Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

17 Eylül 2012 Pazartesi

BİR KEZ DAHA OPAL

Üzerinden daha 3 hafta geçmeden yeniden Marmaris'te, Netsel Marina'da olmak ne büyük bir keyif. Ne kadar şanslıyım. Tamam, belki bir yıl daha buralara gelip yelken yapmak mümkün olamayacak ama olsun, şimdi buradayım. Üstelik ekibin yarısı bizden önce geldi ve alışverişi tamamladı. Sadece buz ve misket köfteleri bırakmışlar. Onları karşılamaya gidiyoruz Esma ile. bu kez sadece üç Migros arabası dolu. Ben buz ve misket köfteleri almaya gidiyor, dönüşte onları malzemeleri tekneye yüklerken yakalıyorum. Tekneye yüklenen malzemenin yerleştirilmesi ise Suat'a kalıyor çokça. Ben de ucundan azıcık yardım ederken aklım, Barış Usta'dan sipariş ettiğimiz ve havuzlukta masanın üzerinde bizi bekleyen döner dürümlerde. Bu kez çok acıktım Havaş otobüsü ile Marmaris'e gelirken. Sabahki kahvaltı bizi tok tuttuğu için uçakta verilen ikramı da geri çevirmiştik. Otobüste o, geri çevirdiğimiz sandviçleri çok aradım ama kısmet dönerli dürümlere imiş.
Teknenin teslim alınması ile birlikte artık harekete hazırız. Opal S/Y, benim üçüncü kez kullanacağım 43 feetlik, çok keyifli bir tekne. 2010 model, ama bu yıl biraz yıpranmış gibi duruyor. Daha önceleri 8.5 knot hızla yelken yaptığımız oldu bu tekne ile.
Saat 15.00 gibi tonozu bırakıp, palamarları çözüp rıhtımdan ayrılıyoruz. Bu kez pontonun neredeyse en başına koymuşlar bizim tekneyi, çıkışımız kolay olsun diye. Baş pervanesini de kullanıp rahatça çıkıyoruz Yüksel Yatçılık'ın G pontonundan.
Ekibimizde Suat, Ümit ağabey, Banu ve eşi Ahmet, Esma ve ben varız. Bir tek Ahmet yeni bu işte. Geri kalanların hepsi 2007 yazında Santorini'ye kadar gittiğimiz ilk yelken eğitimindeki ekipten. Yıllardır beraber yelken yapıyoruz, bazıları ile de dağlarda yürüyoruz.
Körfez'deki rüzgarı görünce hemen yelken açıyor, motoru kapatıyoruz. Boğazı yelkenle geçmemize rağmen kısa bir süre sonra rüzgar kalmıyor. Motorla Kumlubük'e yöneliyoruz. Hollandalı Ahmet'in yerinde  6 kişilik rezervasyonumuz hazır. Fiyatları yüksek olmasına rağmen o restorandaki zerafeti çok seviyorum.
İskele müsait. rüzgar da öyle. Suat, çok sorunsuz bir şekilde yanaşıyor iskeleye. Koltuk halatları bağlanıyor. Tonoz tamam. Motor, stop. Saat 16.45. Deniz ve içki ile ilk bağlanmamızı kutlama zamanı.
Deniz hala sıcak ve keyifli.
Ahmet'in cin-tonik ikramına ben bira ile katılıyorum.
Restorana gitmeden önce iki yanımızdaki motoryatın içinde bir Çin Balonu meşgalesi başlıyor. Balonun içindeki mumu yakıyor tekne sahibi, balonun içi sıcak hava ile dolunca yükselecek, o da keyifle seyredecek. İlk denemesinde balon elinden kurtulup kendi teknesine güverteye düşüyor. "Söndürün onu" bağırışları arasında yangın başlamadan biraz önce balon söndürülüyor. Biz de bu tehlikeli macera kazasız ve bize bulaşmadan sona erdi diye sevinirken adam buyuruyor "içeriden bir tane daha getirin". Yeni bir balon geliyor. Bu denemesinde de balonun kendisini yaktığı için baloncuk daha uçamadan iskelede söndürülüyor. Yaşasın kurtulduk diye sevinirken adam 3. balonu içeriden kendi uğurlu elleri ile alıyor. Bu kez çok iddialı. İki kişi birden tutuyorlar balonu. Aksi taktirde yandan gelen rüzgar balonun dik durmasını engelliyor ve içinde yeterince sıcak hava oluşamadan ya ellerinden kaçmasına neden oluyor, ya da balonun kendisinin yanmasına. Bu kez başarıyorlar. Yavaşça yükselirken balon, Banu dayanamayıp restorana bir yetkili bulmaya gidiyor şikayet etmek için. Adam ya yandaki teknelerden birini yakacak ya da ormanı. Teknelerden birinden "aman, Ali ağbi, ormanı yakmayasın" uyarısını zarif bir çalımla ekarte ediyor "yok, bu sönmeden düşmez bir yere". Sonunda ormana doğru yükselerek giderken balon, bir süre sonra sönüyor gerçekten ve düşmeye başlıyor tepeye. "Tamam, kurtulduk" diye düşünürken adam durmuyor, dördüncü balon getiriliyor. Artık öğrendi adamcağız, iki kişi birden tutup balonun içinde yeterince sıcak hava oluşuncaya kadar balonun kendisini tutuşturmadan tutmayı. Bunu da bırakıyorlar. Bu balon da hemen yanımızdaki yelkenlinin cenova gönderine bir temas ediyor, sonra cenovayı yakmaktan vaz geçip uzaklaşıyor teknenin tellerinden. Nihayet son denemesinden hemen öne Hollandalı Ahmet'in restoranından gelen bir hanımefendinin nazıik uyarısı üzerine balonlarını toplamaya karar veriyor adamcağız. "Tamam" diyor, "bir daha yakmayız. Ben zaten şov olsun diye yakıyordum".
Akşam yemeğine gidişimiz 19.00 civarı gibi oluyor. Ahmet ve Banu dışında herkes birer mercan yiyor. Muhteşem salataları, kalamar, ahtapot ızgaralarına Alâ rakı eşlik ediyor.

Bir ara kumsaldaki şezlongun rahatlığına bakmak üzere uzandığımı hatırlıyorum, sonra da ne kadar mutlu olduğumu. Sonrasında da Esma'nın beni uyandırmak üzere seslenişini. Geceyi havuzlukta, uyku tulumumun içinde tamamlıyorum.

9 Eylül 2012, Pazar
Dün gece sabaha kadar esti. Tekne, sürekli sallandı. Hiç durmaksızın değişik sesler oluştu sağımızda solumuzda. Huzursuz bir geceydi. Sabah her uyanan "biz böyle bir gece görmedik" diyerek kalktı.
Kahvaltıyı Kadırga Koyu'nda yapmayı planlamıştık dün akşam. 8.30 gibi iskeleden ayrılıyoruz.
Kadırga Koyu'na doğru

Kadırga koyu'nda alargada kalıp kahvaltımızı yapıyoruz. Mutfaktan Ahmet sorumlu bu sabah. Ne kadar mahir olduğunu haftanın geri kalan günlerinde daha iyi öğreneceğiz.
Dümen Suat'a emanet.
Yarım saat sonra Kadırga Koyu'nda demir atmış durumdayız. Kahvaltımız, Ahmet'ten.
10.30'da demiri topluyoruz. Hedefte Arap Adası var. Dümende yeni yelkencimiz Ahmet. Hem soruları var cevap arayan, hem de heyecanı.
GPS'te Arap Adası'na doğru rota çizdik çizmesine ama, gözüme kestirdiğim koya yaklaştığımızda GPS'te Arap Adası'nın pruvamızda, biraz daha iskelemizde kaldığını görünce inat ediyorum GPS yanlış diye. Gözüme kestirdiğim o koya yaklaşınca Arap Adası'nın bir altında, Kumluburun'un doğusundaki koya girmekte olduğumuzu, GPS'in değil de benim hatalı olduğumu fark ediyoruz. Neyse, bu koyu deneyelim bakalım.(36.40.39N, 28.09.81E)
Kumluburun Koyu

Bu koyda gözümüze kestirdiğimiz bir yere demiri bırakıyoruz. İlkinde demirimiz tutmuyor. Sonra bir kez daha deniyoruz. Bu kez 10 metreye bıraktığımız demir iyi tutuyor ancak karaya biraz uzak kalıyoruz. Daha sığa gidip demir bırakmayı hala beceremiyorum. Kadırga'da botun motorunu takmıştık. Halatı bağlamak bana düşüyor. Dingi kullanmaktaki acemiliğim ve bağlanacak yere ulaşmadaki beceriksizliğim yüzünden Esma, defalarca demirin üzerine gidip tornistanda rüzgarı yenerek bana yaklaşmak zorunda kalıyor. Sonunda Opal'i karaya bağlamayı başarıyorum.
Bolca deniz sonrasında öğle yemeğimiz, hot dog. Ahmet'in önerisi, hazırlaması ve sunumu ile.
Yine deniz ve sonrasında 14.00'te demirimizi alıyoruz. Bu gece için Serçe'yi planlamıştık. Koydan çıkınca bir miktar rüzgar yakalıyor ve hemen yelkenleri açıyoruz. Günün ilk yelken seyri, Kızılada'nın batısına geçmemizle sonlanıyor. Suat'ın ısrarı ile Kızılada ile kara arasından geçmeye karar veriyoruz. Oradan ful arma geçmememiz gerektiği konusunda ikaz almıştım gezgin korsanlardan. Yelkenlere birer camadan vurarak sıkı orsa seyri ile Kızılada ve kara arasına giriyoruz. Dümende Esma var. Sancağımızda ise Yunan bandıralı bir yelkenli. O da orsa seyri ile boğazdan geçiyor. Ben tedirginim ama ekip sıkı. 22 knot havada Kızılada'yı iskelemizde bırakırken adeta uçuyoruz. 7-8 knot hızımız var. Adayı ardımızda bıraktığımızda ben rahatlıyorum. Esma ile Suat, bu kez keyiften uçuyorlar.
Serçe'ye yaklaşana kadar yelken yapıyoruz. Serçe'ye yaklaşırken yelkenler iniyor, içeri girerken usturmaçalar bağlanıyor. Esma'nın önerisi ile bu kez, koyun kuzey kıyısında, restoran tonozlarının olmadığı doğu kıyısına demir bırakıyoruz. Koy içinde her zaman olduğu gibi sıkı rüzgar var. 60 metre zincirimin hepsini döşemek istiyorum ama 45 metre zincir bıraktığımızda kıyıya yaklaşıyoruz. Demirimizin tuttuğundan da emin olamadığım için demir alıp Esma'nın da önerisi ile biraz daha ileriye demir atıyoruz. 60 metre zincirimiz bittiğinde tornistanda demirin iyi tuttuğunu teyit edip botla karaya koltuk halatı alma işini Suat'a bırakıyoruz. Hem rüzgarüstüne, hem de rüzgar altına bağlanıyoruz. Biliyorum ki rüzgar burada gece yön değiştirebilir.
Serçe Koyu
Bağlanmamız sona erdiğinde rüzgarın hiddeti de sona eriyor. Kendimizi denize atıyoruz. Deniz sonrası bira, cin tonik ve çerez ile nefsimizi köreltirken akşam yemeği için daha önce planladığımız gibi makarna ve misket köfteye midemizde yer bırakmaya gayret ediyoruz.
Bu gece gitar ile kulaklarımızın pasını silmek için elimden geleni yapıyorum. Işıksız bir koyda, muhteşem yakamoz oluşuyor suya giren Banu, Ahmet ve sonrasında Suat'ın hayranlık dolu nidaları arasında.

10 Eylül 2012, Pazartesi
Saat yedide güne uyanıyorum. Uzun zamandır ilk defa, sabah uyanır uyanmaz Serçe'nin serin sularına kendimi bırakamadığımı fark ediyorum.
Bugün gözümüze öğle molası için Oğlanboğuldu Koyu'nu, akşam için Söğüt'ü kestirdik. Normalde Söğüt'e dönüş yolunda uğruyorum. Ancak her seferinde Yeşilova Körfezi'nden çıkışta rüzgarı kafadan aldığımız için körfezden çıkışımız çok zor oluyor. Her seferinde sonunda motoru çalıştırıp motor-yelken çıkıyoruz körfezden diye bu kez Söğüt'ü gidiş rotamıza koydum. Aklımca, körfezden Atabol kayalığına doğru çıkarken rüzgarı iskelemizden alıp orsa-apaz seyri ile körfezden çıkmayı başarabileceğim.
Saat 11.00'de Serçe limanını bu yıl son defa olmak üzere ardımızda bırakıyoruz. Yelkeni açıyoruz, Simi'ye doğru yelkenle yükseliyoruz. Suat'ın saat 13.00'te mümkünse bir telekonferansı var. O nedenle Oğlanboğuldu'ya daha epey yolumuz olduğu için Suat'ın önerisi ile Tuğla Limanı'na yöneliyoruz. Burası, Mersin Burnu'nun hemen kuzeyinde, Simi'ye bakan, dibinde eski bir ağılın bulunduğu, kıyıda pek çok çöpün bulunduğu ama denizi berrak ve temiz bir koy (36.35.17N, 27.58.51E). Demir atıp alargada kalıyoruz bir süre burada. Ancak telefonlar çekmediği için telekonferans mümkün olamıyor.
Denize girenlerin hepsi tekneye çıktığında demir alıp Oğlanboğuldu'ya doğru yelken açıyoruz. Bu ismi, eğitimlerimizde Peter'dan duymuş, ancak daha önce hiç uğramamıştım.
Saat 14.00'te Oğlanboğuldu'dayız (36.36.63N, 27.58.69E). Deniz çok temiz, dalgasız. Alargada kalan bir gulet var. Koyun kuzeyindeki küçücük adaya bağlanmış bir başka gulet daha. Daha sonra bir yelken okulunun Azure 40'ı geliyor, suya demir bırakıyor. Biz, öğle yemeği sonrasında yavaştan demirimizi alarak Söğüt'e yöneliyoruz.
Oğlanboğuldu

Söğüt'e rüzgarı arkamıza alarak giriyoruz. Dümende Ahmet. Bizi Söğüt'e kadar Ahmet götürüyor.
İskeleye yanaşma sırası bende. Rüzgarı iskele bordamızdan alarak iskeleye iyice yaklaşıyorum. Rüzgarüsüt halatımızı kıyıdaki görevli iyi tutamayınca sancağımızdaki tekneye yaslanıyoruz. Bu da bir yanaşma tekniği, Mehmet Erem söylemişti. Teknedeki beyfendiden özür diliyorum rahatsız ettiğimiz için, sadece gülümsüyor. Böyle kaptanlar da varmış demek ki. İskele bordamızdaki eğitim teknesinin bağlanması bittiğinde biz de bağlanmamızı tamamlıyoruz. Bu kez kendimi beğenmedim ve ders çıkardım. İskelede halatımızı alan her görevlinin işini iyi yapmasını beklemem bir hata imiş. Yönlendirmem lazımmış. Başpervaneyi kullanırken tonoz halatını şöyle bir alıp bırakıyor. Esma'nın uyarısı ve çıkan sesle uyanıyorum. Bunu da alınacak dersler hanesine yazdım. Geçen sene aynı yerde bir kez daha aynı hatayı yapmıştım ama henüz bana ders olamamış demek ki bu hata.
Octopus'un duşları tertemiz. Ahmet ve Banu hemen birer kahve alıyorlar restoranda. Ben teknede bira ile günün bitişini kutluyorum.
Yemeğimiz, her zaman olduğu gibi yine süper. Lezzet, hizmet hepsi yerli yerinde. Barbunun tadına ise doymak imkansız.
Bu gece kamaradayım.

11 Eylül 2012, Salı
Sabah 7.45'te ancak uyanıyorum. Denize baktığımda yakıştırabildiğim tek kelime huzur. Çarşaf gibi bir deniz, müthiş bir sessizlik, görsel güzellik.
Kahvaltı yine Ahmet'ten ama bu kez Octopus restoranda. Uzayan bir kahvaltı sonrasında teknenin motorunu çalıştırmamız saat 11.00'i buluyor. Bu arada dün iskelede üzerine yaslandığımız teknenin (Edalı S/Y) kibar kaptanı ile bir sohbetimiz oluyor.
Söğüt'ten Bozburun 6 mil. Bozburun-Selimiye arası ise 18 mil. Bozburun'a uğrayıp pis su tankımızı boşalttık diye mavikartımıza işlem yaptıracağız. Ayrıca dünden ayarlanmıştı, Bülent Ortaçgil beyefendi ile buluşacağız. Bozburun çıkışında ise Ada Boğazı'nda öğle molası verip denize gireceğiz.
Bozburun'a kadar motorla gidip, limana girmeden önce sancağımızda kalan motelleri, rahmetli Dirvana'nın yatını teker teker geride bırakıyoruz.
Bozburun limanı'na girdiğimizde demirlemek için yerler müsait ama ben gözüme aborda olacak bir yer kestiriyorum hemen limanın girişinde karşıdaki teknenin arkasında. Çok da rahat bir şekilde aborda oluyorum iskeleye. Halatımızı da Bülent bey alıyor. Önce Zabıtaya uğruyorum ancak birde açılacakmış. Saat 12. Bir saatlik zorunlu bir vaktimiz var. Bülent Bey'in dükkanını ziyarete gidip eşi, Çiğdem hanımla da tanışıyoruz. Çok şirin hediyelik eşyalar var bu dükkanda. Bir saate yakın bir süre, açık havada bir kafenin kahve ve limonatalarına eşlik eden Bülent Beyin sohbeti ile keyifleniyoruz.
Saat birde 100 litrelik pissu tankını boşalttığımıza dair makbuzu alıp Bozburun'a veda ediyoruz. Ada Boğazı'nda bir yerlerde denize girip yemek yiyeceğiz. Sonra ver elini Selimiye.
Bozburun'dan çıkış
Kızılada ile Kiseli Adası arasındaki boğazda, Kızılada'ya yaklaşarak demir atıp alargada kalıyoruz. Menüde meyve ve lavaş içinde peynir var.
Bol deniz ve muhabbet sonrası demiri toplayıp Selimiye'ye doğru yola çıkıyoruz. Kızılada'yı arkamızda bıraktığımızda yelkenleri açıyoruz. Körfeze döndüğümüzde rüzgarın yine kafadan gelmesi ile benim programım bozuluyor. Bu Yeşilova Körfezi'nden Bozukkale'ye doğru da gitsem, Selimiye'ye doğru da gitsem, o gün rüzgar tam kafadan esiyor. Bunu anladım.
Yine de yapabildiğimiz kadar yelken yapıp sonra motorla körfezden çıkmaya çalışıyoruz.
Atabol'u dönünce rüzgar arkamızda kalıyor. Ama yine de motor desteği gerekli oluyor.
Adalar ile kara arasından sadece cenova ve motor ile geçerek Selimiye'ye ulaştığımızda saat 17.30. Her zaman olduğu gibi Girit yazısını okuyarak Begonvil'in yerini kestiriyoruz. İskele oldukça müsait. Çok temiz bir yanaşma ve bağlanma sonrasında biralar tekneye ikram ediliyor. Duş ve tuvalet restoranın arkasında. Bazılarımız denize giriyor. Bazılarımızın ise canı deniz çekmiyor.

Selimiye
Akşam yemeğimiz, Begonvil'de. Masamızı hemen teknemizin pasarellasının bir adım ötesine kurduruyoruz. Çok uzak olmasın.
Misafirlerimiz, Bülent Ortaçgil ve eşi Çiğdem hanım da saat sekiz gibi masamıza teşrif ediyorlar. Tatlılar, Suat'tan. Ümit ağabey ile Selimiye'ye merkeze kadar gidip alıp geliyorlar: beşamel soslu kabak tatlısı, limonlu cheescake, browni.
Bu gece 23.00 gibi bitiyor benim için.

12 Eylül 2012, Çarşamba
Yine çok keyifli bir Selimiye sabahı. Horoz sesleri, çocukların kullandığı bir kanonun kürek sesleri, o kadar. Başka ses yok. Çarşaf gibi bir deniz.
Selimiye Koyu
Kahvaltı teknede. Bugün Selimiye'nin pazarı. Banu ve Ahmet pazara gidip, domates, salatalık ve bol yeşil alıyorlar.
Bugünkü rotamız; Selimiye-Orhaniye: 7 mil, Orhaniye-Bencik: 7 mil, Bencik-Kurucabük: 8 mil, Kurucabük-Dirsek veya Kocabahçe: 6 mil.
Kahvaltı sonrasında hemen tonozu bırakıp Orhaniye'ye doğru yola çıkıyoruz. Hisarönü Körfezi'ne çıktığımızda rüzgarı görünce yelkenler hemen açılıyor. O kadar güzel ki rüzgar, Orhaniye'yi sancak bordamızda bırakırken bile kimsenin niyeti yok oraya dönmeye. Hisarönü'ne kadar gidip geri dönelim, öyle girelim diyoruz Orhaniye'ye. Ama döndüğümüzde de yelkenden vaz geçemediğimiz için Orhaniye'den de vaz geçiyoruz.
Bugünün kaptanı Suat. Ben rahatım. Artık Suat düşünecek teknede mazot var mı, su var mı, nereden nereye kaç mil, kaç saatte nereye gideriz, saat kaçta nerede olursak öğle molası için uygun olur gibi konuları. Bu rüzgarı kaçırmamak için Bencik Koyu'na kadar yelken yapıyoruz. Koya yaklaştığımızda yelkenler indiriliyor. Motorla koya girdiğimizde iskelemizde bulduğumuz ikinci koyda hiç tekne yok. Demir atıyoruz önce 10 metreye, ama daha zincir döşeyemeden kıyıya çok yaklaşıyoruz. Demir topla, biraz daha ileri at. Sonra geri geri gel. Bu kez de 60 metre zincir bitiyor ama kıyıya uzak kalıyoruz. Demirimiz de çok güzel tuttuğu için uzun halatla kıyıya bağlanıp öğle yemeği ve deniz molası için kontağı kapatıyoruz. Saat 13.00.


Bencik ve Opal S/Y
Bir buçuk saat kadar oyalandıktan sonra Bencik'ten çıkıyor ve Dişlice Adası'na bile gelmeden yelkenleri açıyor. Sıkı bir orsa seyri ile Dişlice'nin önündeki kayaların dibine kadar sokuyor Suat bizi, sonra çığlıklar arasında tremola attırıyor. İki tremola sonrasında Dişlice adası gerimizde, yelken yapacak kocaman bir körfez ise önümüzde kalıyor.

Rüzgar 22.5 knot. Yelkenlerde birer camadan. Hızımız 8.5 knot. Önce adalara kadar sancak kontra, sonra tekrar Kurucabük'e kadar iskele kontra uçuyoruz. Zaman problemi nedeniyle Kurucabük'ten vazgeçip Kocabahçe'ye yöneliyoruz geç kalmadan. Pruvamızda tam Dirsek Bükü. Kargı ve Topan Adaları'na kadar yaklaşıp adaların arkasına döndüğümüzde yelkenleri indiriyoruz. Daha önce hiç girmediğimiz Kocabahçe'ye usul usul sokuluyoruz. Koy içinde sancağımızda kalan ve bir kaç yelkenlinin demirlemiş olduğu kıyıda gözümüze bir yer kestirip 10 metreye demiri bırakıyoruz. Daha 40 metre zincir döşeyemeden kıyıya yaklaşıyoruz. Demirimizin tutup tutmadığını anlamak için tornistanla geri gidecek mesafemiz kalmadığı ve kaloma miktarını da beğenmediğim için tekrar demiri toplayıp biraz daha açılıp bu kez 12 metreye demir bırakıyoruz. 60 metre zinciri döşediğimizde karaya olan mesafemiz de çok makul oluyor. Demirimiz de çok iyi tutuyor. Botla karaya bağlanma işini halletmeyi de ben üstleniyorum.(36.41.91 N; 28.00.41E)
Bot kullanma işini çok iyi beceremiyorum hala ama bu kez bağlanmak üzere kıyıya ulaşmayı, botu bir kayaya şöylesine bağlamayı, teknemizi de bir kayaya bağlamayı başarıyorum. İkinci bir halatı da alıp rüzgaraltındaki bir ağaç köküne bağlıyorum. Huzur içinde geceleyebiliriz artık.
Denize atlıyoruz ama hava biraz serinledi. Deniz de bir soğuk. Çıkar çıkmaz sıkı sıkı giyiniyorum.
Kocabahçe
Akşam yemeği Ahmet ve Banu ikilisinden. Patates graten, misket köfte, semizotu salatası, börülce, şarap ve sonrasında gitar.
Yatmadan biraz önce tatlı krizimizin tutması üzerine Banu üşenmiyor, bir de krokanlı, bademli elma tatlısı yapıyor bizlere. Elma tatlısının ağzımızda bıraktığı kötü (!) tadı bırakmak üzere lokum yemeyi de ihmal etmiyoruz.

13 Eylül 2012, Perşembe
Dün gece havuzlukta yattım. Bütün gece rüzgar esti durdu. Derinlik alarmını kurup yatmıştım ama rüzgar yön değiştirince rüzgaraltı diye bağladığım halatın bağlı olduğu kök beni tedirgin etti sabaha kadar. Ama demirimiz ve diğer halatımızın bağlandığı kaya sağlam idi.
Sekizde uyandık. Hemen deniz. Güzel bir kahvaltı. Kocabahçe-Bozukkale 15 mil. Planlanan hareket saatimiz 12.00. Bugün birazcık tembellik yapma hakkımız var.
Kocabahçe'de yeni bir gün
Bu sabah herkes mutlu. Güzel bir koyda daha geceledik. Keyifli bir akşam oldu. Sabah kahvaltımız da keyifli, deniz güzel. Tatilimiz bitiyor, tekneyi teslim etmeye çok az kaldı ama herkes mutlu.



Bir Dirsek Bükü borcumuz var Ahmet'e. Hemen oraya da girip kısa bir tur atıyor koy içinde sonra da koyun tam ortasında motoru kapatıp bir deniz molası veriyoruz kısacık.
Dirsek'ten çıkar çıkmaz yelkenleri açıyoruz. Bozukkale'ye kadar yelkenle gidebiliriz artık. Yeşilova körfezi'ni iskele bordamızda bırakırken zaman zaman rüzgarın açısı bizi körfez içine itiyor. Bir ara motor yelken rotamıza dönüyoruz. Kızılburunu döndüğümüzde rüzgarı artık sancak bordadan almaya başlıyoruz ve keyifli bir apaz seyri ile Hisarönü Körfezi'ni de arkamızda bırakmaya başlıyoruz.
Önce Mersin Burnu, sonra da Alaburun'u dönünce geldik işte. Çatal Adalar hemen orada. Saat henüz dört bile olmadı. Biraz açığa doğru yelken yapıp sonra pupa yelken Bozukkale'ye geri dönüyoruz. Sonra da yelkenleri indirip motorla Bozukkale koyuna giriyoruz. Bir dahaki sefere yelkenle gireceğim buraya.
Ali Baba restorandan el ediyorlar. Ben de iskele değil tonoz istediğimi bağırarak anlatınca Can, motora atlayıp geliveriyor hemen. Tonoza bağlıyor bizi. Koltuk halatımızı bağlaması ise biraz zaman alıyor. Zira rüzgar itiyor teknenin kıçını, halat kısa kalıyor. Biraz müdahele etmem gerekiyor. Tonozun üzerine gidip tornistanla kıçımızı rüzgara verince halatın boyu yetişiyor. İkidir bu tonozda kalıyorum. İskelede kalmaktan daha keyifli. (36.33.60N;28.01.43E)
Deniz de muhteşem. Birazcık serin.
Bozukkale
Çok geçe kalmadan, ama bira ve cin toniklerimizi içmeye de yeterince zaman bırakmayı ihmal etmeden, Ahmet'i de yukarıdaki manzaranın muhteşem olduğuna, çok güzel fotoğraflar çekebileceğine ikna ederek kaleye çıkmaya başlıyoruz. Kaleye çıkarken de, son noktaya ulaştığımız anda da manzara o kadar güzel ki. İçeriye koya bakınca, koyun manzarası, dışarıya baksan Rodos'a kadar açık deniz, geride güneşin batarken oluşturduğu renkler, hepsi muhteşem.
Güneş batarken yavaştan aşağıya inmeye başlıyoruz.
Bozukkale'de gün batımı
Masamıza oturup rakımızı, mezeleri, kalamar ve ahtapot ızgara ile hemen sonrasında çiftlik levrekleri sipariş veriyoruz. Bu gece son gecemiz.
Bozukkale'de Ali Baba Restoran
Botun jiklesi elimde kalıyor. Ama yine de çalışıyor motor. Alın feneri ile yolumuzu aydınlatıp iki turda yolcularımı sağ salim tekneye ulaştırıyorum. Sonrasında hemen yatağa seriliş ve sızış.

14 Eylül 2012, Cuma
Sabah yedide koltuk halatını botla gidip çözüyorum. Motor çalıştırıp tonozu da bıraktıktan sonra "Hoşçakal, Bozukkale". Kahvaltı, Arap Adası'nda. Gelirken girmek kısmet olmamıştı.
Bozukkale-Arap Adası 10 mil. Arap Adası- Marmaris ise 18 mil. Kadırga'da durursak eğer Arap-Kadırga arası 8 mil.


Bir buçuk saat sonra Arap Adası'ndayız. Girişte sancağımızda iki gulet, bir tane de yelkenli var. Gecelemişler burada. Rüzgara dönüp demir bırakıyoruz. Alargada kalmak önce niyetim ama sonra rüzgarı sancak bordamıza alıp koltuk halatı ile kıyıya bağlanmaya karar veriyorum.
Bir ara demiri atan Suat sesleniyor "Benim gördüğümü, siz de görüyor musunuz?". Görmüşler bizimkiler. İskelemizde kalan guletlerden birindeki hanımefendinin üstünde de altında da mayo yok. Kızılderililerin duman çıkarmak için yaptıkları hareketler benzer bir şekilde havlusunu bir serip bir  havaya kaldıran bu hanımefendi sanırım bizler yaşımızda ve bizlerden iki kişinin ağırlığında. O nedenle ilgimizi pek çekmiyor. Ancak sonra teknedeki erkeklerin de üstsüz ve altsız olduğunu görünce biraz daha kıyıya yaklaşıp onlardan uzaklaşmayı tercih ediyorum. Onlar da zaten hemen gitmek üzere demir almaya başlıyorlar. Önce biri gidiyor, sonra da öteki. Dün gece bu ıssız ama açık denize bakan koyda kalmayı tercih etmişler. Saat 09.30.
Kahvaltımız zengin, deniz ise çok keyifli. Hareket saatimiz 12.oo olacak.
12.00'den yarım saat önce ayrılıyoruz buradan. İster istemez, Marmaris'e daha bir sokulma güdüsü baskın geliyor erkenden.
Suat'ın balık tutası geliyor yeniden. Oltayı Bozburun'da almıştı Ahmet. İlk kez, bindiğim bir yelkenli teknede balık geliyor oltaya. Bir palamut. Balığın oltadan çıkarılması, denize geri bırakmak yerine torbaya atılması, sonra da çiğ balık şeklinde yenilecek olması planlarının dışında kalmaya özen gösteriyorum "ben, o balığı yemem".

13.00'de Kadırga Koyu'ndayız. Öğle yemeğinde konservelerimiz, palamut şaşimi (tadına bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum, çok güzel olmuş) ve meyve var.
İstemeye istemeye demiri alıp Marmaris'e doğru hareket ediyoruz. Limana biraz erken girersek mazot için daha az bekleriz diye hayallerimiz var. Geçen hafta iki saate yakın bekledim gibi gelmişti bana.

Bu sefer de bir saat bekliyoruz. 188 TL'lık mazot yakmışız.
16.25'te tornistanda kıçın kıçın iki tekne arasına, kendimi pek bir beğenerek girip bağlandığımızda saat 16.30. Pontonda'da Burçin Hanım, elinde bu kez şampanya yok.
Sonra duş, Levent Sönmez ve Tansel Sönmez çifti ile İstanbul'da buluşamayıp Marmaris'te bir araya gelmeyi başarış, bir akşam yemeği, ardından taksiye biniş, bir saatlik yolu hatırlamayış, havaalanında güvenlik ile "hayır çantamda makas falan yok" diye tartışıp sonra acil çantamın içinde çıkan makastan hiç utanmayış, makası güvenlik görevlisine teklif ediş, "siz doktor musunuz?" sorusuna "evet" cevabı veriş, makası ve pensi tekrar çantaya koyuş, bir saat kadar kahve, muhabbet ve sonra uçağa biniş ve ver elini İstanbul.
Onur Can'ın bizi eve getirmesi ve sonrasında yatağa uzanış saat 02.30.

Çok keyifli bir hafta sundunuz bize sevgili Suat, Ümit ağabey, Banu ve Ahmet. İyi ki varsınız.






1 yorum:

  1. Bülent Ortaçgil Beyefendi ile, önce Bozburun'da tanışıp, aynı akşam Selimiye'de aynı masada yemek yeyip sohbet ettiğimizde kendisinin müziğini hiç dinlemediğimi, ya da en azından 2-3 parçasına aşina olduğumu fark etmemiştim. Ta ki, 24 Eylül 2012 pazartesi akşamı, Açık Hava Tiyatrosu'nda rahmetli Dr. Ersin Arslan anısına düzenlene Bülent Ortaçgil konserine kadar. O akşam, kendisini hayranlıkla ve gururla izledim, dinledim. Ne kadar uzak kalmış olduğumu ve bundan ne kadar utandığımı düşündüm o akşam ve sonrasındaki bir kaç günde. O akşam seyircinin ısrarla çalmasını istediği ve kendisinin de ısrarla çalmaktan kaçındığı "Yağmur" isimli şarkısının ise canlı olarak dinleyemesem de abümünde defalarca dinlemekten ne kadar keyif aldığımı, zaman zaman hüzünlendiğimi bu satırlara itiraf etmek istedim.
    Ellerine sağlık Ortaçgil.

    YAĞMUR
    Bugün yağmur
    Bir kadın saçıdır
    Yeryüzüne Dökülen
    Upuzun ince ince
    karanlık kokulu

    Sen ki aşkla aldatıldın
    Yüreğin taş parçası
    Dinle yağmuru dinle
    Teselli bul türküsünden

    Her şey olur
    Her şey büyür

    Her şey geçer
    Hayat kalır

    YanıtlaSil