ahmet ve Banu'dan. Biz yemek yerken Mert ve eşi hemen sancağımızdaki teknelerine geliyorlar ama halletmeleri gereken bir problemi, halletmelerine saatler yetmediği için bir araya gelmemiz mümkün olmuyor. Biraz gitar, çokça ud ve Türk Sanat  Müziği ile yataklarımıza çekiliyoruz. Ben her zamanki gibi havuzlukta uyku tulumumdayım. Gece boyunca rüzgar şiddetini azaltarak devam ediyor. Özlemişim.

8 Eylül 2013 Pazar

Sabaha kadar sivrisineklerle savaşıp durduk. Yaralarımızı denize girerek sarmaya çalışıyoruz.

Teknemiz, Kaan

 Sabah kahvaltısı teknede.
Kargıbükü'nde bağlandığımız iskele

 10.30'da halatlarımızı alıyoruz. Rotamız Büyük Çatı. Uzun bir yolumuz var bugün, 30 mil kadar. Hemen yelkenlerimizi açıyoruz. Önce geniz apaz ile keyifli bir seyir. İki saat sonra Orak Adası'nı iskele bordamızda bırakıyoruz. Uzun bir süre yelkenlerini açmış bir gulet ile birlikte seyrediyoruz.

 Sonra onu geçip pruvasından biraz daha güneye 110 dereceye kırıyoruz rotamızı. Bir süre pupada cenova ile uğraşıp sonra ayı bacağı deniyoruz. Bumbayı bir halatla emniyete alıyorum istemsiz kavançayı önlemek için. Sonra ana yelkeni de kapatıp sadece cenova ile karşı yakaya geçiyoruz. Öğle yemeğimiz domates- peynirli lavaş dürüm. Oltaya takılan bir şey yok.

Cenovanın lacivert güneşliği sökülmeye başladı. Tüm halatlarımız eski ve kazık gibi sert. Yelken halatlarının kilitlerinin tümü sorunlu. Ama keyfimiz yerinde. Saat 16.00 gibi Büyük Çatı Koyu'na giriyoruz. Sadun Boro'nun dediği gibi yan yana uzanan diğer koylardan ayırt etmek için en belirgin işaret, koyun ağzında, üzerinde tek bir ağaç bulunan küçük ada. Ama tabii ki bir chartplotter ve Navionics ile buradayız.Koyun güney doğusundaki küçük koya kıçtan bir girip bakıyoruz önce, sadece bize mahsus bir gecelik koyumuz olabilir belki hayali ile. Ancak 2 metrede kum zemine salma bir dokununca hemen çıkıyoruz oradan. V
ra Demir'de önerilen güney batıdaki koya giriyoruz. Bu küçük koyungüneyinde balıkçı tekneleri bağlanmışü kuzeyinde yabancı bir yelkenli tekne bayağı koy içine sokularak sanki günler öncesinden beridir burada bağlı gibi. Pruvamızı batıya çevirerek 5-6 metreye demir atıyoruz. Ama tutmuyor. Henüz bu akşam yaşayacaklarımız hakkında bir bilgimiz yok tabii ki. Bir daha karşı kıyıya kadar gidip demir bırakıp tornistan ile geliyoruz kuzey yakasına. Yine tutmuyor. 5-6 metrelik kum zemine defalarca denememize rağmen demir tutturmayı başaramıyoruz. Nedenini çözemiyorum. Demiri her toplayışımız ayrı bir serüven. Neredeyse zincirin her metresini elle yaymak gerekiyor baiüstündeki havuzluğuna.Ve bu işlem bayağı güç gerektiriyor ve bayağı zaman alıyor. Rüzgar deli gibi sancağımızdan sahile bastırıyor bizi. Demir bıraktığımız yeri biraz daha değiştirmemize rağmen demiri tutturamıyoruz ve kıçtan 2-2.5 metre sığlığa kadar tornistan ile her denememde demirin tutmadığını hayal kırıklığı ile görüyoruz. En sonunda demirin üstine gitmeye çalıştığım son seferinde rüzgarın pruvamızı da sahile yaslamış olduğunu, tekne hareket etmeyince fark ediyorum. İlk kez karaya oturmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum böylece. Algılamam bir kaç 10 saniye sürüyor. İnanamıyorum ama tekne 15-20 santim hareket ediyor neredeyse ama sadece o kadar. Bir ileri bir geri, değişen bir şey yok. Balıkçılardan yardım istiyoruz. Birisi balıkçı teknesi ile geliyor, ince bir halatla bağlanıyoruz ona, o da, ben de gaz kolunu kökleyince 10 saniye sürüyor sığlıktan kurtulmamız. Yıllardır çok korktuğum bu karaya oturma işi bugün benim için bir eğlence oluyor sadece. Ben de şaşırıyorum hiç üzülmeyişime. Belki de mahçubiyetimi bu şekilde saklıyorum. Gerçi ekipteki herkes hafta boyunca bu anıyı sürekli hatırlatıyor ama canım acımıyor nedense.

Sonra balıkçıların önerisi ile balıkçı teknelerinin dibine kadar gidip kum zemine bir kaç kez daha demir bırakmamıza rağmen demir bir türlü tutmuyor. En sonunda bize 30 kiloluk bir çapa vermeyi teklif ediyorlar. Kabul ediyorum. Onu götürüp rüzgar üstünde bir yere bırakıyorlar, halatı getirip bize veriyorlar. Halatı koç boynuzuna bağlayıp bir tornistan, tamam tuttu işte. Koltuk halatlar, zaten ilk seferinde kıyıya yüzerek gidip olayı yaklaşık bir saat süre ile bazen üşüyerek, bazen mevki değiştirerek bizi izleyen Suat'ta. Suat'ı ve halatları bizi kurtaran balıkçılar motorla bize getiriyorlar.
Çatı'daki demirleme(me) çalışmalarım


İşimiz bittiğinde rüzgar da bitiyor. Denize giriyorum ama dibi görmek mümkün değil. Hava kararmadan balıkçılara teşekkür etmeye gidiyoruz Suat ile. Para mı yoksa rakı mı götüreceğimi bilemediğimi söylediğimde rakı içmediğini söylüyor Çatılı Mehmet. Ertesi sabah saat 10'a kadar balıktan döneceğini söyleyince balık için onu bekleyeceğimizi söylüyoruz. Çapasını da geri vereceğimizi. "Alamazsınız denizden" diyorlar. Bu akşam defalarca alabildiğimi söyleyince gülerek ayrılıyoruz onlardan.

Büyük Çatı'da bir tekne

Akşam yemeği Banu ve Ahmet'ten. Rakı ve şarap gecemizi renklendiriyor. Bu akşam müzik yok. Derinlik göstergemiz açık. Yatıyoruz. Gece rüzgar da yok.

9 Eylül 2013 Pazartesi

Sabah yedide gözlerimi açıyorum. Kıyıya biraz yaklaşmışız. Deniz bugün pırıl pırıl. "Siz bir topuğa oturdunuz" dedikleri topuğa bakıyorum. Öyle bir topuk yok. Bayağı sahile çıkmışım neredeyse dün akşamüstü. Denize girmeden önce tam merdivenimizin altındaki iki taş parçasına sokulmuş ve aynı renge bürünmüş ahtapotu fark ediyoruz. Denize giriyorum, çıkıyorum, ahtapot hiç umursamıyor beni.

Büyük Çatı

Balıkçımız geliyor. İki tane lagos beğeniyoruz. Bayağı iyi bir para veriyoruz karşılığında. Demiri de alıp balıkçı teknelerinden birisine bırakıyoruz Suat'la. Sonra temizlenmiş balığımızı alıp teknemize dönüyoruz.

10.40'ta koydan çıkıyoruz, hayatımda ilk defa karaya oturduğum koydan, Büyük Çatı'dan. Balıkaşıran'ı merak ediyordum, bir girip bakıyoruz. Sonra Velibükü'nü sancak bordamızda bırakarak Bördübet Koyu'na giriyoruz. Amazon Koyu'nda (Küçükgünlük koyu, 36.49.0'N-28.02.13'E)  demir atıp alargada kalma niyetimiz var. Dümende Esma, demiri bırakıyor Ümit ağabey 8-9 metreye ve  bir kerede tutuyor. Denize giriyoruz.

Ahmet'in dediğine göre Bördübet'te bir otelin lahmacunları mükemmelmiş. Eğer oraya gidersek lahmacunlar Ahmet'tenmiş. Banu telefonla ayarlıyor. Ama önce Bördübet'e geri dönüp demirlememiz gerekiyor. Burada da demir bir kerede tutuyor. Üstelik 15-26 metreye bırakıyoruz demiri (36.49.76'N-28.01.97'E).  Ahmet, Banu ve Suat botla otelin iskelesine gidiyorlar. Ben denizdeyim.

Yarım saat sonra lahmacunlarımız ve ayranlarımız geliyor. Gerçekten Ahmet'in dediği kadar lezzetliler. Birer bardak da çay. Sonra demiri iman gücü ile almamız gerekiyor.Çünkü zincir sürekli kavatelaya sıkışıyor. Sıkışmaması için neredeyse her metresini elimizle sermemiz gerekiyor.


Bördübet ile Yedi Adalar arasında çok keyifli yelken yapıyoruz. Yelkenlerimiz bu kez camadanlı. Ona da çare bulduk. Sonsuz halatı, ana direkteki koç boynuzuna bağlayarak kilitliyorum.

Yedi Adalar bölgesine Taneli Burnu ile Martılı Ada arasından giriyoruz. Çamaltı Koyu'nda demirlemiş tekneler var. Bizim hedefimiz Uzun Liman. Uzun limanda hemen girişte yarımadanın içindeki koyda bir yelkenli tekne, bir motor yat, iki tane gulet, daha içeride ise alargada bir yelkenli var.
Uzunliman

O yelkenliyi de geçip demir atıyoruz. Defalarca. Allahım kabus geri döndü. Sonra gidip demirlemiş gulet ile yelkenlinin arasında demir atıyoruz. Yine tutmuyor. Sonra demir alırken guletin zincirini de alıyoruz. Gulet kaptanından yardım değil ama konforlarını bozduğumuz için sitayiş alıyoruz. Koç boynuzuna bağladığım bir halatı, guletin  zincirinin altından geçirip bizim demiri boşlayınca, iki üç denemeden sonra demirimizi kurtarıyoruz. Adamın zincirini pruvası doğrultusunda bir yere bırakıp koydan dışarı çıkıyoruz. Bu demirle bu koyda bir daha deneme yapacak gücümüz kalmadı artık.

Keyfim iyice kaçtı. Planım bozuldu. Bu akşam kalacak başka bir yer lazım. Küfre'ye kırıyoruz dümeni. Ama aklım demirde. Kendimi çok güvensiz hissediyorum. Küfre'de restorana yaklaşmak zaten mümkün değil. Önü sığ ve bayraklarla işaretlenmiş. Koyun batı yakasında zaten guletler bir başka tekneye yer bırakmadan yanyana demirlemişler. Koyun doğu yakası ise açık denize bakıyor neredeyse. Geri dönüyoruz Suat'ın önerisi ile Çamaltı Koyu'na doğru. "Karaağaç Koyu'na da bakalım" diyor Suat. Denemekten bir şey kaybetmeyiz. Bu koyda bir tane gulet var. Biz onun biraz daha doğusundaki küçük girintiye demir atıyoruz ve yine tutmuyor. Bir kez daha deniyoruz, yine olmuyor. Sonunda yedek demiri (Danforth) denemeye karar veriyoruz. Başüstündeki depodan çıkarıp 100 metrelik halatı isbarço ile demire kilitle bağlı 10 metrelik zincire bağlıyoruz. 40-50 metre açıkta 8-9 metreye bırakıyoruz. İlk seferinde değil ama ikinci seferinde tutuyor. Rüzgar çok şiddetli değil ama pruvamızdan geliyor. Botla koltuk halatını sahile götürme işi bu kez benim. Ama bot kullanma konusunda çok becerikli değilim. Botun motoru ve halatın ikisini birlikte kontrol etmek oldukça zamanımı alıyor benim ama sonunda kıyıda bir kayaya bağlanmayı başarıyoruz (36.51.8'N-28.2.63'E). Ancak teknemiz 2.5 metrede ve kayalık sahile çok yakın. Rahat etmiyoruz. Koltuk halatını biraz daha rüzgar üstüne taşımaya karar veriyoruz. Bu kez Suat bolca uğraşıyor bot ve koltuk halatı ile ama sonunda oluyor. Teknenin kıçı, daha önce gözümüze kestirdiğimiz koyumsu girintiye dönüyor. Artık rüzgarı bordadan alıyoruz ama sahile biraz daha uzağız. Ancak çok kısa bir süre sonra 1.9 metre yazdığını görüyoruz derinlik göstergesinde. Biraz topluyoruz demiri. 2.5-3 metreyi görünce daha iyi hissediyor ekip kendisini. Aslında hem halatla bir demire bağlıyız, bıraktığımız kaloma ne kadar bilmiyorum, hem sığdayız, hem de biraz rüzgar var. Hiç rahat değilim. Havanın kararması ile birlikte rüzgar kesiliyor. Bu akşam da yemekler Ahmet ve Banu'dan. Balık çorbası ve lagos buğulama var menüde. Sadece bir tek içiyorum. Üstüne bir de irmik helvası yapıyorlar. Daha ne isterim. Bir tek şey: demirim sabaha kadar sorun çıkarmasın. Gece havuzluktayım. Alın fenerim yastığımın altında. Derinlik göstergesi açık. Rüzgar yok. Sorun yok.

10 Eylül 2013, Salı

Saat yedide uyanıyorum. Demirde sorun yok. Biraz çiğ var bugün. Deniz, kahvaltı, keyif kahveleri. Bugünkü rotamız, Tuzla Koyu'na bir bakılacak, Löngöz'ün çok güzel olduğunu söylüyor Suat, son durak da Karacasöğüt. 15 millik bir yolumuz var. O nedenle sabah keyfimiz uzun sürüyor bugün. Dünün stresini yavaş yavaş atıyoruz.

11'de demirimizi alıyoruz iman gücüyle. Irgat kullanmaktan daha zor olmuyor aslında. Bir daha öbür demiri (Bruce tip) kullanmamaya yemin ediyoruz. Karaağaç Koyu'nun hemen karşısındaki Uzun Ada ile Zeytinli Ada arasından çıkıyoruz Yedi Adalar'dan.
Uzun Ada'ya Karaağaç Koyu'ndan bakış

 Önce Teke Burnu'nu, ardından Koyun Burnu açığındaki tehlike şamandırasını sancak bordamızda bırakıyor ve Tuzla Koyu'na dönüyoruz.  12.20'de Tuzla Koyu'nun girişinde, güneydeki iki küçük koydan ilkine (36.55.32N-28.01.93E) metreye yedek demirimizi atıyoruz. Bir kerede tutuyor. 3 saat kadar buradayız. Öğle yemeğinde makarna var. Bol deniz ve keyif molası oluyor bu.

15.40'ta demirimizi alıyoruz. Karacasöğüt'te Haluk Karamanoğlu'nun tesisinde iskelede ve restoranda yer ayırtıyorum. Suat, yol üstünde benim de çok merak ettiğim Löngöz'e uğramayı öneriyor. Çok kısa bir süre sonra Löngöz'e giriyoruz (36.55.99N-28.5.87E). Bencik koyu benzeri şirin bir koy. Çok beğeniyoruz. Dönüş yolunda burada bir duraklama yapmayı kararlaştırıyoruz. Dönüşte Suat olmayacak ama" siz beğendiniz ya bana yeter" diyor Suat.
Löngöz


İki saat sonra Karacasöğüt'teyiz. Koya girdiğimizde telefonla arıyorum. İskele hemen koya girişte sağda. Palamar botu göndereceklerini söylüyorlar. Hemen palamar botu geliyor. Suat bizi iskeleye yanaştırıyor kıçtan kara. Haluk Bey'in eşi alıyor koltuk halatımızı.

Karacasöğüt

İskele oldukça kalabalık. Üç kişi bize "hoşgeldiniz" diyor. Bir tanesi telefonda konuştuğumuz Didem Hanım (kendisini tanıtınca öğreniyorum), bir beyefendi" hoşgeldiniz" diyor gülümseyerek ve hemen yürümeye devam ediyor. "Haluk Bey?" diye soruyorum Didem Hanım'a. Evet, o beyefendiymiş. Hemen atlıyorum iskeleye. Sesleniyorum Haluk bey'e. "Ben sizi görmeye geldim buraya " diyerek. Hemen geri dönüyor, tanışıyor ve fotoğraf çektiriyoruz.

 Ama muhteşem bir tesis yaratmış Haluk Bey. Bir yelken okulu, marina, 5 odalık konaklama tesisi, çok şık bir restoran, bolca anı, fotoğraf, deniz motifleri ile dolu bir mekan ve bolca güleryüz. Akşam için restorana gidip balık seçmeye yelteniyoruz. Hayır efendim, şef garson gelip kendisi bizden sipariş alacakmış. Didem hanım teknenin evrakını istiyor, ayrılırken geri vermek üzere. Sonra iskeleden denize atlıyor ve biraz serinliyorum. Selimiye'de Begonvil'e yanaştıktan sonra aynı böyle denize iskeleden girip tekneye kendi merdiveninden çıktığım anlar gibi. Tek fark, burada deniz mazot kokmuyor, temiz. Aslında tek fark tanımlaması burası için bir haksızlık. Telefonla "biz geliyoruz, iskele hangisi?" dediğimiz andan beri şımartılıyoruz. Yok palamar botu gelmesi, yok teknemize kadar gelip hoşgeldiniz demeler, bolca güleryüz, akşam yemeği için siparişin teknemize kadar gelen bir şef garson (Senol) tarafından alınması. Tesisin güzelliği, doğa ile uyumu, sıklığı, onlarca tekne, öğrencilere yönelik onlarca lazer tekne, her biri için karada istiflenmeye yönelik raflar, salmalar, yekeler, çok şık bir restoran, dünya seyahatinde Haluk Bey'in izlediği rotayı gösteren koskocaman bir dünya haritası da çabası. Haluk Bey'in dünyayı dolaştığı Deriska (S/Y) ile Osman Atasoy'un Uzaklar  II (S/Y) isimli tekneleri iskelenin iç tarafında birbiri arkasına iskeleye bordalamış İkisine de sevgiyle birer kere dokunuyorum.
Deriska ve Uzaklar II
Deriska


Çok keyifli bir akşam yemeği sonrası tekneye gidip tuş oluyoruz.

11 Eylül 2013 Çarşamba

Bu sabah sekize kadar uyumak mümkün oluyor benim için. Ekipten bazıları daha erken kalkmış, kahvesini yudumluyor, bazıları ise hala yataklarında.

Kahvaltı yine teknede. Bugün rotamız büyük bir olasılıkla Sedir Adası, Çamlı Koy ve sonra geri dönüp Değirmen Bükü'nde Okluk Koyu şeklinde olacak. Kahvaltı ve tertemiz bir ortamda duş sonrası Didem Hanım'la hesabı kesip (50 feet için bir gece konaklama 83 TL) bir dahaki sene için tekne bakmaya başlıyoruz. Gökova gezilecekse taa Yalıkavak'lardan değil Karacasöğüt'ten çıkmak çok daha mantıklı. 42, 47 ve 52 feetlik Harmony tekneleri var. Didem Hanım'la geziyoruz. Sonra 47 ve 52 feetlik tekneleri ekiple birlike bir daha geziyor ve 52 feetlik tekneye karar kılmalarını izliyoruz ekipten bazı arkadaşlarımızın. Bu tekneler gerçekten tertemiz, bakımlı ve donanımlı.

İskeleden ayrılmadan hemen önce Suat, oğlu için yelken okuluna bir bakmak istiyor. Seneye 3 haftalığına oğlunu buraya yelken okuluna gönderme fikri çok cazip geliyor ona.

11.15'te sorunsuz bir şekilde iskeleden ayrılıyor ve Karacasöğüt'ü arkamızda bırakıyoruz.

Global Sailing - Karacasöğüt

Önce Karaca Ada'yı sonra Kargı Burnu'nu sancak bordamızda bırakıp Domuz Burnu'na doğru yükseliyoruz.

Domuz Burnu ile Sedir Adası arasındaki koya girerek Sedir Adası'nın güney ve doğu kıyılarını seyrederek kuzeye çıkıyoruz. Orta Ada ve küçük Ada iskele bordamızda kalıyor.

Sedir Adası
Çapa Burnu'nu da döndükten sonra Çamlı Koyu'na giriyoruz. Amacım Çanak Koyu'nda öğle molası vermek.Çanak Koyu, Çamlı Limanı'nın doğu yakasında uca doğru kuzey yönünde 150 metre kadar giren küçücük bir koy. Rüzgar limanın içine doğru esiyor. Demirimiz sorunlu ve koltuk halatı almak gerekiyor. Sadece alargada kalmak üzere bu küçük koydan vazgeçip limanın içine biraz daha sokuluyoruz. Limanın dibine doğru doğu yakasında bir kaç tekne ufak balıkçı teknesi, tam karşısında batı yakasında ise günübirlik motorlar var. Biz çok içerilere girmeden Çanak Koyu'nu biraz geride bıraktıktan sonra rüzgara dönüp demirimizi 15 metreye bırakıyoruz. Biraz tornistanla halatı da bıraktıktan sonra halatı koç boynuzuna voltalayıp tornistan verdiğimizde zınk diye duruyor teknemiz. Oh.

Öğle yemeği için buradayız. 15.00 gibi hareket etmemiz ve Değirmen bükü'ne çok geç kalmadan girmemiz gerekiyor. Değirmen Bükü bir buçuk saatlik mesafede. Suat bizden ayrılacak bugün. Uçağa yetişmesi için çok geç kalmadan iskeleye bağlanmalıyız.

Öğle yemeğimiz, zeytinli makarnadan ibaret. Deniz rüzgarlı ama çok temiz. 15.15'te motor çalıştırıp demiri alıyoruz. Daha koydan çıkmadan ana yelkeni açmaya çalışıyoruz. Ama sıkışmış. Bu olası derdi bildiğimizden dün çok dikkatle sarmıştık. Ama biraz yukarıda bir kat var yelkenin açılmasını önleyen. Keyfim kaçıyor. Ama Suat'a haftanın son yelken seyri yaptırma şansına sahip olmamız mümkün değil. Motorla dalgalara bata çıka Değirmen Bükü'ne doğru seyrediyoruz. Bir saat sonra önce Kara Ada'yı sonrasında Zeytinli Adası'nı iskele bordamızda görüyor ve Değirmen Bükü'ne giriyoruz. Öğle yemeğinden sonra Deniz Restoran'da Mustafa Bey'i arayıp yer ayırtmıştım, ama iskelenin boş olduğunu, yer ayırtmaya gerek olmadığını söylemişti.

Sancak bordamızda çok merak ettiğim Hırsız Koyu ve İngiliz Limanı'nı görüyoruz. Tekneler şimdiden koyu işgal etmişler bile.
Değirmen Bükü (Sağda teknelerin bulunduğu koy, İngiliz Limanı)


Birazdan iskele bordamızda Denizkızı. Bolca fotoğrafını çekiyoruz.

Denizkızı (Okluk Burnu)
Hemen ötesinde çok merak ettiğim Okluk Koyu. Telefonla Mustafa Bey'i arayıp iskelenin yerini öğreniyorum. İskelede tonozu verecek birisi gözüküyor. Esma dümende. Sorunsuz bir kıçtan kara bağlanma oluyor (36.55.03N-28.1018'E). Suat süratle bavulunu alıp vedalaşıyor. Herkes onu yolcularken benim aklım ana yelkende. Tam sancağımıza 50 feetlik bir Bavaria giriyor. Yolcular Rus, kaptan Türk. Koltuk halatını alıp bağlanmasına yardımcı olduktan sonra biraz sohbet ediyoruz. Knidos'u dönmüşler, yolda hararet yapmışlar. Yorulmuş kaptan. Derdimi anlatıyorum. Halatları bir o tarafa, bir tarafa çekerek halledebileceğimizi söylüyor. Ben bumbanın üzerine çıkıyorum. Elimde bir tahta kaşık. Önceden gözüme kestirdiğim katlanmış bölümü kaşıkla düzeltirken Hikmet kaptan da halatlarla oynayınca problemi kısa sürede çözüyoruz. Çok rahatlıyorum. Bir bira teklifimi sonraya erteliyor Hikmet Kaptan. Teknedeki Ruslara alkol yetiştiremediğini, alış veriş etmesi gerektiğini söylüyor. Ruslar viski içmeye başladılar bile. Bu gecenin biraz gürültülü geçebileceği konusunda uyarıldım zaten kaptan tarafından.

Okluk Koyu - Denizkızı Restoran'ın iskelesi


Banu ile balık ayırtmaya gidiyoruz restorana. Bir buçuk kiloluk bir levrek gözümüze hoş görünüyor. Bir de Ruslardan uzak bir masa istiyor sonra denize girmek üzere tekneye dönüyoruz. Denizde Esma'nın hedefi Denizkızı'na kadar yüzmek ama benim gözüm kesmiyor. Tekneye dönünce rutinimiz cin, bana bira.

İçim içimi yiyor, buraya kadar Sadun Boro üstadı görmeye geldim, ama bunu nasıl gerçekleştireceğim bilmiyorum. İlerilerde bir yerde bir katamaran var, Sadun Üstad'ın olabilir mi acaba? Bota binip gitsem, "merhaba, ben sizi görmeye, elinizi sıkmaya geldim" desem çok abes olur mu acaba diye düşünürken bir çığlıklar geliyor kulağıma. Bir zodyak ile Sadun Boro bizim iskelemize geliyor. Koşa koşa gidiyoruz elini sıkmaya, fotoğraf çektirmeye. Çok güleryüzle karşılıyor bizi ama ben sakallıyım, Ahmet sakallı. "Ben hocalarla fotoğraf çektirip ne yapayım" diyor şakayla karışık üstad. Sonra Banu ve Esma'yı görünce "hah, tamam şimdi " diyor. Bolca fotoğraf çektiriyoruz.

Sadun Boro ve hanımlar

Sadun Boro ve beyler

Bugün çok mutluyum. Sıkışan yelkeni açtım, Sadun Boro'yu görüp elini sıktım. Akşam yemekte rakıya çok ihtiyacım olmadan zaten sarhoşum.  Yan masada Rusların madalya törenleri. Çok makul bir hesap geliyor. Teknede biraz daha sohbet, sonra tuş.

Gece boyunca hemen yanımıza bağlanan tekneden şen kahkahalar, biraz gitar, biraz Rus şarkıları kulağıma kadar gelip defalarca uyanmama neden oluyor. Biraz sonra kalkıp yeter artık diyesim geliyor her seferinde ama gözlerim ısrarla kapanmayı tercih ediyorlar. Bir ara onlar susuyor, sonra da iç sesim.


12 Eylül 2013 Perşembe

Sabah kahvaltısını başka bir yerde yapmak istiyor ekip. Yedide uyanıyor, yedi buçuk gibi halatlarımızı alıp iskeleden ayrılıyoruz. İngiliz limanı zaten çok kalabalık, Löngöz'e yollanıyoruz.

Denizkızı'na veda

Bir saat sonra Löngöz'deyiz (36.55.99N-28.05.83E). Neredeyse kimsecikler yok. Bir iki balıkçı teknesi, koyun içerilerine kadar sokulmuş, azmağın da ötesine geçmiş bir yelkenli. Kum zemine yedek demirimizi bırakıyoruz, bir kerede tutuyor. Yüzme, güzel bir kahvaltı, bol dinlenme, biraz bot gezintisi ve kürek çekme çalışması.

Löngöz'e giriş
Löngöz


10.30 gibi demiri alıyoruz. Hedef Pabuç Koyu. Körfezin karşı yakasına geçip Bodrum'a yaklaşabildiğimiz kadar yaklaşmak istiyoruz bugün ki yarın Yalıkavak'a az yolumuz kalsın.

Motor seyri ile körfezin karşı yakasına geçiyoruz rüzgarsız bir havada. O, acayip santralin kulesi hep karşımızda. 12.30 gibi Çökertme Koyu'na bir göz atıyoruz. İskeleden motorlu tekne ile bize doğru gelen arkadaşı el işareti ile durduruyoruz. Koydan çıkmadan rüzgara dönmüşken ana yelkeni açıyoruz. Sonra Çökertme'yi geride bırakıyoruz. Koydan çıkınca da cenovayı açınca değmeyin keyfimize. Hızımız 7 knot. Orsa ile Alakışla Bükü'ne yaklaşıyoruz. Hikmet Kaptan bu koyda bir restoran ve iskele adı vermişti. Ancak rüzgar müsait iken koya bir sokulup sonra yeniden Pabuç Koyu'na yöneliyoruz.


Alakışla Bükü'nden bir tremola ile çıkıp Yıldız Adası'nın güneyinden geçerek kıyıdan uzaklaşıyoruz. Rüzgar, doğrudan Pabuç'a gitmemize izin vermiyor. Yıldız Adası'nı geride bıraktıktan sonra bir tremola ile bu kez Kargıcık Koyu'na giriyoruz. Orak Adası'nı iskele bordamızda bırakana kadar koya sokuluyoruz.Sonra Kıstak Adası'nı da bordalayıp pruvamızdaki burnu da döneceğiz diye beklerken Pabuç Koyu'nu karşımızda görüyoruz. Rüzgara dönüp yelkenleri indiriyoruz. Saat 16.00.

 Pabuç Koyu'nda iki yelkenlinin sancağı ile bir guletin iskelesi arasındaki boşluğu gözümüze kestiriyoruz. Ancak demir üst üste iki kere tutmuyor. Guletin kaptanı ile konuştuğumuzda bu gece havanın olmadığını sadece zincirin bile yeteceğini söylüyor. Üçüncü denememizde demiri kumun gözüne bırakıyoruz 12-13 metreye. 80 metre zincir döşedikten sonra demirimiz tutuyor. Bu kez yedek demiri kullanmadık (36.58.71'N-27.33.95'E). Rüzgarla boğuşurken koltuk halatı işini kızlar üstleniyor. Ancak bota aldıkları halatı çözmeleri, botla kıyıya ulaşmaları bayağı zaman aldığından ben bir kaç kez demirin üstüne gidip sonra tekrar tornistanla geri gelmek zorunda kalıyorum ama keyfimiz yerinde. Dingide halatla uğraşan kızlar da kahkaha atıyorlar. Saat 17.00.



Sonunda bağlanıyoruz. Deniz ve birayı hakettik. Ama önce bir demire gidip bakmam gerekiyor. Mr.  Bruce kuma saplanmış mı acaba? Evet, saplanmış.

Kısa bir süre sonra rüzgarın yönü değişince koltuk halatımızı sancak kıç omuzluktan iskeleye alıyoruz. Kızların içi rahat etmiyor. Gidip bir halat da iskele kıç omuzluktaki koç boynuzuna ve sonra da gidip dahildeki bir kayaya bağlıyorlar. Keyifler yerinde.

Akşam yemeğinde sadece makarna kalmıştı, peynir ve ceviz ile renklendiriyoruz. Şarap, rakı, koydaki bir turistik tesisten bangır bangır müzik gecemize katkıda bulunuyor. Bu müzik nasıl susturulabilir ki derken çok geçe kalmadan insafa geliyorlar ve susuyorlar.

Yorgunuz, çok geçe kalmadan yataklara çekiliyoruz. Ben yine havuzlukta, uyku tulumumun içindeyim.

13 Eylül 2013 Cuma

Sabah 7'de uyandık. Denizin serin koynuna bıraktık gövdelerimizi. Güneş pruvamızda Kıstak ve Orak Adalar'ın üzerinden doğmuş.

Pabuç Koyu'nda gündoğumu

Kahvaltıda son kalan sosislerimiz ve yumurta. Beyaz peynir sıkıntımız hiç yok. Son kalan ekmeklerimizle balıkları besliyoruz. Aşağıda kılkuyruklar, mercanlar, biraz evvel beraber yüzmüştük, şimdi beraber doyuyoruz. Kahvaltı sonrasında hemen yola koyuluyoruz.

Pabuç'tan çıkış


Amacım Karaada'nın kuzeyinden dolaşarak Bodrum ve civarını görmek ancak Ahmet dümende ve adanın güneyinden doğrudan batıya gidelim en kısa rota ile deyince rotamızı adanın güneyinden geçecek şekilde ayarlıyoruz.

Rüzgar çıkmaya başladığında 2000 devirde 8 knot hızla gitmekteyiz. Biraz sonra 15-16 knot yazıyor göstergede.  Hüseyin Burnu'nu dönünceye kadar sabredelim denmişti yelken seyri için ama bu kadar rüzgar varken bize motorla gitmek yakışmaz diyen bana fazla direnmiyor yelkeni benden daha çok seven ekip. Kahvelerin yudumlanmasının tamamlanmasını bekledikten sonra cenovayı da açıp motoru kapatıyoruz.  Hüseyin Burnu'na yaklaşıyoruz kah kıyıya sokularak, kah tremola ile kıyıdan uzaklaşıp Kos'a yaklaşarak.
Hüseyin Burnu'nu kurtarmak için bir kaç kez tremola yapmamız gerekiyor. Bir ara Kos'a hayli yaklaşıyoruz. Kos'a gelmedik demeyelim diye şakalaşıyoruz. Sonra Çatal Ada'ya yükselirken Turgut Reis civarında optimist yarışına denk geliyoruz. Bir ara şamandıraların dışına çıkıp çocukları rahatlatalım diye düşünürken iskele kıç omuzluktan hızla yaklaşan ve rotasını zahmet edip hiç değiştirmeyen bir tankerden tırsıp motor basıp yarış alanından hızla uzaklaşıyoruz.


Apaz seyir ile Turgutreis ve Gümüşlük'ü arkamızda bırakıp Büyük Kiremit Adası'na doğru yaklaşırken rüzgarın azalmasıyla cenovayı topluyoruz. Büyük Kiremit Adası ile Küçük Kiremit Adası'nın arasından geçerek Yalıkavak Limanı'na döndüğümüzde saat 15.00 gibi. İskelemizde Yalıkavak YarımadasıNın güney sahilinde bir kaç tekne demirlemiş. Denize girmek için çok keyifli bir yer gibi gözüküyor ama ekipte kimsenin demir atacak ve demiri toplayacak cesareti ve gücü yok. Marinamıza yollanıyoruz. Marinaya girerken ekipten bazıları mazotun marina dışında olduğunu hatırlatıyorlar. Geri çıkmadan önce telsiz anonsu ile danışıyorum ancak anlaşamıyoruz. Gelen palamar botuna soruyoruz, dışarıda olduğunu öğreniyoruz.  Geri çıkıyoruz. Marina dışında bir sahil güvenlik botu var, onu geçip mazot alan tek bir yelkenli tekne var, onu bekliyoruz. Onlar da uzaktan bağırıyorlar, mazotun hepsini biz aldık diye. Olur mu olur. Telefon edip soruyorum. Şakaymış.

Onlar çıkıyor, çekek yeri gibi bir yere usulca biz yanaşıyoruz. Ekip halatları hemen verip beni rahatlatıyor. 80 litre mazot yakmışız. 380 TL ödüyoruz. Sonra tornistanla çıkıyoruz. Tornistanda sancağa çekiyor olması nedeniyle biraz tedirginim ama arkamızda rıhtıma bordalamış Trowler için bir tehdit oluşturmadan çıkıyoruz. Marinaya girerken bir kez daha telsiz anonsu ile palamar yardımı istiyoruz. Çok kısa bir sürede yanımızdalar. Firmanın sabit bir pontonu yok anlaşılan. Öıktığımız yere değil farklı bir pontona götürüyorlar. Rüzgar yok. Gireceğim yer iki teknelik. Önce geri çıkıp tekneyi geri döndürüp tornistanda geri geri giriyorum yerime. Sorun yok. Herkes yapacağı işi biliyor. Tonoz alınıyor. Koltuk halatları bağlanıyor. Tonozun boşu alınıyor ve motor stop ediliyor (37.06.341'N-27.17.157'E).

Bir kez daha herkesin elleri, ayakları sağlam hasarsız geri dönebildiğimiz için teşekkür ediyoruz evrene. Birbirimizi kutluyoruz. Soğuk bira zamanı. Ve asıl önemlisi tekneyi teslim etme ve ekibin öfkesini tekneyi teslim almaya gelecek firma yetkilisine kusmasını önleme zamanı.





Kaan, bugüne kadar kiraladığımız en bakımsız, en sorunlu tekneydi. İlk günden beri küçük buzdolabı bozuktu devre dışı kaldı. Ocağın büyük gözünü yakmakta hep zorlandık. Her seferinde pof ederek söndü. İkinci günde pes etmişken düğmesini sadece bir noktaya kadar açmayı denk getirdiğimizde yandığını keşfettik. Çakmak şarjına adaptörü oturtmak her seferinde büyük maharet gerektirdi. Yelken açarken kullandığımız kilitlerin tümü sorunlu idi, ana yelkenin sonsuz halatını kontrol eden kilitlerden birini 3. günde ben tamir edene kadar ana yelkene camadan vuramadık. Yelkenlerimiz eski, güneşlikleri yelkenlerden de eskiydi. Cenovanın güneşliği 2. günden itibaren sökülmeye başladı. Halatların tümü eski, kazık gibi sert, belirli yerlerinden kes beni diyecek kadar yaralı idi. Sancak tarafındaki cenova iskotasının arabasının dağıldığını gördük. Tamir etmeyi başardık. Dinginin oturağının kullanılabilmesi için tarafımdan tamir edilmesi gerekmişti. Bu sorunların üzerine belki de kısmen benim iyi organize olamamam yüzünden yaşadığımız demirleme sorunu, zinciri döşerken 10 metrede bir olması gereken renkleri bir türlü göremememiz, attığımız demiri her seferinde neredeyse kol gücü ile toplama sıkıntısı binince sanırım benden başka tekneyi seven kimse olmadı. Kaan, benim bir sürü yeni şeyler öğrenmeme, bir sürü yeni sorunla karşılaşmama ve soruları çözmek için kas gücü ile birlikte beyin gücü kullanmamıza vesile oldu. Bir daha kesinlikle eski bir tekne kiralamamam gerektiğini de öğretti bana.

Yaşadığımız sıkıntıları tekneyi bizden teslim almaya gelen Zeynep Hanım'a kendisini kırıp dökmeden bizden sonrakilerin başına aynı sıkıntıların gelmesini önleyecek bir tarzda anlatınca Zeynep Hanım bayağı üzüldü. Ancak yaşımız itibari ile yelkenli tekne kiralarken konfor  gözettiğimizi, ancak ondan da önce güvenli bir tekne aradığımızı, 40 yaşından sonra yelken öğrenmeye çalışan bizlerin böyle bakımsız bir tekne ile yola çıktığında karşılaşabileceğimiz her problemi halletme şansımızın olamayabileceğini paylaştığımda, böyle bir olasılığa göz yumdukları için hiç olmazsa bu kadar üzülmenin kendileri için çok büyük bir bedel olmadığı gerçeğini sanırım kabul etmişlerdir. Bir ara tamir malzemeleri ararken dolaptan çıkan büyücek bir kutuyu açtığımızda içindeki paslı ve kullanılamaz haldeki lokma takımını çantası ile beraber çöpe atmaktan beni vaz geçiren tek nedenin, aynı şaşkınlığı kendisinin de yaşaması dileğim olduğunu Zeynep Hanım'la söylediğimde beklediğim gibi oldu ve  tamir çantasını çöpe atma sürecini kendisi üstlendi.

Teknedeki sıkıntılar ile ilgili bir de liste paylaştım kendileri ile. 2500 Euro civarındaki  depozitimizi geri alarak Zeynep Hanım ile el sıkıştık ve kendimizi duşlara attık. Bu arada teknedeki son elmalarla krokanlı elma tatlısı yapmış olan Banu'nun bu ürününü de mideye göndermeyi ihmal etmedik. 20.00 gibi taksiye binip havaalanına yollanmayı hedefliyoruz. Bir şeyler atıştırmak için çok kısıtlı bir zamanımız kaldı. Bavullarımızı güvenliğe bırakarak akülü bir arabayla Sait isimli bir balık restoranına giderken marinanın aslında ne kadar büyük ve güzel olduğunu görebildik. Restorana girdiğimizde güneş denize doğru batmak üzereydi.




Açtık, susamıştık ancak zamanımız yoktu. Her şeyi çok süratlice yiyerek uçakları bizden bir saat kadar daha geç kalkacak olan Banu ve Ahmet'i hesap ödeme keyfi ile başbaşa bırakarak ayrıldık.


Kırkbeş dakika sonra havalanındaydık. Pegasus'un 22.15 uçağı 15 dakika rötarlı kalkmasına karşın biraz süratli uçarak bu gecikmeyi kapattı. Bavullarımızı da aldıktan sonra arabamıza bindik. Bir soygundan farksız olan otopark ücretimizi (200 TL) ödedik. TEM'e girdikten bir süre sonra gecenin on ikisinde dört şeridin de tıkalı olduğu bir trafiği anlamakta güçlük çektik. Bir buçuk saat süreyle bu trafiği yaşadık, köprüye yaklaştığımızda yol çalışması nedeniyle TEM'n tek şeride indirildiğini gördük. Gökova'da kazandığımız tüm enerjiyi TEM'de bırakıp eve ulaşabildiğimizde ve kendimizi yatağa atabildiğimizde saat 02.00 idi.