Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

9 Kasım 2012 Cuma

LOTUS BENİ ÇATLATTI



Cumartesi akşamı için Mehmet Erem ve Eyüp Oğan ile ailelerini yemeğe alma konusunda bir davet etme isteği uyandı içimde. “Bekle, geçer" dedim önce. Bekleyip de geçmeyince hanımdan da icazet alıp Mehmet Erem'i aradım. Merhabalaştıktan sonra davetimizi kendisine ilettiğimde o hafta sonu için programının dolu olduğunu söyledi. Daha önce de böyle olmuştu. Bir araya gelmeyi başaramamıştık. Mehmet'in, “benim sana kontr bir teklifim var”, “Lotus'u Orhaniye'den Göcek'e götürüyoruz, sen de bize katılır mısın?” demesi ile “tamam” demem arasında birkaç saniye geçti herhalde. Bir sonraki telefon konuşmamızda cuma akşamı, Pegasus'un 20.10 uçağı ile Dalaman'a gidileceği, pazartesi sabah ya da akşam da geri dönüleceği bilgisi geldi. Uçak biletlerinin fiyatı da çok yıkıcı düzeyde olmadığından hemen biletler alındı ve hazırlıklar başlatıldı.

Cuma akşam üstü 16.30'da Havataş'ın Taksim'den kalkan servisine bindiğimde hava yağışlı idi. Ataşehir'e kadar adım adım gidilen trafik, daha sonrasında rahatladı ve saat 18.00'de Sabiha Gökçen'e ulaşmamıza izin verdi.

Havaalanında akşam yemeği için kendime yer beğendikten sonra bira ve Yaşar Kemal'in “Çıplak Deniz, Çıplak Ada” kitabı eşliğinde ızgara köfte ile karnımı doyururken bir yandan da kulağım telefonda. 19.00 civarı beklenen telefon zili çaldı ve Mehmet Erem'in havaalanına giriş yaptığını söyledi kulağıma. Beraberinde Taner Özer, Ömer Kırçal, Erol Şar ve Kamil Kurdoğlu ile birlikte. Son telefon konuşmamız ile yer tespiti yapıp birbirimizi bulduktan sonra kucaklaşma ve öpüşmeler sonrasında yer bulup masayı büyütüp oturmayı başardık. Onlar da süratle biralandıktan ve patates kızartması ile nefislerini körelttikten sonra son anons ile kendimizi uçağa götürecek otobüse atabildik.


Uçakta bir saat istirahat (bir gece öncesinde gecenin yarısı uyanıp sabaha kadar uyuyamamıştım), sonra Dalaman'a iniş, bu yıl için, bir kez daha. Sırt çantaları alındıktan sonra Pegasus servisine yürürken Mehmet'ten sürpriz: "Biz biz kaldık". "Nasıl yani?", "Taner'ler topluca Fethiye'ye gidiyorlar, balık yemeye." Sağlık olsun. Onlar, Fethiye servisine, biz Marmaris servisine biniyoruz. Biraz muhabbet, biraz uyku. Erol Akyiğit karşılayacak bizi Marmaris'te. Orhaniye'ye götürecek bizi.

Pegasus servisine bindikten kısa bir süre sonra Mehmet'in telefonunun şarjı bitiyor. Erol Akyiğit'in telefon numarasını Erol Şar'dan alıp kendisine ulaşıyoruz. Gece 23.00'e doğru Marmaris'teyiz. Otogar'da Erol ile buluşup kamyonetine atladığımızda önümüzde yarım saatlik bir yol var Orhaniye'ye. Lotus'a erzak temini gerekiyor, ancak Erol kendi teknesinde her şeyin mevcut olduğunu söyleyip bizi alışverişten vaz geçiriyor. Gece yarısına doğru Orhaniye Begonville'deyiz. İki masada keyifler devam ediyor. Merhabalaşıyoruz. Bize paçanga ve sigara böreği ikram ediyor Erol. Birer duble içiyorlar, ben sadece su içerken. Gece seyri yapacağız muhtemelen. Dün geceden zaten uykusuzum, bir de bu akşam içersem kesin dümen başında uyurum.

Restorandan kalkmadan önce ekmek istiyoruz, ekmek bitmiş. Pasta istiyoruz onun yerine o da yok. Ekmeksiz kaldık. İki buçuk simit veriyorlar bir torbada bize, ona da şükür.

Erol, bir çanta yapmak üzere kendi teknesine gidiyor. Biraz, su, peynir falan getirecek Lotus'a. Onları unuttuğunu, bir zodyak ile bizi Lotus'a bıraktıkları anda anlıyoruz. Sırada Lotus'u Orhaniye'de alargada tutan, Mehmet Erem yapımı tonozun tekneye alınması var. Aşağıda bir Admiralty, diğerini bilemediğim iki demir üzerinde duruyormuş tekne. İkinci demirin halatı elimizde, kendisi de suyun dibinde kalıyor. Isbarço bağ, üzerindeki yük kalkınca açılmış olmalı suyun dibinde diyoruz. İkinci demiri ise vinç de kullanarak bayağı bir zorlu uğraş sonrası tekneye alabiliyoruz.

Gece saat iki. Lotus nihayet özgür. Motor bir kerede çalışıyor. Tekrar Begonvil'in iskelesine yanaşıp teknedeki kaloriferi bırakacak, Erol'un nevaleyi bu kez almasını sağlayacağız. Kız kumunu geride bırakıp iskeleye kıçtan kara bağlanıyoruz. Erol'un nevaleyi yüklenmesini beklerken yanına yanaştığımız motoryatın evsahiplerinden "biraz yavaş yahu" uyarısı alıyoruz.

Saat 02.15'te iskeleden ayrılmış, yola koyulmuş durumdayız. Hep sola döneceksiniz demişlerdi bize. Kısa bir süre sonra Hisarönü körfezindeyiz. Dolunay sönmeye yüz tutmuş, hava aydınlık, gökyüzü beyaz bulutlar ile bezenmiş, etraf aydınlık. Önümüzde tahminen 12 saatlik bir yol var.

Artık 3 Kasım 2012 Cumartesi'yi yaşıyoruz. İlk hedef, Atabol çakarı. Mehmet içeride, olta takımlarını tamir etmeye çalışıyor inatla.

Gece 03.00 gibi çakarı iskele bordamızda bırakıyoruz. İlk kez görüyorum Atabol çakarının çakışını. 

Rüzgar sanki bizi götürecek kadar şiddetli. Yelkenleri açıp motoru kapatıyoruz. Çok uzun bir süre sonra ilk kez gece yelken seyrinin keyfini yaşıyorum. Bir saat kadar yelken yapıyoru.

04.00 gibi bir iki saat uyumak üzere izin istiyorum. 

Saat 05.00 gibi gözlerim açılıyor kısmen, ama uyudum mu uyumadım mı iyi anlayamadığım için biraz daha kapatıyorum gözlerimi. Bu kez saat altıda uykumu almış olarak uyanıyorum yeni güne. Üstelik denizdeyim. Daha ne isterim ki?

Havuzluğa çıktığımda Erol var sadece. O da yatmak için izin istiyor benden. Ben iyiyim, iki saat de o uyusun. Mehmet de biraz önce yatmış. Oltaları kıçtaki iki yuvaya oturtmuşlar. Tırrr diye öterse gaz kesecek ve Erol'u uyandıracakmışım. Tamam.

Erol yattıktan sonra sancak kıç omuzluktaki oltadan beklenen ses geliyor. Şöyle bir bakıyorum alete. Fren gibi bir kolu var. Onunla oynayınca ses duruyor. Eski haline getirince tekrar ötüyor. Balık vurdu galiba. Diğerine bakıyorum Ondaki ağırlık bundaki kadar değil. Erol'u uyandırmaya çalışıyorum. Tık tık vurma ile uyanmıyor. Bir çekeyim bakayım diyorum. Olta orada yuvasında dururken kolunu çevirmek çok güç oluyor. Ama inat edince de uzun bir uğraş sonunda oltayı sonuna kadar çekmeyi başarıyorum. Denizde beyaz bir şey var gerçekten oltanın ucunda. Gaz kesince Erol hemen uyanıyor. "Balık mı var?", "Evet".

Erol gelince oltanın geri kalanını da elimizle topluyoruz. Bir palamut var iğneye takılı. Ölmüş hayvancağız. Havuzluğa alıyoruz. Erol da benim gibi balığı elle tutma konusunda isteksiz. Ama sonunda iş ona kaldığı için iğneyi ağzından çıkarıp kovaya atıyoruz balığı.

Bir süre yalnız kalıyorum dümende. Bozukkale geride kalmış. Kızılada'yı bordalıyoruz. Açık denizde tek başına seyredenleri düşünüyorum bir ara. Mesela Özkan Gülkaynak'ı.



Mehmet bir ara kalkıyor. Bir çay demleyip bana yatıyor yeniden. Simitlerin bir tanesinin yarısını peynirle tadlandırıp sabah kahvaltımı yapıyorum onlar uyurken.

İki saat kadar sonra Mehmet'le ikisi birden güne uyanıyorlar. Çok kısa bir süre sonra da Erol gaz kesiyor. Mehmet kamışı yuvasından çıkarıp göbeğine koyuyor ve çok rahat hareketlerle misinayı sarıyor yuvasına. Demek ki böyle oluyormuş. 

Bir süre sonra da bota geçiyor. "Balık var mı?", "Var".



Denizde mavi-yeşil renkli bir balık süzülerek geliyor bota doğru. Mehmet bir hamle de onu bota alıveriyor ama savaşı kazanması için çok uzun bir süre uğraşması gerekiyor. Sonunda solungaçlarından tutup hareketsiz hale getirmeyi başarıyor. 

Lambuka imiş.

Marmais'te Göcek'e yelkenli tekne ile hiç gitmemiştim. Açık denizden gidişimiz, GPS kullanmayışımız, 86 deceye rota tutuşumuz hoşuma gidiyor. Bir süre sonra Kurdoğlu Burnu uzaklarda hayal meyal beliriyor. Hala uzun bir yolumuz var. Tahminen 15.00 gibi Göcek koyunda olacağız herhalde.

Öğle yemeği için makarna ve konserve barbunya yeterli oluyor. Bira stoğumuz (toplam 4 adet) zaten dün gece bitmişti. Bir kaç şişe suyumuz var. Akşama da balığımızı tuttuk zaten. Telefon edenlere Mehmet "mangalı yakın, mangalı" diyor.

Talya (S/Y) ile Göcek'te buluşacağız. Saat 14.00 gibi Kurdoğlu burnunu dönüp Fethiye Körfezi'ne giriyoruz. Bir deniz molası veriyoruz. Bir saat sonra da Baluna S/Y ile buluşmuş durumdayız. Merhabalaştıktan sonra alvararak istediğimiz ilk şey bira oluyor. Buz gibi biraları yudumlamanın keyfini yaşıyoruz uzata uzata.

Mahir'le Claude, Göcek adasının batısındaki bir küçük koydalar. Bir de su kaynağı bulmuşlar. Küçük bir yüzen platforma kadar borularla su getirilmiş. Borunun ucunda da bir vana var. Vanayı açınca kol kalınlığında, gür bir su akıyor. Boş su bidonlarımızı dolduruyoruz ancak yüzen partiküller Mehmet'in hoşuna gitmiyor pek.

Baluna, ufak bir tamir işi için Göcek'e gitmek üzere ayrılıyor. 


Baluna S/Y

Biz de o koya güzelce demirliyoruz. 75 metre zincirin hepsini döşüyoruz. İki tane uzun koltuk halatını da karadaki babalara bağlıyor Erol. "İşte" diyor, Mehmet, "böyle demirleyeceksin". Zincir gergin, koltuk halatları gergin. Daha önce ona sormuştum. Zincirim ve koltuk halatlarım gerginken bazen bir süre sonra koltuk halatlarımdan birinin gerginliğinin kaybolabildiğini, suya girdiğini söylemiş ve ısbarço ile uzatmış olduğum bu halatların çözülme olasılığının olduğunu, bu yorumun doğru olup olmadığını sormuştum Mehmet'e. Orhaniye'de suyun dibinde bırakmış olduğumuz ve uzun bir süre ızbarço ile bağlı bir halat ile Lotus'u tutan demir öyküsünün sonunu gördükten sonra. "Evet" diyor, "suya girmiş ve üzerindeki yük kaybolmuş ızbarço çözülebilir".


Lotus, Günlüklü Koyu'nda


Atbükü Koyu'nun hemen kuzeyindeki Günlüklü Koyu'ndayız. Denizin tadına bakıyor ve Talya'yı bekliyoruz. Uzun yol tariflerinden sonra Talya da geliyor koya, nihayet.
Talya, Günlüklü Koyu'nda
Ömer hemen ganimetleri çıkarıyor. Bir lambuka ile bir küçük palamut. Balık çorbası yapası geliyor Ömer'in.



Balığı temizlemek üzere bir elinde lambuka, diğer elinde bıçak ve ekmek tahtası ile teknenin arkasına giden Mehmet, teknenin arkasına gittiğinde önce lambukayı yıkamak üzere bir denize giriyor. Sonra yıkamak için denize bıraktığı bıçağı çıkarmak üzere gözlük ve paletle dalıyor. Yüzmekte olan ekmek tahtasını da tekrar yakaladıktan sonra balığı temizliyor. Başını ve bir miktar da etini Ömer istiyor. Yetmiyor, kuyruk kısmından bir parça et istiyor. Geri kalan parçayı da ne yapacağımıza karar veremediğimiz için Ömer'e veriyoruz. Bol etli bir balık çorbasını garantiliyoruz. Biraz da Mahir'e Göcek'ten balık siparişi veriyoruz.

Bir anda bir sivrisinek istilası oluyor. Ama nasıl bir saldırıdır bu. Bacağımızda, kollarımızda sürekli öldürdüğümüz halde bitmiyorlar. Talya ve ekibi büyük bir süratle palamarları boşluyor ve kaçıyorlar bu koydan. Zıpkın gibi demirlemiş, iskele ve sancağımıza bordalayacak Talya ve Baluna'yı gece boyunca taşımaya hazırlanmış, daha önemlisi o iki teknedeki etil alkol stoğu ile yutkunmaktan boğazımız şişmiş bir halde kalıyoruz Mehmet, Erol ve ben, başbaşa, susuz, aşsız, birasız.

"Yahu" diyor Mehmet, "zıpkın gibi de demirlemiştik". Telefonda Talya'nın Göcek Adası'nda bir tonoza bağlandığını öğrenince Erol gidiyor koltuk halatlarını sökmeye, Mehmet dümene, ben de demirin başına geçiyorum. Hava kararmış. Biz sizin ışığınızı görüyoruz diyorlar, bize doğru gelin. Biz de ileride bir kaç teknenin ışığını görüyoruz ama yaklaşıp bakmaktan başka çaremiz yok. On beş dakika kadar sonra yanlarındayız. Bordalıyoruz Talya'ya. Talya demek o akşam bizim için aş demek, su demek, bira demek, rakı demek, ama daha da önemlisi bolca muhabbet ve kahkaha demek.

Bir süre sonra balık çorbası ve bulgur pilavı hazır. Ancak daha Mahir'ler yok. Arıyoruz telefonla. Tamiratın geciktirdiği Mahir'leri arıyoruz. Hala Göcek'teler, biraz daha gecikecekler. "Lotus ekibi, aç, perişan, biz yemeğe başlasak ayıp olur mu?" diyor bizimkiler. Mahir de "hiç öyle şey olur mu, başlayın tabii ki. Biz balıkları aldık, yemeğin sonuna yetişiriz." diyor.

Lambuka'dan muhteşem bir çorba çıkarmış Ömer. İçine havuç, kereviz, patates ne bulduysa atmış. Lambuka pişirilmeden önce derisi çıkarılması gereken bir balıkmış. "Öyle yaptık zaten" diyor Ömer. Yanına da bulgur pilavı çok yakışmış. Lotus ekibi olarak üçer tabak çorba içip bulgur pilavını da mideye gönderdikten sonra nihayet doyuyoruz. Yemeğin sonuna yetişiyor Mahirler. Ama getirdikleri balıkları pişirmeye gerek kalmıyor. Herkes tok. Bir süre sonra Kaan arıyor "ben geldim, Göcek'teyim" diye. Mahir ile Mehmet tekne ile bir koşu gidip onu alıp geliyorlar.

Akşamın ilerleyen saatlerinde bolca muhabbet ve kahkaha var. Benim ise oturduğum yerde başım düşüyor önüme zaman zaman. İyi geceler deyip kalksam olmazmış gibi geliyor, muhabbeti bozarmışım gibi hissediyorum. Sadece Ömer'e fısıldayıp gizlice kaçıyorum kamaraya. Gerisini hatırlamıyorum.

Pazar

Güne erken uyanıyorum. Bota atlayıp biraz kürek çekere uzaklaşıyorum teknelerden. Üçü bir yerde çok güzel bir görüntü oluşturuyorlar.
Talya, Baluna ve Lotus Göcek Adası'nda tonozda
Muhteşem bir kahvaltı yine Ömer'den. Mıhlama bile var kahvaltıda. Ardından biraz deniz, biraz kıyıda çöp toplama operasyonu. Sonra Lotus ekibi Göcek'e alışveriş yapmak ve motor yağı almaya gitmek üzere ayrılıyor. Belediye iskelesine aborda oluyoruz. Zabıtanın girdi-çıktı parası almak üzere yaptığı ısrarı, Mehmet'in usta manevraları sayesinde hasarsız atlatıyoruz.
Bol bira, bir şarap, kahvaltı malzemesi ve içecek su aldıktan sonra teknedeyiz yine. Günlerden pazar olduğu için Mehmet motor yağı bulamamış. 
Lotus, Göcek Belediye Marina'da

Ufak bir iskeleden ayrılma çalışması sonrasında diğer iki tekneyle buluşmak üzere ayrılıyoruz Göcek'ten. Sıralıbük'telermiş. Bir saate yakın yol kat ettikten sonra buluşuyoruz onlarla. Tonozdalar. Aborda oluyoruz Baluna'ya. Talya'da tamirat var. Biraz deniz sonrasında Mehmet "motor çalıştırın" diyor. Baluna'ya geçip halatlarımızı söküyor. Aynı anda Talya, Baluna'nın sancak tarafından ok gibi fırlıyor. Mehmet "iskele alabanda, tam yol" diyor ama ben kıçımızın Baluna'ya çarpmaması için ürkek davranıp geç kalınca aramızdaki mesafe 2-3 tekne boyuna çıkıveriyor hemen. Meğer yarışıyormuşuz. Dümeni Mehmet'e bırakıyorum. İki tekne de tam gaz gidiyor. Talya'ya yetişmek mümkün değil. "Ana yelkeni açın" diyor Mehmet. Biz ana yelkeni açana kadar Talya önce açmış bile. Cenovayı da açıyoruz, Talya da aynı anda açmış. Motor-yelken Allah ne verdiyse gidiyoruz Göbün'e doğru. Benim geç çıkışım nedeniyle açılan farkı bir türlü kapatmak mümkün olmuyor. Ama Lotus iskele bordasına yattığında içeri su girmesine neden olan açık hatch'leri kapatmayı beceriyorum. O hengamede, kuruması için güverteye bıraktığımız Mehmet'in cep telefonu hala güverte üzerinde kalmayı başarıyor.

Göbün'e neredeyse tam arma, full motor giriyoruz. Talya'yı geçmek mümkün olmuyor. Gaz kesiyoruz, yelkenleri indiriyoruz.

Göbün'de restoranın iskelesine kıçtan kara bağlanıyoruz. Talya'nın zinciri sökülüyor. 25 metre eklenecekmiş. İskele üzerinde sürüklenerek gölge bir yere taşınan zincirin yarattığı gürültü yetmezmiş gibi bir de son halkasını kesme üzere taş makinesi çalıştırılıyor. Göbün, Göbün olalı herhalde böyle sulüm görmemiştir. Yarım saat sonra Talya'nın zinciri artık 75 metre olarak yuvasına konulmuş durumda.


Göbün'de tamirat
Hava kararmadan koyun karşı kıyısına geçip tonoza bağlanılacak. Mehmet dalıp bakıyor. Zemindeki ana zincirden bir halatla kendine tonoz oluşturuyor. Bir Fransız var, 30 yıldır koyda yaşayan. Onun saç teknesi sancak bordada bırakılmak üzere sırasıyla Baluna, Lotus ve Talya tonoz alıp kıçtan kara bağlanıyorlar karaya. Bu iş yaklaşık iki saat sürüyor. 


Baluna (sağda), Göbün'de kışlayacağı köşeye çekilmiş.

Arada yemek yemek aklımıza geliyor.

Bir ara, iskelede bıraktığımız 54 feetlik bir Hanse var, onun kaptanı yüzerek Lotus'a geliyor. Erdem Balcı. Ben daha önce tanışmamıştım. Yıllardır Göcek'te imiş. Çok çok önceleri denizi sevivermiş ve bir daha bırakmamış. Yurt dışından tekne transferlerinde kaptanlık yapıyor. Üç teknenin Göbün'de kışlama projesi üerine onun da söyleyecek bir şeyleri var. Kimi, lodostan korkmak gerek burada derken, kimi poyrazın şiddetinden bahsediyor. Spekülasyonlar arttıkça tonoz halatlarının sayısı ve koltuk halatlarının niteliği ve niceliği değişiyor. Akşam hava kararmadan önce koltuk halatlarının bazılarının kayalara bağlantısının zincirle değiştirilme işlemi, yarına öteleniyor. 

17.00 gibi küçük Lotus giriyor koya. Kadir'le tanışıyoruz (en azından ben).


Lotus, Göbün'de

Akşam yemeği iskelede, restoranda. Rakının su gibi aktığı gecede kahkahalarımız koyu inletiyor. Mahir'in dün gece Göcek'ten aldığı palamutlar pişiyor bu gece. Kadir sayesinde restoranda sırtımız yere gelmiyor. Her gören "Kadir ağbi, hoşgeldin" diyerek saygılarını iletiyor Kadir'e. Kadir sayesinde ne aşımız eksik kalıyor bu gece, ne suyumuz, ne alkolümüz. Restoranın işletmecisi, Muammer. Nam-ı diğer Göbün Kralı. Yerel ağzı ve son derece naif tarzı ile anlattığı gerçek hikayeler gülmekten karnımızı ağrıtacak kadar keyifli. Restoranın çok dolu olduğu bir akşam, bir zodyak ile gayet şık beyefendiler ve hanımefendiler gelmişler iskeleye bir vakitler. Masa olup olmadığını sormuşlar Muammer'e. O an için boş masa olmadığını söyleyip bara almış onları Muammer ve içki ikram etmiş. Bara yakın bir masadaki Türklerden birisi de "sen o kadının kim olduğunu biliyor musun?" demiş Muammer'e. Monaco prensi Carolyn imiş meğerse barda, ayakta bekleyen o hoş kadın. Aklına yatmamış Muammer'in ya da önemsememiş belki de. "O Monaco prensesi ise, ben de Göbün kralıyım" deyivermiş. O günden beri Göbün Kralı olarak anılırmış Muammer. Birileri Google'de bile bakmış kralı olan bu Göbün, nerelerde bir ülkedir diye.

Hesap da ödenmiyor bu gece. Kim ağırladı bizi, Kadir mi, Mahir mi, balıklar Mahir'den içkiler Kadir'den mi? Çok da önemli mi, bu ekibin bu kadar keyifli, samimi, içten, pazarlıksız birlikteliği yanında?

İlk gelen motor servisi ile teknelere dağılıyoruz. Mehmet ile Erol Lotus'un botu ile tekrar iskeleye geri gidiyorlar. Sabaha karşı dönmek üzere giderlermiş meğersem, biz sabah öğreniyoruz bu niyetlerini. Belki kendileri de...

Pazartesi

Sabah, Göbün'ün beklenen sessizliğini yan tekneden gelen konuşmalar bozuyor. Sabah beş buçuk gibi Taner'leri götürecekti restorandaki botla Ünal. Sadece kafamı havuzluktan çıkarıp el sallayabiliyorum. Sonra bir saat daha uyku.
Sekize doğru uyandığımda Göbün hala sessiz. Hava güzel, gökyüzünde bulut yok. Bota atlayıp kürekleri ses çıkarmadan suya sokup çıkararak koyun ortasına gidiyorum. Dört teknenin verdiği poz aşağıdaki gibi.
Baluna, Lotus, Talya ve Lotus Göbün'de güne uyanıyorlar.

Sabah kahvaltısına Baluna'ya davetliyiz. Biz erken kalkanlar bu teklifi hemen kabul ederken geç kalkanları da çok beklemiyoruz. Claude ve Mahir öyle güzel bir kahvaltı masası hazırlamışlar ki. Dilim dilim kesilmiş beyaz peynirler, çeşit çeşit ballar, reçeller, kızarmış ekmekler, sucuk, omlet... Önce gözümüz doyuyor sonra da adı çıkmış olan Lotus ekibinin midesi. 
Baluna'da sabah kahvaltısı



Kahvaltı sonrası, restoranın eskici dükkanından temin edilen zincirler ve teller ile koltuk halatlarının kayalara bağlantısı sağlamlaştırılıyor.


Üç tekne birbirine açmazlar ile bağlanıp tenteleri sökülüyor, botlar başa alınıp sıkıca bağlanıyor, Talya'nın eskimiş Türk bayrağı değiştiriliyor ve dinlenmek üzere sahile çıkılıyor. Bira zamanı.
Mehmet açılışı yaparken

Göbün Kralı bizimle

Erol, Claude, Mahir, Kadir ve Erol
Söylentiye göre, Talya'nın baş mahzeni o kadar derin ve büyükmüş ki, belden bükülerek eğilip dibine ulaşmaya çalışsan, elin dibe değmez, ulaşamazmışsın. Biraz daha inat edip "ben dibine ulaşırım" desen ayakların yerden kesilir ve mahzene düşermişsin. Veee, o mahzen kasa kasa bira ile doluymuş. Elimizdeki biralar o mahzenden. 

Bir ara bir rüzgar çıkıyor. "Hah, lodos çıktı" diyoruz. "Hayır" diyor Göbün Kralı, "batı kaçağı". "Aman" diyor bizimkiler, "lodosa, poyraza emniyet aldık, batıya da gidip bir şeyler yapalım" deyip ayaklanır gibi yaptıklarında kral oturtuyor hepimizi.

Yavaş yavaş teknelere dönme zamanı. 17.30 gibi botla Sarsala'ya bırakacaklar bizi. Oradan da araba ile Dalaman Havaalanına. Tekneye dönüyoruz. Son temizlikler, kontroller. Havuzluktaki boş bira kutularını ellerime alıp merdivenlerden aşağı inmeye çalıştığımda ayağımdaki ayakkabılar kayıveriyor. Son yelken haftamızda da kayıp durmuştu bu yeni ayakkabılar. Head marka. Karaköy'de bir spor mağazasından almıştım. Genelde kaydığımda dengeleyerek duruyordum. Ama yer çekimi bana fırsatı vermiyor. Küt, küt diye merdivenleri iki ayağımın üstünde iniyorum. Sırtımı vuruyorum merdivenlerin her birine ama çok acımıyor. Yere indiğimde ayakkabılarımın kayışı devam ediyor. Biraz daha kayıp karşıdaki dolaba ayaklarımı vurup düşüşümü sonlandırıyorum. Aslında o kendini sonlandırıyor. Ayağımda bir şey var mı diye ayakkabıyı çıkarıp baktığımda sağ ayağımın baş parmağının olağan pozisyonunda farklı olarak bana doğru iyice bükülmüş olduğunu fark ediyorum ucundan. Biliyorum ki şimdi oturttum, oturttum. Aksi taktirde birazdan şişecek ve ağrısından oturtmak mümkün olmayacak. Birazcık zorlayınca tık diye yerine oturuyor. Yukarıdan Mehmet'in sesi geliyor "kim düştü?". Acı, sızı yok. Kırık da yok herhalde. Kamaraya oturduğumda Mehmet iki parmağımı her ihtimale karşı birbirine bantlıyor. Ama sanırım kalıcı bir hasar yok. Hemen bir Apranaks. Ayağıma daha sert ayakkabılar giyiyorum, hem ağrıtmasın, hem de atel olsun diye. Günün geri kalanı topallayarak geçiyor. 

Makarna yapma zamanı. Baluna'da bir, Lotus'ta iki tencere su kaynatılıyor. İki buçuk paket makarna haşlanıyor. Sosunu Claude yapıyor. Keyifli bir öğle yemeği sonrasında 17.30 gibi bir sürat teknesi ile bizi alıyorlar. Mahir, Claude, Erollar ile vedalaşma. On beş dakika sonra Sarsala Koyu'ndayız. Bir saat sonra da havaalanında.

Uçakta biraz uyuyoruz. Apranaks tekrarı. Lotus'un beni çatlattığını, ama kırmayı başaramadığını ertesi gün çektirdiğim filmde görüyorum. 

Sohbet, kahkaha, macera, heyecan ve bir miktar acı ile dolu, çok şey kazandığım, çok şey öğrendiğim bu üç gün için hepinize teşekkürler Mehmet, Erol, Kaan, Taner, Ömer, Kadir, Erol, Mahir, Claude ve Kadir.

1 yorum:

  1. Yazinizi nefes bile almadan deniz, günes ve tekneleri cok seven biri olarak bir cirpida okudum.Yasadigim sehir olan Münih'te, birkac gündür kar yagiyor.Disarda 15 cm kar ve soguk.Ama yaziniz ve güzel resimler benim icimi biraz olsun isitti.Size tekneyle nice güzel gezmeler ve (icinden ah cekip nicin ben de oralarda degilim diyen benim gibiler icin) böyle güzel yazi yazmalar diliyorum. Seref Aydin

    YanıtlaSil