Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

2 Kasım 2015 Pazartesi

KATAMARAN İLE GÖCEK


Yılın son yelken haftasında 42 feetlik bir katamaranda idik. Kıştan çıkarken ayarlamalarını yaptığımız bu hafta, katamarandan hiç hoşlanmayan, bir kez olsun göz ucu ile bile bir katamarana bakmamış ve ayağını bir katamarana atmamış biri olarak beni bir kaç açıdan çok gerdi. Bu gerginlik nedenlerinin başında denizde süzülerek gittiğimiz o tek gövdeli, kuğu zerafetindeki yelkenli tekneler yerine, o kıymetli bir haftamızı kocaman, şeklini şemalini oldukça çirkin bulduğum bir tekneden geçirecek olma fikri yer almakta idi. Bir diğer neden, bu teknelerin oldukça büyük olması ve benim katamaran kullanımına ilişkin en ufak bir bilgi ve bu bilgiyi edinmemi sağlayacak merakımın olmaması idi. Tekneyi kiralamak bana kaldığı için de kaptan olacak olmam bir başka gerginlik nedeni oldu. Mayıs sonunda Yunan Adaları'na yapacağımız yelken haftası için Netsel Marina'da Yüksel Yatçılık pontonunda Talia'yı gördüğümde gözüme bir gemi gibi görünmesi de beni korkutan bir başka neden oldu. Yunan Adalarını dolaşıp geldikten sonra aynı cesamet bana o kadar ürkütücü gelmemişti. Denizde olmanın, benim gibi yılda ancak bir kaç hafta tekneye ayak basabilen birisi için korkularımı törpüleyen bir özelliği olduğunu o gün bir kez daha farkettim. Ama yine de bu kocaman gemiyle denizlere çıkmadan önce (ki, taaa sonbaharın başına kadar beklememiz gerekecekti) bir fırsat bulup denize ve yelkenli bir tekneye çıkmanın yolunu bulmalıydım.

Bu fırsatı, koşullarımı zorlayıp yarattım. Kurban bayramında Global Sailing'ten 47 feetlik bir tekne kiralamayı, bir hafta boyunca Gökova Körfezi'nde dolaşmayı, yelkeni, denizi hatırlamayı, kendimi katamarana hazırlamayı başardım. Gökova'dan sonra Istanbul'a dönüp 5 gün çalışıp cumartesi sabahı tekrar Dalaman'a uçarken, kendimi daha güvenli, benim için gerçek bir meydan okuma olarak gördüğüm katamaran deneyimine daha hazır hissettim. Hatta, Gökovada, Wahoo'nun içindeyken bile kendimi Talia'da imiş gibi hissederken yakaladığım bir sürü anımın olduğunu da itiraf etmeden geçemeyeceğim.



3 Ekim 2015, Cumartesi
Sabah, Sabiha Gökçen'de Pegasus'un "inşallah kurban bayramındaki gibi 3,5 saat beklemeksizin hareket ederiz" temennileri ile checkin yaptırıp kahvaltı yapmak üzere içeri girdik. Kahvaltıyı bitirirken Ümit Ağabey polis kontrolünden geçti, sarıldık birbirimize. Kapıya gittiğimizde de Suat ve Ferah ile kavuştuk. Ahmet ve Banu, sabah THY'nın erken uçağı ile gittiler. Aramıza ilk defa katılacak olan Cengiz ve Ayşen ise dün akşamdan beri Marmaris'teler.
Uçağımız rötarsız havalandı, bir saat sonra Dalaman'a indi.Yüksel Yatçılık'ın ayarladığı özel minibüs 15 dakika bekledikten sonra geldi; ben öne, diğer arkadaşlar arkaya oturduktan sonra Marmaris'e doğru yolu koyulduk.

Bir saat 15 dakika sonra Netsel Marina'da minibüs'ten indik, önce Ece ve Neriman Hanımlar ile sonra da Banu, Ahmet, Ayeşn ve Cengiz ile hasret giderek kalan borçlarımız ödeyip doğruca Talia'yı görmeye gittik. Talia, yine aynı cesameti ile pontonun aynı yerinde bağlı duruyordu. Yine kocamandı. Yutkunduktan sonra Talia'nın temizliği bitene kadar alışverişimizi tamamlamak üzere Migros'un yolunu tutan arkadaşlarımın peşine takıldım.




Migros'taki alışverişimizi bir saatte tamamlayıp Talia'ya dönüyoruz. Migros'un elemanı malzemelerin taşınması konusunda bize yardımcı olduğundan malzeme transferi kolay oluyor. Elden ele tekneye verdiğimiz malzemeler kızlar tarafından süratle Talia'nın dolaplarına yerleştiriliyor. İçerisi kocaman, iki tane buzdolabı, bir kaç tane malzeme dolabı yanında, dışarıda kaptan kökünün altında da iki tane dolap, bütün malzemeyi depolamamızı kolaylaştırıyor. Sonra da kamaraları paylaşıyoruz. Ben kıçtaki kamaralardan akülerin bulunduğu iskele kıç omuzluktakini alıyorum. İskeledeki baş kamarayı Ahmetlere, sancaktakini Cengiz'lere, sancak kıçtakini de Suatlara teklif ediyorum. Sorunsuz paylaşılıyor. Ümit ağabey salonda yaşayacak. Tuvaletlerden iki tanesinin salondan inilen merdivenlerin hemen karşısında da kapısı olduğundan Ümit Ağabey'in tuvalet sorunu ortadan kalkıyor.

Sipariş ettiğimiz döner ve ayran ile kendini aç hissedenler açlıklarını bastırdıktan sonra Murat'ı beklemeye başlıyoruz tekneyi bize anlatması ve teslim etmesi için.
Kaptan köşkü, merdivenle çıkılan, kıçtaki havuzluğa bayağı yukarıdan, teknenin önüne uzaklardan bakan, teknenin iskele tarafındaki bir kısmına ise mümkün değil, bakamayan bir konumda. Dümen de, elektronik aletler de, halatların ve kilitlerin tümü de orada. "Al, tek başına kullan" demişler sanki. Biz dokuz kişi ancak kullanabildiğimizi çok kısa bir süre sonra göreceğiz.
Bir saate yakın sürüyor brifing. Kocaman bir müzik seti gibi elektronik bir panelin camlı kapağını açtıktan sonra elektrik sistemi, ışık düğmeleri, jeneratör çalıştırma sistemi gibi bütün donanımın orada olduğunu öğreniyoruz. Kamaraları gezerken sadece benim aldığım kıç kamarada değil, diğer kıç kamarada da akü olduğunu görüyorum. E, iki tane motor olunca iki  tane de motor aküsü olacağını hiç düşünememişim. Irgat ve elektrikli vinç sigortaları da o kamarada. Pis su tanklarının vanaları da kıç kamaralarda. Farş tahtalarından birisini açtığımızda bir miktar su görüyoruz, klimanın atık suyu olduğunu söylüyor Murat, sintine pompası ile suyu boşaltıyoruz.
Kıçta motor dairelerini de kontrol edip kaptan köşküne çıkıyoruz. Çift gaz kolu, motorların çalıştırılması, halatlar ile tanıştıktan sonra yelkenleri açıyoruz. Ana yelken biraz büyük. Üç camadan mümkün. Cenovanın iskota halatları da ana yelken iskotası gibi dümenin hemen üzerinde. Vinçler de orada. Teknenin burnunda iki tane hamak var. Demir ve zinciri ile de tanışıyoruz.80 metre zincirimiz var. Demir 25 kg. Bir tane kaptan kamarası gibi bir yer var. Bir kişinin içine girip yatabileceği büyüklükte depomsu bir yer. Kaptan için ayrıca burunda bir tuvalet ve duş var. Biz bu kamarayı, boş bavullarımız için depo olarak kullanıyoruz. Zincirlik yanındaki iki tane küçük depodan birinde halatlar var, diğeri boş. Onu da çöplerimizi depolamak üzere kullanacağız.

Artık, hareket etmeye hazırız.Motorları çalıştırıyoruz. Rüzgar yok. Çift tonozdayız. İskele kıçomuzluktaki koltuk halatını tutuyoruz. Önce tonozları bırakıyoruz, sonra sancak kıç omuzluktaki koltuk halatını. Azıcık sancak motoru ileri verince yandaki tekneden ayrılarak iskelemize doğru kıçımız şskeleden uzaklaşıyor. İskeledeki motora da azıcık ileri yol verirken son koltuk halatımızı da bırakıp sorunsuz bir şekilde pontondan ayrılıyoruz. Saat 15.00.

Dümeni tutmaksızın sadece gaz kollarını kullanarak tekneye yön vermenin gerçekten mümkün olduğunu görmek çok keyifli. Limandan çıkıp Marmaris Koyu'na çıkıyoruz. Hedefimizde Hollandalı Ahmet'in yeri var bu akşam. Ekibimiz kalabalık olduğu için akşam yemeklerini teknede yemek, hazırlayan ve bulaşığı yıkamak zorunda kalacak ekip üyeleri için sorun olacağında akşamları dışarıda yemeyi planlamıştık önceki konuşmalarımızda. Ama hiç olmazsa bir akşam da olsa demir atıp bir koyda yıldızların altında bir gecemiz olmasın mı yahu. O akşam da, eğer olacaksa, bu akşam olmasın mı yahu?
"Bu akşamı, Kadırga Koyu'nda geçirelim mi?" teklifime "hayır" diyen çıkmadığı için Kadırga Koyu'na yöneliyoruz.


Suat, Banu, Ahmet ve ben

Havuzluk keyfi: Ferah, Cengiz, Ayşen, Esma

Cengiz, Ayşen, Esma, Ümit Ağabey
Seyir sırasında isteyenler kıç havuzlukta, isteyenler önde, hamakta ya da güvertede. Bir 9 kişi daha olsa sanki sığacak tekneye ve belki de kimse kimseyi görmeyecek. Tekne o kadar büyük. Bana hala gemi gibi geliyor.

Hamak keyfi
Dümende Ahmet
Kaptan köşkü
Salon'da hazırlıklar sürerken
Bir buçuk saat kadar sonra Kadırga Koyu'nda demirleyecek yer bakar durumdayız. Girişte iskele baş omuzluğumuzda kalan, ufacık bir sahil boş, Onun solunda kalan ve içeri daha da girmiş daha korunaklı bir yerde bir katamaran demirlemiş zaten. 6-7 metreye demir atıp küçük koyumuzun içine iyice sokuluyoruz. Bana acayip bir güven gelmiş durumda, normalde yelkenli bir tekne ile demirde iken kıyıya bu kadar sokulmaktan hep korkmuşumdur. Bu akşam öyle değilim. Demirimiz bir kerede tutmuş durumda. Rüzgar kıçtan esiyor ve gece boyunca da pek olmayacak. Tornistanda iken sevgili Suat atlıyor suya, batan halatımızı kıyıya götürüp bağlıyor. Hafif bir rüzgar bizi azıcık sancağa ittiriyor. İkinci bir koltuk halatını da bağladıktan sonra motorlar stop, suya girmek serbest. 
Ahmet ve Ümit Ağabey'in geleneksel akşamüstü cin tonik saati gelmiş durumda. Kısa bir süre sonra herkesin keyfi yerinde, akşam yemeği için hazırlıklar başlıyor yavaştan, Günler kısa, hava erken kararacak. 

Kadırga Koyu


Kadırga Koyu'nda akşamüstü keyfi

Akşam yemeğinde köfte ve makarna ile salata var. İlk şaraplar açılıyor ve gün kutlanıyor. Keyifli ve kazasız bir hafta dilekleriyle sohbetler koyulaşıyor, uykusuzluğa daha fazla dayanamayanlar yavaştan kamaralara çekilmeden önce Ümit Ağabey için salondaki masa sökülüp bacakları kısaltılarak neredeyse üç kişilik bir yatak yaratılıyor. 

Herkeslere "iyi geceler"

4 Ekim 2015, Pazar


Kamaralar o kadar büyük ve rahat ki, sadece bir kez koltuk halatlarına bakmak için dışarı çıkmam dışında beşikte gibi mışıl mışıl bir uykudan sonra sabah gün doğmadan uyandığımda kendimi bir farklı dinlenmiş hissediyorum. Yukarıya çıkmadan önce sırtıma bir şeyler alıp önce yataktan merdivenlerden iniyorum, sonra kamaranın kapısını açıp kamaradan çıkıyor, sonra merdivenlerden salona çıkıyor, sonra merdivenlerden kaptan köşküne çıkıp oturuyorum koltuğa. Kamaradan buraya kadar gelmek biraz yorucu oldu, oturmam gerek, ama manzara o kadar güzel ki.

Kadırga Koyu'nda sabah

Benden başka uyananlar da var. Cesaret edip denize giriyoruz bir kaçımız. Sonra motor çalıştırıyoruz. Bugün yolumuz uzun. Göcek'e ineceğiz bir kez daha. Kahvaltı yolda hazırlanacak. Saat 08.00.
Katamaran biraz fazla baş-kıç yapıyor dalgalar çok minik olmasına karşın. Önce Ferah, sonra Ayşen biraz etkileniyorlar. Kahvaltı hazırlayanların neredeyse tamamı etkileniyor bir süre sonra. Seyir halinde iken kahvaltı hazırlamamaya karar veriyoruz.

Kahvaltı sonrasında Ayşen ve Cengiz kamaraya çekiliyorlar. Uzun bir süre motorla gidiyoruz, sonra yelken açmamıza izin verecek kadar rüzgarımız oluyor. 8 knot rüzgarda 4 knot, 10 knot rüzgarda ise 5 knot hız yapıyoruz.

Rotamız Göcek


Öğle yemeğinde hamburger var.

Saat 14.00'te Fethiye Körfezi'ne girip Küçükağa Koyu'nda 12 metreye demir atıyoruz. Zinciri biraz kısa bırakıyoruz nedense. Sonra atla denize.

Küçükağa Koyu

Bir buçuk saat kadar oyalanıyoruz burada. Telefonla Göbün Koyu'nda yerimizi ayırttık. Demirin taraması ve suda serbest yüzer hale gelmemiz üzerine motor çalıştırıp demiri topluyor ve Göbün'e doğru yola koyuluyoruz.

Kısa bir süre iskelemizde ilk gördüğümüz boğaza doğru dümen kırıyoruz. Boğaza yaklaşırken girmemiz gereken asıl boğazı (Darboğaz) görüyor ve dümeni bir kez daha iskeleye kırıyoruz.


Kısa bir süre sonra Göbün'ün girişi, iskele başomuzluğumuzda görünüyor. Hemen bir botla gelip bize "merhaba" diyorlar, yerimiz hazırmış, iskelenin iç tarafını ayırmışlar bize sağolsunlar. Koyun içine girerken iskelenin arkasına geçerek bağlanacağımız yeri içime sindirmeye çalışıyorum. Hep, bir iskelenin iç tarafına girip bağlanmak istemişliğim vardır. Nasip katamarana imiş. Hadi hayırlısı.

İskelenin sağında sadece bir tekne boyu mesafe var, iskelenin arkasında ise belki o kadar bile yer yok iskele ve önündeki kayalar arasında. İskeleyi solumda bırakıp arkasına doğru yavaşça ilerlerken önce fırlattıkları tonoz halatını alıyoruz. İskelenin arkasına geçip iskeleyi aborda olacakmış gibi iskelemizde bırakırken bir koltuk halatı veriyoruz iskeledeki arkadaşlara. Hemen önümüzde iskeleye aborda olmuş ve kıç havuzlukta bize bakanlarla dolu bir koca katamaran var. Ona yavaşça yaklaşıp sancağa dönüverince tonoz halatlarını bağladıkları koca kayalara çarpmadan durmam, kıçımızı düzeltip iskeleye geri gelip bağlanmam gerekiyor. İskele ile kayalar arasındaki mesafe, bizim tekneden birazcık büyük. Çift motorun avantajı ve koltuk halatları ile bizi yönlendiren görevli arkadaşlar ve teknedeki ekibin tıkır tıkır çalışması sayesinde terayağından kıl çeker gibi bağlanma sürecini kısa bir sürede tamamlıyoruz. İkinci tonozu da bağladık, koltuk halatları tamam, motorlar stop. İskelemizde kalan katamarının sabah biz çıkmadan çıkması mümkünsüz artık.

Göbün



Hemen balıktan anlayan arkadaşlarımız balık beğenmek üzere mutfağa gidiyorlar. Denize girmek isteyenleri ise tutan yok. Ahmet ile Ümit Ağabey, mutfağa girmişler, cin tonikleri hazırlıyorlar bile.


Bizim sancağımıza da bir katamaran yanaşıyor. Biz de onlar çıkıncaya kadar burada hapis olduk artık.
Akşam keyifli bir akşam yemeği.Çok keyifli bir uyku.

5 Ekim 2015, Pazartesi
Sabah erkenden uyanıyorum, sırtıma bir şeyler alıp yukarı çıkıyorum. Benden önce uyananlar sabah sporuna başlamış bile.



Göbün'de sabah
Geç kahvaltı olacak bu sabah. Esma'nın zoru ile yürüyüşe çıkıyoruz. Esma, Göbün girişindeki yüksek tepeyi gözüne kestirmiş. Bir kapıdan çıkarak tepenin eğimli ve taşlı eteğine tırmanmaya başlıyoruz. Düz patikayı mı tercih etseydik acaba, koyun etrafını dolanan.
Çok zorlanmadan biraz yükselince bir kayalığın üzerine çıkıyoruz fotoğraf çektirmeye. Fotoğraf çekiniyoruz ama manzara o kadar güzel ki, iyi ki çıkarmış Esma bizi buralara.





Bir tarafta Göcek Körfezi; önde, aşağıda Göbün, solda, tahminen Göbün Adası'nın olduğu Kocabük Koyu ve arkaya doğru dönünce Fethiye Körfezi.
Sonra biraz daha yukarıya çıkıyoruz. Bu sefer bir başka manzara açılıyor önümüze. Önce Göbün'ün çıkışı, sağda ise Göcek Körfezi'den daha geniş bir görüntü.


Sonra ağaçtan bir kaç zeytin toplayıp geriye dönüyoruz. Kahvaltı masasında Ahmet oturmuş, keyif yapıyor, ekibi bekliyor.


Ekip tamamlanınca upuzun bir kahvaltı yapıyoruz. Bol gıda, bol sohbet, bol kahkaha.


Sonra yavaştan kalkıyoruz artık, hesabı ödeyip. İskelemizde hapis tuttuğumuz katamarandan ne zaman çıkacağımızı soruyorlar. Sancağımızdaki katamaranı beklediğimizi söylüyoruz. 15-20 dk kadar sonra yanımızdaki katamaran iskeleden ayrılıyor. Biz de hemen motor çalıştırıyoruz. Cengiz çıkarıyor bizi Göbün'den. Saat 11.30.

Göbün'e veda



Gemiler Adası'na gideceğiz bugün. 3 saatlik yolumuz var. Uzun yola çıkmadan önce Göcek Körfezi'nde bir iki koy görebiliriz belki.
Önce Merdivenli Koyu'nu iskele bordamızda bırakıyoruz. Sonra Yavansu Koyu'na giriyoruz. İskelemizde kalan küçük bir kumsalda kimsecikler yok ama koyun dibini de görelim denildiği için içeri kadar bir bakıyoruz, ama içerisi kalabalık. Tekrar geri gelip ilk beğendiğimiz küçük koya 5 metreye demir atıyoruz. Koltuk halatımızı yine Suat bağlıyor sağolsun.

Yavansu Koyu girişinde deniz molası

Bir saat kadar buradayız. Denize giriyoruz. Denizde kolumu bir şeyler yakıyor, tırsıp tekneye çıkıyorum. Fenistil krem ile kolumdaki yanma azalıyor. Bir ara deniz market geliyor. Çağırıyor, bir kaç eksiğimizi gideriyoruz.
Saat 13.00 gibi demiri toplayıp Gemiler Adası'na doğru yola çıkıyoruz. Darboğaz'dan geçtikten kısa bir süre sonra rüzgarı görünce yelkenleri açıyoruz.

Darboğaz
Rota, Gemiler Adası

Rüzgar sancak bordamızdan geliyor. 10 knot rüzgarda 5 knot hız yapıyoruz. Gemiler Adası'na 3 saatlik yolumuz var. Yıllar önce Denizhanlar ile gitmiştik Gemiler Adası'na ve ben çok beğenmiştim. Ertesi günün sabahında botla adaya çıkmış ve kilise kalıntıları ile en tepedeki manzaraya hayran kalmıştık. Bu güzellikleri ekip arkadaşlarım da görsün istiyorum. Gemiler Adası'ndaki kilise kalıntıları, Bizans döneminden. Adanın antik dönemdeki adı da Aya Nikola.

İblis Burnu'nu döndüğümüzde yelkenleri indiriyoruz. Karacaören Adası'na yaklaştığımızda hemen iskelemizdeki küçük koyda bir tesis, tesisin iskelesi ve koyda bir sürü yelkenli tekne görüyoruz. Bu tesis daha önceki gelişimde de var mıydı, hatırlıyamıyorum.

Gemiler Adası'nın doğu burnundan dolanarak arkasına geçiyoruz. Adanın kuzey doğu kıyısında demir atmak mümkün değil, çok derin. Biraz daha batı kıyısına ilerliyoruz. Hemen bir motorlu bot yaklaşıyor ve bizi bağlayabileceğini söylüyor. Boğazın ortasına kadar gidip çok da istemeyerek 22 metreye demir bırakıyoruz. 70 metre zincir döşüyoruz. Kıyıya sokulduğumuzda tornistandayız. Demir tutmuş. İki halatı veriyoruz bottaki Ali'ye. Önce birini kıyıda bir kayaya bağlıyor, sonra da ikinci halatı, birinciye bağlayarak bize geri veriyor. Sonra biraz daha zincir bırakarak koltuk halatını geriyoruz. İkinci koltuk halatını bağlama işini de Esma ve ben üsleniyoruz. Botu indiriyoruz, kıyıya kürekle giderek ikinci halatı da bağlıyoruz.


Gemiler Adası'na bağlandıktan sonra deniz keyfi
Solumuza doğru demirlemiş bir sürü tekne, karşımızda da bir kaç tane yelkenli, katamaran ve motoryat. Sağımızda pek tekne yok, sadece bir balıkçı sandalı var. Babadağ üzerinde yamaç paraşütü ile atlamış bir kaç kişi gözüküyor uzaktan.




Deniz muhteşem, Ümit Ağabey ile Ahmet'in cin tonikleri de. Hava kırmızı kararıyor. Bak, bak, doyamıyor insan.

Suat'ın biraz keyifsizliği, hafif ateşi var bu akşam. Bir iki ilaç takviyesi yapılıyor Suat'a.
Hava kararmadan akşam yemeği hazırlıkları da başlıyor. Çok şükür yine teknedeyiz bu akşam yemeğinde. Gece boyunca rüzgar olmayacak, demir de sağlam. Uyku süper olacak demek ki.

Akşam yemeği için dün akşam yemeğinde Göbün'de bitiremediğimiz levreğin yanına sabah kahvaltı sonrasında aldığımız iki levreği fırında pişiriyor Banu ve Ahmet. Çok lezzetli ve bol sohbetli bir akşam yemeği oluyor. Benim için çok geçe kalmadan uykuya geçiş demek bu keyif.

Gece bir süre teknenin önündeki hamakta uyuyor, sonra içeri giriyorum. Hamakta iken de zaman zaman motoryattan jeneratör sesi olduğunu tahmin ettiğim bir ses geliyordu. Kamaraya girince Esma'nın uyarısı ile sesin bizim kamaraya yakın bir yerlerden geldiğini idrak ediyorum. Salonda Ümit ağabeyi rahatsız etmemek için ışıkları yakmadan paneldeki düğmelerden buzdolabı olduğunu tahmin ettiğim bir düğmeyi kapatınca ses kesiliyor. Düğmeyi yeniden açıp tekrar kamaraya gidiyorum, buzdolabıymış diyerek. Ancak sesten çok rahatsız olunca tekrar yukarı çıkıp o düğmeyi tekrar kapatıp bu kez buzdolabına bakıyorum. Buzdolabı çalışıyor. Ancak o zaman idrak ediyorum ki, su bitmiş, hidrofor boşa çalışıyor. Kapatıp yatıyorum.

6 Ekim 2015, Salı

Sabah yedide hopp, ayaktayım. Gün yeni ağarmış, Tekneler ise henüz uyanıyor. Bir balıkçı teknesi ise daha erkenden motor çalıştırıp gitti bile.



Deniz ise tam bir hayal kırıklığı. Bir çöp denizi sanki, sürekli bir akıntı, çöpleri tekne ile kıyı arasından doğuya doğru götürüyor. Kim uyanıp denize bakarsa keyfi kaçıyor. Kimsede adaya botla çıkıp yukarılara tırmanma isteği de yok. Öyleyse hadi kahvaltı hazırlansın.

Bu sabah omletler benden. Dün akşam tekneye yanaşan gözlemeci Sencer, kahvaltı bitimine yetişiyor. Yine de gözleme yaptırıp alıyoruz tekneye. Lezzetine doyamadığımız için iki kez daha sipariş veriyoruz.

Denize sadece iki kişi giriyor: Ferah ve ben. Sonra koltuk halatlarını topluyoruz. Demiri de toplayınca değmeyin keyfimize, yine kurtardık demiri. Tekrar Göcek'e dönüyoruz. Dümende Ümit Ağabey var.
Adanın yine doğu burnunu dönüp bir kez daha geride bırakıyoruz Gemiler Adası'nı.

Gemiler Adası'na veda

Tersane Adası'na kadar motor seyri ile geliyoruz. Tersane Adası'ndaki Yaz Limanı'na girip 12 metreye demir atıyoruz. Saat, 11.30.

Tersane Adası, Yaz Limanı'na yaklaşıyoruz

Çok şık bir yelkenli giriyor koya.


Öğle yemeği sonrasında biraz dinlenip demiri topluyor ve Kış Limanı'na şöyle bir bakmaya gidiyoruz. Kalabalık, uzaktan bakmakla yetiniyoruz.

Rüzgarı bulur bulmaz yelkenleri açıyoruz hemen. 14 knot rüzgarda 8, biraz sonra 17 knot rüzgarda 9 knot hızı görüp mutlu oluyoruz.


Körfezin içine doğru tremola ata ata sokuluyor, bol bol yelken bulma fırsatı buluyoruz.



Küçük Sarsala'yı sancak kıç omuzluğumuzda bırakınca motor çalıştırıp yelkenleri indiriyoruz. Restoranı daha önce arayıp yer ayırtmıştık. İskele tenha. Kıçtan kara yaklaşıp koltuk halatlarını verip tonoz halatını alıyoruz. Çok şükür çok sorunsuz bir bağlanma oluyor.

Küçük Sarsala


Hemen denize. Denizde iki  tane kaplumbağa var. Korkusuzca küçük koyda tekneler arasında yüzüyorlar, arada bir başlarını sudan çıkararak. Teknelerden bir sürü insan, fotoğraf makineleri ile güzel bir poz yakalamak üzere iskelede pozisyon alıyorlar.
Cengiz ve Ayşen, keşfe çıkarken biz de Ümit Ağabey ve Ahmet'in cin-toniklerinin bu akşamki lezzetini keşfe niyetleniyoruz.


Talia, K. Sarsala'da




Deniz keyfi çabuk bitiyor. Keyifler yerinde, akşam yemeği bekleniyor.Güneş erken batıyor. Saat 19.30'da deniz kenarında, ağaç altındaki masamıza oturuyoruz polarlarımızı, hırkalarımızı giyip.


Karanlık ve sohbetler aynı anda koyulaşıyor. Teknedeki iki cin, masadaki iki tek rakıdan sonra sohbetin sonunu bekleyecek gücüm kalmıyor. Teknenin yolunu tutuyorum. Öndeki hamakları gözüme kestirmiştim, bir yastık ve uyku tulumumu alıp onlardan birinde uykuya dalıyorum bir saniyede.

7 Ekim 2015, Çarşamba
Göcek'e uyanıyorum yediyi biraz geçe.


Yukarıya doğru bir yürüyeceğiz tüm ekip, kahvaltıdan önce.

Gün daha bir uyanıyor, renkler daha bir keskinleşiyor. Sonrasında ayakkabılarımızı giyip tırmanmaya başlıyoruz.

Yukarıya çıktıkça birbirinden güzel manzaralar seriliyor gözlerimizin önüne. Ayakkabıları zemini iyi kavramadığı için geri dönmek isteyen arkadaşlarımızı bile yukarı çıkmaya devam etmeleri için hafifçe arkalarından itmek yeterli oluyor.







Ve nihayet, en tepedeyiz.

Bir yanda Göcek Körfezi, diğer yanda B. Sarsala.


Büyük Sarsala
B.Sarsala Koyu'nun girişinde minik minik koylar gözümüze kestiriyoruz denize girmek için mola verilebilecek.
Büyük Sarsala

Büyük Sarsala
Biraz oturup bu muhteşem güzelliğin keyfini çıkardıktan sonra inişe geçiyoruz.

K.Sarsala'ya iniş

Ben denize girerken, kahvaltı masasına gidiyor bazılarımız. Geç kahvaltımız, geç bitiyor. Sonra bu güzelliği arkamızda bırakarak Göcek koylarını keşfetme zamanı geliyor. Saat 11.30.


Sarsala'dan çok uzaklaşmadan Sıralıbük'e giriyoruz. İçeri girdikçe artan rüzgardan ötürü kızlar sevmiyorlar bu koyu. Denize giremeyeceklerini söyledikleri için boş tonozları bırakıp koydan çıkarken Esma'nın koya girerken gösterdiği girişte iskelemizde kalan küçük bir koyun ağzındaki tonoza bağlanmaya karar veriyoruz. Burası daha az rüzgar alıyor. Kıçtan yanaşarak tonozun şamandırasını kolayca yakalıyor ve bağlıyoruz kendimizi.

Deniz hiç ummadığımız kadar temiz ve canlı. Binlerce yavru balık dolaşıyor altımızda biz yüzerken. Koyun dibindeki motoryat da gidince küçük koy bize kalıyor. Akşam rüzgar fazla olacak, Yassıca Adalar'da geceleme niyetimizden Ahmet'in bir arkadaşının uyarısı ile vazgeçmiş ve Hamam Koyu'ndaki restoranın iskelesine karar vermiş olmasaydık, motoryatın bıraktığı tonoza bağlanıp gün ve gece boyu kalınabilecek bir koy burası.



Bol bol denizin keyfini çıkarıp tonozu bırakıyoruz. Su almak üzere Taşyaka Koyu'na gideceğiz. Sadun Boro'nun kitabında tanımlanmış olan iskeleyi üstadın çizdiği krokiye bakarak buluyoruz. Demir atarak kıçtan kara yaklaşacağımız kayalardan yapılmış minik bir rıhtıma yanaşıyoruz rüzgar altında güç bela.
Taşyaka Koyu'nda su iskelesi
Kalın bir hortumu tekneye doğru fırlatıveriyorlar, biz de tutuveriyoruz. Kol kalınlığında bir su akıyor hortumdan. Boşalan depolarımızı dolduruyoruz. 30 TL para ödüyoruz karşılığında. Motor çalıştırıp demir toplarken rotamız Hamam Koyu.

Koydan çıkar çıkmaz yelkenleri açıyoruz. Cengiz'in trimleri ile yine uçmaya başlıyoruz Yavansu istikametine doğru.


9.4 knot kayıtlara geçiyor. Domuz Adası'nın arkasında sağanak görülüyor. Full arma sağanak zonuna yaklaşırken ana yelkenin iskotası elimde. Motoru çalıştırıyoruz Cengiz'in uyarısı ile. 10 knot hızı gördüğümüzde iskotayı salıveriyorum. Cenova iskotasını da salıp rüzgara dönmek üzere önceden çalıştırdığımız sancak motora gaz verince tekne, iskeleye, rüzgar altına dönüyor. Dümende Ahmet'in gücü tekneyi döndürmeye yetmeyince bağırış ve çağırışlar arasında diğer motoru da çalıştırıp rüzgara dönmeyi başarıyoruz. Cenovayı toplamaya da gücümüz yetmiyor bir süreliğine halatlardan gelen sesler,  halatların ya koptuğunu ya da kopmak üzere olduğunu düşündürecek kadar güçlü. Sonra Cengiz'i dinleyerek rüzgarı arkamıza alarak topluyoruz cenovayı, rüzgara tekrar dönerek indiriyoruz ana yelkeni.
Bir süreliğine kontrolü kaybetmiş olmanın keyifsizliği ile Hamam Koyu'na yöneliyorum. Sağanağa girmeden önce geri dönmeliydim. "Camadan Kaptan" olarak tanımlanan ben, full arma o sağanağa nasıl girdiğime mi yanayım, tekneyi devirmeyi başaramadığıma mı sevineyim bilemiyorum. 30 knot rüzgarda yandan gelen rüzgarla full arma iken tekneyi devirmeden yelken yapabilecek kadar cesaretlenmem tahminen Cengiz'in varlığından  kaynaklanıyor. Cengiz'in yelken yarışlarındaki deneyimi biraz daha az korkmamı sağlıyor. Ama yine de korktuğumu itiraf etmeliyim. Gerçekten bu koşullarda teknenin tehlikede olup olmadığını da sormam lazım birilerine. Ana yelkenin iskota halatının elimde olması bana bir güven verdi. İskotayı boşlar boşlamaz tekne de duruverdi neredeyse. Ama yine de bu, benim tarzım değil.

Kendime sinirlenmiş bir halde Hamam Koyu'na giriyoruz yavaşça. Daha önce buradaki restoran ve iskeleyi görmemiştim. İleride Kapı Koyu'ndaki iskeleye yaklaşıp iskelede bizi karşılamaya gelen gençlerle konuşuyoruz. Usturmaçaları denize değecek kadar indirmemizi söylüyorlar. İskelenin iç tarafına baştan girmemizi söylüyorlar. Kafam çalışmadığı için bu öneriyi, sanki kafadan iskeleye bağlanacakmışız gibi algılıyorum. Kafadan iskeleye bağlanmak istemediğim için kıçtan girmek üzere döndürüyorum tekneyi kendi etrafında. Saniyeler içinde niye kafadan ya da kıçtan kara yanaşacakmışız gibi algıladığımı, iskeleye bordalayacağımızı algılayamadığımı çözüp bir anlık akıl tutulmasını biraz önce yaşadığımız o sevimsiz strese bağlayıp kıçtan yanaşmaya başlıyorum U şeklindeki küçük marinaya. Usturmaçalar sancak bordaya alınıyor, denize kadar indiriliyor. U şeklindeki iskelenin iskele bordamızda kalan tarafında yer kalmamış. Onun hemen dış yanında da yer yoktu zaten. Tornistanda sancak bordamızda kalacak iskeleye yaklaşırken sürekli bastıran rüzgar nedeniyle hedefimi tutturamıyor ve dışarı çıkıp tekrar geri gelmek üzere ileri yol veriyorum. Hesaplayamadığım veya fark etmeyi başaramadığım bir şekilde iskele bordamızda kalan iskelenin en ucundaki yelkenli tekneye o kadar yaklaşıyoruz ki burundaki arkadaşlardan "bas,bas,bas" gibi panik bağırışları duyuyorum. Artık son anda iskele motora verdiğim tornistan sayesinde mi, yoksa tamamen şansa bağlı olarak mı bilemediğim bir şekilde, ellerini iki yana açmış, sadece içinden "yuh yani" dediğini hissettiğim, dışından nezaketi nedeniyle sadece gözlerindeki endişe ile beni izleyen kaptanın yelkenli teknesini çok da iyi göremediğim bir mesafeden sıyırarak küçük limandan çıkıyorum. Bu becerimi görerek endişelenen pruvamızdaki demirde duran katamarana biraz yaklaşarak, yüzümdeki kızarıklığın da hala bastıran rüzgarla sönmesini bekleyerek yeniden tornistan verdiğimde bana yakışır bir şekilde iskeleye yaklaşıp koltuk halatlarımızdan birini iskelede bir süredir bizi bekleyen genç arkadaşlara vermeyi başarıyoruz. Ondan sonrası çok kolay oluyor. Çift motor hafif tornistanda içeriye doğru sokulurken koltuk halatını da iskelede yanaşacağımız yere kadar taşıyor gençler. Arkamızda aborda olmuş tekneye yaklaştığımızda motorları boşa alıp baş ve kış koltuk halatlarını bağlamalarını ve aynı halatlarla iki tane de açmaz almalarını izliyorum ve motorları kapatıyorum. Yüzümdeki kızarıklığın geçtiğini fark ediyor ve mutlu oluyorum. Kabusum oldu Hamam Koyu. Hep öyle hatırlayacağım herhalde. Aslında Cengiz'in önerisine uyup içeriye kafadan girmek hem daha kolay, hem de daha çabuk olacaktı. Herhalde. Ancak kıçtan girersem arkamı daha rahat görürüm ve kaptan köşkünün sancak kıçta olması kıçtan girdiğimde sancağımda kalan bir iskeleye aborda olmamı kolaylaştırır diye düşünmüştüm. Ertesi gün de çıkarken kafadan çıkacağım için daha kolay çıkarız diye de hayaller kurmuştum. Bu hayalimin bir kısmı ertesi sabah tabii ki gerçek oldu. Ama Hamam Koyu'nun beni bu kadar kolay bırakmayacağını henüz bilmiyordum.

Kapı Koyu'nda nihayet bordalamışken...
Benim aborda olduğum iskelenin iç tarafında da tekneler aborda olmuş. Bir katamaran daha geliyor bağlanmak üzere, benim sıyırdığım yelkenlinin bir arkasına, neredeyse belki sığabileceği bir boşluğa girmek üzere. Ama ilk denemesinde o boşluğa sığması mümkün olmuyor. Zaten bir daha denese de sığamayacak. Uçtaki yelkenliyi öne taşıyıp iskelenin sonunda katamaran yer açma teklifini sanırım yelkenli teknenin kaptanı kabul etmiyor. Halatlarla oynayıp bir miktar geriye çekiyorlar yelkenliyi. Açılan boşluğa sığıyor katamaran. Bir süreliğine daha kızarıyor yüzüm, ya da bana öyle geliyor.
Aborda olmuş bir katamarandan iskeleye inmek zormuş. Teknenin bordasında ayak basma oyukları var ama tellere tutunarak güç alırken göremediğiniz bu oyukları ayaklarınızla bulup emniyetli bir şekilde aşağı inmek en azından ilk denemede kolay olmuyor. Sonra alışıyoruz buna da.

Kapı Koyu

Hava kararmadan önce gelen son yelkenli tekneyi de restoranın biraz ötesindeki taşlığa demir attırıp yanaştırıp koltuk halatlarını da alışlarını izleme fırsatımız oluyor.

Sona kalan yelkenli
Akşam yemeği keyifli geçiyor.


Sonrasında uyku da öyle.

8 Ekim 2015, Perşembe

Böylesine bir güzelliğe uyanmak herkese nasip olmaz herhalde. Saat, 7.00.



Restoranı da geçip küçücük kumsala bakan taşlara oturduğumda gördüğüm manzara bu. Banu ve Ahmet de geliyorlar bu güzelliğe şahit olmaya. Ahmet ile biz ayrılırken Banu geride kalıyor yoga yapmak üzere.

Tekneye dönüp kahvaltı zamanı geldi mi kontrol etmek lazım.
Kapı Koyu


Vakit henüz gelmemiş. Öyleyse botu indirip şu kayalığa kadar gitme zamanı. Esma ile kürek çekerek iskelenin içinden çıkıp koy içindeki kayalığa gidiyoruz. Kayalığın üzerine çıkıp fotoğraf çektikten sonra tekrar tekneye geri dönüyoruz.


Kahvaltı teknede. Kahvaltıda iki tekne arasından açmazı kullanarak nasıl çıkacağımızı planlıyorum. Mehmet Erem'in internetteki notlarına bakarak planı netleştiriyorum. Kıçtaki açmazı kullanarak tornistan verince teknenin burnu açılacak, açmazı bırakırken ileri yol verince iki tekne arasından usulca çıkmış olacağız.
Tekneye döndüğümüzde halatları kontrol ediyorum. Herkes hazır olduğunda motorları çalıştırıp baştaki koltuk ve açmaz halatlarını bırakmaya hazırlanırken restorandan yardıma geliyor birisi. "Biz hallederiz" dememe rağmen adam ısrarlı. Baştaki halatları bırakırken Cengiz, emniyet olsun diye kıç koltuk halatını bırakmamayı teklif ediyor. Tornistan verince gerçekten teknenin kafası iskeleden açılıyor. Öndeki tekneyi kurtardığımızdaki kıç koltuk halatını bırakıyoruz. İleri hafif yol verirken keyifli bir şekilde tam iskeleden ayrılıyorken Cengiz'in uyarısı ile duruyoruz. Kıç koltuk halatının devamındaki açmaz çapariz yaratmış. İskeledeki, yardımını istemediğimiz adamın yardımı ile halat, önce usturmaçadan, sonra da iskeledeki aneleden kurtarılıyor ve hafiften ileri yol vererek, dün akşamki yelkenli tekneye de çok fazla yaklaşmadan benim için kabus olan bu iskeleden çıkıyoruz. Rotamız, Ekincik, My Marina. Saat, 09.30.

10.30 gibi Kurtoğlu Burnu'nu dönüyoruz. Motor seyri ile önce Dişibilmez Burnu'na rota tutuyoruz.






Katamaran, hafif dalgada bile baş kıç yaparak gidiyor. Ama, artık alıştık, rahatsız olmuyoruz. İkinci günden beri, Ümit Ağabey'in önerisi ile uzun yolda tek motorla gidiyoruz. Çift motorla bir knot daha hızlı gidip saatte 10 litre mazot yakacağımıza, tek motorla bir knot daha yavaş gidip çok daha az mazot yakacağımızı söylemişti Ümit Ağabey.
Saat 14.30 gibi Ekincik Körfezi'ne giriyoruz. Hemen karşıda gözümüze çarpan Karaçay Koyu'na 5 metreye demir atıyor, alargaya bırakıyoruz teknemizi.

Ekincik Koyu girişinde solda Karaçay Koyu

Bu hafta, daha öncesinde hiç yaşamadığımız kadar kara sinekle haşır neşir olduk. Bu koyda bu sorun, pik yapıyor. Ama deniz muhteşem. MyMarina da hemen karşımızda zaten. Yerimiz rezerve. Öğle yemeğini bu koyda yiyoruz.

Küçükçay Koyu


Bolca dinlendikten sonra, MyMarina'ya rezervasyon yaptırmak için telefonlaştığımız görevlinin "en geç saat beş, beş buçuk gibi  bizde olun, kalabalık bir filotila geliyor" tavsiyesini fazlasıyla dinleyip 16.00 gibi demiri topluyoruz. Yarım saat olmadan MyMarina'dayız. Her zamanki gibi botla gelip tonozu almamıza yardımcı oluyorlar. Nispeten boş bir iskeleye, 54 feetlik bir yelkenlinin sancağına sakince yanaşıyoruz. İskeleye iyice sokulup halatları elimizle veriyoruz iskeleye neredeyse. İkinci tonozu da Suat ve Ümit Ağabey bağlıyorlar. İskelede son derece kibar bir dille bize yardımcı olan görevliye pasarellayı uzatıp motorları kapatıyoruz. Hamam'daki kabustan sonra bu yanaşma bana iyi geliyor. 150 TL bağlanma parası verince mutluluğum bir miktar azalıyor.



My Marina ve Ekincik Koyu

Cengiz ile Ayşen hemen keşfe çıkıyorlar biz elektrik ve su bağlantılarını yaparken.





İskeleden denize girip sonra duşa gidenlerimiz oluyor. Cengizler yukarıdan akşama ayırttıkları masamızın resmini gönderiyorlar.


Hava kararırken yavaştan restorana çıkma hazırlıkları tamamlanıyor. Çok şık bir restoranda yemek yiyeceğiz bu akşam.


Elit bir hizmet karşılığında Göcekteki koylarda ödediğimiz hesabın iki katını ödüyoruz ama herkes çok memnun kalkıyor masadan. Dik yokuştan tekneye inerken hoparlörlerden ilk defa adını duyduğum bir şarkıcı, Marc Aryan, ilk defa duyduğum bir parçayı seslendiriyor: "Kalbin yok mu senin?"


9 Ekim 2015, Cuma
Evettt, yine bir yelken haftasının son gününe uyanıyoruz, hafiften hüzünlü bir şekilde. Marinanın tertemiz ve özenle düzenlenmiş tuvaletlerini kullandıktan sonra bir süreliğine manzaraya bakma fırsatı yaratmak şart oluyor.





Sabah teknede kahvaltı yaparız diye konuşmuştuk akşam yemeğinde. Ancak benim içim kıpır kıpır, bir an önce marinadan çıkıp karşıdaki kıyılara gidelim, hem denize girelim, hem kahvaltı yapalım diye. Ekibin bir kısmı uyanmamışken uyanmış olanlarla mutabakata varıp motorları çalıştırıyor, tonoz ve koltuk halatlarını bırakıp usulca çıkıveriyoruz marinadan. Hedef, Küçüksemizce Koyu.

Ama üşengeçlikten yine Küçükçay Koyu'na girip demiri bırakıyoruz 5 metreye. Yeni uyananlar "ne oluyor yahu" diyemeden denize girmeye ve kahvaltıyı hazırlamaya başlıyoruz.

Kahvaltı sonrası demiri toplayıp Kadırga Koyu'na doğru rota tutmak üzere bir kez daha Ekincik Koyu'na veda ediyoruz.

Ekincik Koyu'na veda


Saat 11.30 gibi Kadırga Koyu'na giriyoruz. Girişte dipte sancağımızda kalan küçük kumsala doğru yaklaşıp demir bırakıyoruz 7-8 metreye. 25 metre de kaloma bırakıp rüzgarın bizi döndürmesinden sonra motoru kapatıyoruz. Öğle yemeğinde buradayız.

Denize de giriyoruz ama pek keyfimiz yok, tatilimiz bitiyor artık. 14.00'e doğru demiri toplayıp koydan çıkıyor ve hemen yelken açıyoruz. Her zamanki gibi tremolalar ile boğaza yaklaşmak gerekecek ama full arma gidebildiğimiz kadar gidip tremola atmadan önce rüzgar bayağı arttığı için camadan vurmak yerine yelkenleri indiriyoruz. Netsel'e kadar motorla gidip mazot kuyruğuna giriyoruz. Yarım saatten daha fazla bekledikten sonra sıra bize geliyor ama o boş yere nasıl gireceğiz bakalım. Sancak başomuzluğumda kocaman bir gemi, önünde bir teknelik boş bir yer, bir sonrasında bir katamaran daha. KAtamaranın mürettebatı, mazot deposunun kapağını çekiç kullanmak dahil hiç bir yöntemle açamadıkları için orada uzun bir süredir yer işgal ediyorlar. Katamaranın kıçına doğru iyice yaklaşıp önden koltuk halatını iskeleye vermeyi başarıyoruz. Kıç koltuk halatını da Ümit ağabey metrelerce uzaktan öyle bir fırlatıyor ki, bana hayranlıkla bakmak, iskeledeki görevliye de halatı tutup bizi çekmek kalıyor. Kolayca yanaşıverdik o, tam bir teknelik boşluğa. Darısı, Yüksel Yatçılık Pontonu'na.
"Yüksel Yatçılık, 300 TL'dan daha az mazot faturasını kabul etmez" diyen benzin istasyonu görevlisi, ilk mazot depomuza zorla biraz daha mazot koyuyor, 320 TL'ı buluyoruz zorlayarak. Tek motor kullanmanın faydasını görüyoruz, beklediğim kadar fazla mazot sarfiyatımız olmamış. Borcumuzu ödeyip iskeleden ayrılma zamanı. Önümüzdeki katamaran daha yeni mazot almaya başladı. Arkadaki gemi de sanırım geçen seneden beri burada. Yine baştaki açmaz halatın üzerine giderek, bu sefer kıç açma çalışması yapma zamanı. Sancak başomuzluğa bir usturmaça daha koyarak ileri yol verdiğimizde teknenin kıçı yavaş yavaş iskeleden ayrılıyor. Çok sevdim ben bu manevrayı. Arkamızdaki gemiden tamamen kurtulduğumuzda çift motora tornistan verirken açmazı da bıraktığımızda iskeleden ayrılmış oluyoruz. Şimdi sıra son yanaşmada.

Yüksel Yatçılık Pontonu'nda bir hafta önce çıktığımız yere bağlanmamız gerekiyor. Olduğum yerde dönerek kıçtan kara yaklaşıyorum pontona güzelce. Murat kılını kıpırdatmadan "olmadı" bakışı fırlatıyor. Ponton başındaki malzeme kulübesine değil bir tekne eni daha ileriye yanaşmam gerekiyor, bağlı yelkenlinin iskele bordasına. Biraz ileri yol verip iskeleden ayrılınca rüzgar bizi yavaş yavaş o tekneye doğru yanaştırınca benim sadece bir miktar tornistan vererek iskeleye yanaşmam yeterli oluyor. Koltuk halatlarını elimizle veriyoruz iskeledekilere. Tonozu da sıkıca geriyoruz, ancak pasarellanın boyu yetmiyor. Tonozu yarım metre daha boşladıktan sonra koltuk halatlarının da boşunu alıp motorları kapatıyoruz.

Ve, işte bitti. Talia, bir katamaran, hayatımda ilk kez adımımı attığım katamaran, bizi bir hafta boyunca taşıdı, konfor ve bir sürü yaşam alanı sundu, yelken performasına parmak ısırttı, sağ salim geriye getirdi. Tüm acemiliklerime rağmen bunu sadece bir, hadi bilemedim iki kere yüzüme vurdu, bana pek çok şey öğretti, sonuçta kendisini bana çok sevdirtti. Tekne bir kez olsun yan yatmadı. Orsa seyrinde yüreğim pır pır etmedi. Sanki mavitur guletindeymiş gibi bir önde, bir arkada, ister içeride, ister dışarıda, çıkabilirsen tepede, çıkamazsan önde hamaklarda, ya da pruvada, başomuzluklardaki birer kişilik seyir koltuklarında bize çok çeşitli boş alan yarattı. Teşekkür ederim Talia.

Talia

Ümit Ağabey'in dediği gibi "ilk defa bu kez, bir hafta boyunca hiç kimse eldiven giymedi". Birbirine bu kadar keyifli kucak açan, hafta boyunca bir diğerinin keyfine keyif katan 9 kişi, herbirinize kucak dolusu teşekkürler.



5 yorum:

  1. Tayfuncum, çok güzel bir gezi olmuş...
    Yazı güzel ama sizden duymak isteriz... :)
    Fotograflar ve videolar da süper...

    Sevgiler..

    YanıtlaSil
  2. Tayfun korsanım, süper anlatım. Keyifle okudum, anılarım canlandı. Paylaşım için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Her zamanki gibi cok keyifle okudum. Paylasimlariniz icin tesekkurler

    YanıtlaSil