Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

2 Nisan 2010 Cuma

KIRKLI YAŞLARDAKİ ARAYIŞLARIM (3)

SCUBA

Yıllar öncesinde başlar scuba merakım. 40’lı yaşlarıma ilk girdiğim yıllardan birinde, birdenbire dalgıçlığı merak eder oldum. “Acaba suyun altında neler var, ben onları görmeyi becerebilir miyim?” diye kendimi sorguladığım, ama bu sorgulamayı neden yaptığımı da merak etmediğim bir dönemde buldum kendimi. Ben, denizi seven, suyu seven bir adamım. İleride yelkene sevdalanacağımı bilmedim bir dönem daha. Ama niye denizin altını merak eder olduğumu şimdi hatırlayamıyorum. Garibim, Esma da (eşim olur kendisi) bu merakın neresinden tutacağını bilemez bir halde, takılmış benim peşime, kendimizi bir dalış merkezinde bulduk bir cumartesi sabahı. Spor salonunun karşısındaki sokaklardan birisinde bir spor klubüne girdik. Kendimizi tanıttık, yeni gelişiveren merakımızdan bahsettik. Korkularımızdan da bahsetmeyi ihmal etmedik tabii. Nelerden mi korkuyoruz? Aslında ben korkuyorum. Kulağımdan korkuyorum bir kere. Çocukluğumda kulak iltihabı geçirmişliğim var. Kulak zarım ne kadar sağlam bilmiyorum. Hani, sağlık raporu almak kolay, kulak burun boğazcı arkadaşlarım var. Kırmazlar beni biliyorum. Ama kulak benim kulağım ve suyun altında basınç artışı nedeniyle yırtılmaya alışmış kulak zarımın patlayıvereceği tutabilir. Rapor ne yapsın bu durumda? Aslında bu da değil beni korkutan. Suyun altında canavarlar var ben biliyorum. Bunlar Müren kılığında olabiliyorlar, vatos balığı şekline girebiliyorlar, adresini şaşırmış bizim dalacağımız sulara misafirliğe gelmiş köpek balıkları olabiliyorlar. Ben, asıl bu canavarlardan korkuyorum, ama Esma’ya söylemiyorum. Kızcağız zaten beni yalnız bırakmamak adına takılmış peşine, korkularımı paylaşırsam hem kursu, hem beni bırakabilir. Delikanlı adam korkmaz aslında deyip giriyorum içeriye. Kurs tarihleri bize uymuyor hatırladığım kadarıyla ve biz bir süre sonra yeniden görüşmek üzere ayrılıyoruz bu sualtı dünyasından.


Daha sonraki sohbetlerimizde eşimin de buna benzer endişeleri olduğunu, kendini pek de güvende hissedemeyeceğini öğreniyorum. Uzun bir süreliğine bu eğitimi beynimizden çıkarıyoruz. Ta ki, ben yelken öğrenmeye karar verene dek.


Yıl 2008, yelken sevdasının beni kasıp kavurduğu günler, aylar, zamanlar. Aniden “ben yelkenci olacaksam, bir gün kendi teknemi kendim kullanacaksam, suya dalmam da gerekecek. E, eğitim şart. Ben bu işin eğitimini almadan suya bir metreden daha fazla dalmam. Öyleyse dalgıçlık kursu şart oldu” deyip önce kendimi, sonra Esma’yı kandırıyorum. Ama yine de iç motivasyonumu belirli bir düzeyin altında tutup icraat aşamasına gelmesini günbe gün engelliyorum.


Ne zamana kadar? Aytekin ağabey (Prof.Dr.Aytekin Altıntaş) bir akşam beni arayıp “Pazar günü hızlandırılmış bir scuba kursu ayarladık. Ben varım, Sadi, Bülent, Derya ve Deniz var. Gelir misiniz” deyinceye kadar. Cevabımı vermem birkaç saniyemi alıyor “Tabii ki geliriz ağabey”.


Ayrıntılar hafta sonuna doğru netleşiyor. Ayhan Veziroğlu hoca ve ekibinden, hepimiz doktor olduğumuz için bize uyarlanmış, biraz hızlandırılmış ve bir güne sığdırılmış teorik eğitim ardından aynı gün akşamüstü havuz eğitiminin ilk aşaması alıyoruz. Bugün ne günlerden? Salı.


Psikolojik olarak hazırlanmamız için yeterli bir süre var önümüzde. Teorik eğitimde iddialıyım, beni korkutmuyor. Fizik kuralları, oksijen, hava ve hatta helyuma aşinayım. Boğulmak, vurgun terimleri bana yakın, mesleğimin sınırları içinde. Pratik eğitim de havuzda, köpek balıkları, vatoslar ve mürenler havuzda yaşamıyorlar, biliyorum, en azından bizim üniversite havuzumuz için kesinlikle eminim bundan. Ekip de hep tanıdıklardan oluşuyor, e daha ne isteyeyim.


Pazar gününü iple çekiyorum. Kursun yapılacağı yeri Aytekin ağabey tarif ediyor. Bir kulağımla dinleyip kafamdaki adresi tarife oturttuğum için önce kendimizi yıllar öncesinde gittiğimiz o mekanın önünde buluyor ve eşimin (bu işlerime alışık olduğu için) her zamanki önerilerinden biri olan “Aytekin ağabeyi bir ara da sor bakalım nereyi gideceğimizi” önerisine kulak vermeyi mantıklı buluyorum. Saat 09.30. Kurs başlama saati de öyle. Telefon ediyor ve Aytekin ağabey’i bu kez can kulağı ile dinliyorum. Ordu caddesindeymiş yer. Sonra birkaç kez daha telefon ederek cadde üzerindeki, balkonunda kocaman bir balıkadam maketi bulunan, balkona çıkıp el sallayarak kendisini bize göstermeye çalışan Aytekin ağabeyi, benden önce Esma’nın görmesine de aldırmayarak eğitim alacağımız yeri bulup karşı kaldırımına arabayı park ediyorum.


Minnacık bir eski Adana evi. Kapısını itip içeri girdiğimizde bir merdiven ve ötesinde bir bahçe ile karşılaşıyoruz. Yukarı çıkan merdivenin basamaklarını tırmanıp Aytekin ağabey ile Ayhan Veziroğlu’na merhaba diyoruz. Derya ve Deniz ile hasret giderdikten sonra Sadi ve Bülent de aramıza katılıyorlar. Bir de Mersin’den plastik cerrahide bir asistan arkadaş var grubumuzda.


Çok hoş bir seminer odasına alıyorlar bizi. Duvarlarda sualtında çekilmiş resimler, kocaman bir deniz mantarı, barkovizyon, kolçaklı sandalyeler, şiddeti ayarlanabilen tavan lambaları, genç ve dinamik bir eğitmen. Orçun Nazik diye tanıtıyor kendini. Hayatımıza eğitmen olarak giren ikinci Orçun diye düşünmekten kendimi alamıyorum bir an. İlki tango hocamız.


Orçun hoca, ekibini ve kendisini tanıtıyor önce. Kendisi, Boğaziçi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği mezunu. Yıllardır dalıyor ve bir süredir de scuba eğitmenliği yapıyor. Ayhan Veziroğlu da yılların dalgıcı ve dalgıç eğitmeni. Bengisu Nazik, Rana Yaycıoğlu, Özgür Yaycıoğlu ve Eray Gök de diğer eğitmenler. Bugünkü teorik ders yükümüzden Orçun sorumlu. Sonra çaylarımız geliyor bir ara. Olumlu eğitim ortamı. Ben de eğitici eğiticisiyim ya, o ayrıntılara takılıyor gözüm ister istemez.


Klubümüzün adı, Çukurova Sualtı İhtisas ve Susporları Klubü. CMAS (Confederation Mondiale des Activities Subaquatiques) sertifikası vereceklermiş bize, başarılı olursak. Tek yıldızlı dalgıç olacakmışız kursu bitirince. 20 civarında dalış yaptıktan sonra iki yıldız, bir sonraki aşamada ise 3 yıldız alınıyormuş. Biz suyun altına bir bakıp çıksak yeter bize. Ama mümkünse vurgun yemeden ve canavarlar tarafından yenilmeden.


Eğitime acayip hazırım, motiveyim. Ne verirlerse alıyorum, çay dahil. Dersler çabucak bitiyormuş gibi geliyor bana. Orçun’un performansı müthiş. Scuba tanımlamasının aletli dalış anlamına geldiğini öğreniyoruz önce. Sportif amaçlı dalışların 18 metreye kadar olduğunu öğreniyoruz. Aslında bu sınır bir yıldızlı dalgıçlar için. 42 metreye kadar sportif dalış yapılabiliyor.


İlk iki derste fizik kurallarını hatırlıyoruz. Lisede okuduğumuz pek çok fizik kanunu burada karşımıza çıkıyor. Kaldırma kuvvetinin fazla olduğu durumlarda pozitif yüzerlik kazandığımızı, suyun kaldırma kuvvetinden daha ağırsak negatif yüzerlik kazandığımızı, yani battığımızı, ama genellikle suyun altında belirli bir seviyede, yani nötr yüzerlikte kalarak etrafı seyredebileceğimizi öğreniyoruz. Kesinlikle dibi süpürerek yüzmüyoruz. Sualtı florasına zarar vermemek, kendimizi de yaralanmalardan korumak bunun amacı.


Denizde her 10 metre derinlikte 1 atmosfer daha üzerimize yük biniyor. Yani deniz yüzeyinde iken 1 atm. olan basınç, 10 metre derinlikte 2 atm., 20 metre derinlikte 3 atm. oluyor.



Boyle Mariotte kanununu hatırlıyoruz bir kez daha. Derinlere indikçe üzerimizdeki basınç artışının küçülebilen hacimleri de küçülttüğünü, örneğin deniz seviyesinde yaklaşık 6 litre ise akciğer hacmimiz, 10 m.de yarıya düştüğünü, 20 metrede 2 litreye düştüğünü, 30 metrede ise 1 litreye düştüğünü görüyoruz slaytlardan. Bu bilgi bizi ürkütmüyor. Ama yüzeye çıkışta bunun tersinin de gerçekleştiğini, 30 metrede 1 litre olan akciğer hacmimizin yükseldikçe artmaya başlayacağını, deniz yüzeyine çıkarken eğer nefesimizi tutarsak yüzeye yaklaştığımızda akciğerlerimizin patlayabileceğini de öğreniyoruz. Kursa devam etmesek mi acaba? Bu bilgi, derinlere indiğimizde hacmi küçülen ancak yoğunluğu artan havayı soluduğumuzdan derinlerde hava tüketiminin daha fazla olacağı bilgisini de kazıyor dağarcığımıza.


Fizik kanunlarından Dalton kanununa geliyor sıra. Belirli bir gaz karışımının içindeki gazların basınçlarının toplamına eşit gaz karışımının basıncı. Derine daldıkça soluduğumuz tüp içindeki gaz karışımlarının oranı değişmese de basınçlarının değiştiğini, örneğin 3.2 atmosfer basınc ulaşıldığında azot narkozu gelişebileceğini öğrendiğimizde bu derinliğe mahsus dalış gezisi düzenlemeye karar veriyor bazılarımız. Azot narkozunun belirtileri arasında, keyif artışı, rahatlama, öfori var. Bu belirtiler 2-3 metre yükseldiğimizde kayboluyor. Öyleyse yeterli derinlikte kafayı bulup sonra birkaç metre yükselerek kendimize geleceğimiz, böylece alkol tüketiminin zararlı etkilerinden kurtulacağımız bir dalış hayali, azot narkozuna giren kişinin daha derinlere gitmeyi tercih ettiği, ya da aslında herhangi bir şeyi tercih edebilecek muhakemesinin kalmadığı, hayatının dalış arkadaşının kendisini gözlemleme yeteneğine bağlı olduğu gerçeğini öğrenmemiz ile suya düşüyor.


O zaman azot içermeyen tüplerle dalalım dediğimizde de 1.6 atmosfer basınçta %100 oksijen (- 66 metre falan) soluyan kişilerde oksijen zehirlenmesi gelişebileceği bilgisini hatırlatıyor hocamız. Fantezilerimizi bir kenara bırakıp Fizik kanunlarına geri dönüyoruz.


Aklımızda bu dersten kalan en hayati bilgilerden birisi, suda yüzeye doğru yükselirken ağzımızdan çıkan en küçük hava kabarcığından daha yavaş yükselmemiz gerekliliği.


İkinci derste dalışta kullanılan malzemeleri öğreniyoruz. Maskenin su altında buğulanmaması için en etkili buğu gidericinin tükürük olduğunu, paletlerin arkası açık ya da kapalı olabileceğini, kalçadan ve dizleri bükmeden palet vurulması gerektiğini, şnorkele genellikle gerek olmadığını, balık adam elbiselerinin neopren kumaştan yapıldığını ve azot kabarcıkları içerdiğini, bu nedenle suda yüzerliğimize bir miktar katkıda bulunduğunu, 10 derecenin altındaki sularda dry suitlerin wet suitlerden daha uygun olduğunu, 12 oC’nin altında başlık kullanılmasının uygun olacağını öğreniyoruz. En etkileyici bilgilerden birisi ise sırtımızdaki hava tüpünü taşıyan ve o tüpten aldığı hava ile şişebilen veya sönebilen bir yelek giydiğimiz bilgisi oluyor. BCD deniyor buna. Tüm bu donanımla batmanın mümkün olmadığını, batabilmek için belimize ağırlık takmamız gerektiğini öğreniyoruz.


Sırtımızdaki içi 200 bar hava ile dolu 12 litrelik tüpün içindeki havayı 10 bara düşüren regülatör, dalıştaki en önemli malzemelerden birisi. İki kademeden oluşuyor ve ikinci kademede basınç, ortam basıncına kadar düşürülmüş oluyor. Regülatörden dört hortum çıkıyor. Biri solumamız için kullandığımız ağızlığa (maps) geliyor. Bir diğeri yedek ağızlığa gelen, rengi diğerinden farklı olan hortum, üçüncüsü tüp içindeki havayı gösteren basınç göstergesi ve derinlik göstergesi ile sonlanırken dördüncü hortum, yeleğimizi şişirip indiren hortuma bağlanıyor.


Ağırlık kemerimizin tek elle açılacak şekilde kilit mekanizmasının olduğunu öğrenmek beni azıcık geriyor. Sualtında böyle bir gereklilik olabileceği gerçeğini hatırlattığı için olsa gerek. Sonra sualtı bıçağını, mümkünse iki tane olmak üzere, bacağımızın iç tarafına takacağımızı öğreniyoruz. Dalış tüplerinin çelik veya alüminyum olabileceğini, her 5 yılda bir hidrostatik teste tabii tutulduklarını öğreniyoruz. Dalışta, tüp içinde 50 bar hava kaldığında sudan çıkmamız gerektiğini söylüyor Orçun hoca.


İki ders sonrasında bahçeye davet ediyorlar bizi. Kahvaltı hazırlanmış. Biz kahvaltımızı etmiştik, çay içiyoruz bir bardak daha. Ama Sadi’yi tutabilene aşk olsun. Orçun hoca, merdivenden şöyle bir bakıyor tabloya, “ben aç değilim” deyip daveti geri çeviriyor. Sadi, Orçun hocanın kızarmış sosislerini de silip süpürüyor. Bahçede bir ağaç var, sahibinin ara sıra gelip sevdiğini öğrendiğimiz. Bir jeneratör gibi bir şey var, üzerinde “lütfen girmeyiniz” yazısı bulunan bir depo var, bir kenarda da lavabo ve çay ocağı. Kısa bir sohbet sonrasında yeniden yukarı çıkıyoruz.


Dalış kurallarına giriyoruz bu derste. “Buddy” (dalış arkadaşı) kavramı ile tanışıyoruz. Dalışta suya girmeden önce BC’nin tam şişirilmesi gerektiği, baş suya girince kulak dengeleme işleminin başlatılması gerektiği, dikine, ayaklar aşağıda batmamız gerektiği, yükselirken ise paletle çıkılacağı, nefesin ise asla tutulmayacağını hatırlıyoruz. Sudan çıkarken de önce belimizdeki ağırlık kemerini, sonra B.C ve tüpü vermemiz gerektiğini öğreniyoruz.


Acil durumlara geliyor sıra. İlk kural “Sakin ol, yüzerliğini sağla”. Regülatör hep ağızda olacak. Yardım ve kurtarma konusundaki bilgiler azıcık geriyor bizi, ama öğrenmemiz şart. Dördüncü derste sualtı fiziğine giriyoruz. Sualtında cisimlerin olduğundan % 33 daha büyük, % 25 daha yakın görüldüklerini hatırlıyoruz. Enteresan bir bilgi, sesin suda havadakinden 4 kat daha hızlı yayıldığı. Bu nedenle sesi çok kolay duymakla birlikte iki kulağın sesi algılama hızının birbirisinin aynı olduğundan sesin nereden geldiğini tahmin etmenin mümkün olmadığını öğreniyoruz. Denizlerimizde görülen sualtı canlılarını hızla bir görüp dalış hastalıklarına geçiyoruz. Vurgun diye bilinen hastalığın iki t ipinin olduğunu, Tip-I’de eklemler ve cildin; Tip-II’de ise santral sinir sistemi ve diğer sistemlerin tutulduğunu hatırlıyoruz. Vurgun belirtilerinin % 60, ilk 30 dakikada, % 20, ilk 6 saatte, geri kalan % 20’sinin ise ilk 24 saatte çıktığını öğreniyoruz. Suda belirli bir derinlikte kalma sürelerimizin önceden belirlenmiş olduğunu, PADI isimli bir organizasyonun bu limitleri belirleyerek dalgıçlar için tablolar hazırladığını söyleyen Orçun hoca, bununla ilgili çalışmalar yaptırıyor bizlere. Örneğin 20 metrede en fazla 45 dakika kalabileceğimizi, bu süreyi geçmişsek 5 metre derinliğe yükseldikten sonra 8-15 dakika kadar bu seviyede kalıp dekompresyon yapmamız gerektiğini görüyoruz. Bu süreler, 30 metre için 20 dakika, 40 metre için 9 dakika.


Bu dersten aklımızda kalan en önemli bilgiler; dalışın ciddi ve profesyonel düzeyde bir hazırlık ve planlama aşamasının olduğu. Eğer kurallara uyulursa çok emniyetli bir spor olduğu da bir diğer bilgi.


Akşamüstü üniversitenin havuzunda saat dört gibi buluşuyoruz. Adrenalin düzeyi hat boyutta. Havuz kenarında regülatörler, BC.ler, dalgıç elbiseleri, maske ve paletler renk renk, sıra sıra yatıyorlar. Bedenimize uygun elbiseleri Ayhan hoca veriyor elimize tek tek. Maske, içinde biraz vakum oluşturunca yüzümüzden düşmeden kalacak tipte olacak. Paletler benim için 41-42 numara. BC.ler medium. Tüpler hiçbir zaman dik durmayacak, her zaman yatık olacak, emniyette olmasına dikkat edilecek.


Kıyafetlerimizi giydikten sonra belimize 8 kiloluk ağırlık kemerini takıyoruz. BC.lerimizi de giyiyoruz hocamızın yardımı ile. Suya girmeden önce şişiriyoruz iyice. Kızları Orçun hoca, bizi ise Ayhan hoca alıyor. Havuzun kenarına geliyor ve oturuyoruz. Maskelere buğu giderme işlemi uygulanıp yüze takılıyor. Manometre kontrol ediliyor, 150 barı gösterdiği görülüyor. Paletler ayağa giyilmiş, ayaklar suya sokulmuş, yandan kayarak suya gireceğimiz o ilk anı bekliyoruz. Ve o ilk an. Sola doğru yan dönerek kendimizi suya bıraktığımız an. Ayaklar yere temas ettiğinde su derinliği 1.50 m. Sorun yok. Ağzımızda maps’ler soluk alıp veriyoruz. Çalışıyor, çok şükür. Herkes suya girdiğinde dizlerimizin üzerine çökecek şekilde suya batırıyoruz kendimizi, BC’lerimizdeki havayı indirerek. Suyun içinde nefes alıp vermek enteresan bir deneyim. Bazılarımızın bu ilk deneyimden benim kadar keyif almadığını, hemen başlarını suyun üzerine çıkararak ağızlarından atmosfer havası solumaya başladıklarını öğreniyorum sonradan. Sonrasında onlar da alışıyorlar.


Çalışmamız gereken manevralar var suyun altında. Önce el işaretleri ile anlaşmayı beceriyoruz. Hoca sık sık “iyi misin” anlamında bir el işareti kullanarak nasıl olduğumuzu soruyor. Baş parmak ve işaret parmağımızı yuvarlak yapıp diğer üç parmağımızı da dikine yukarı doğru uzatıp “iyiyiz” yanıtı veriyoruz. Maskeden su çıkarma çalışması var sırada. Sualtında iken maskeye su girmesi durumunda görüşümüz bozulacağı için bu işi su yüzüne çıkmadan suyun altında yapmamız gerekli olacağından bu işlemi öğreniyor ve başarı ile uyguluyoruz. Bu çalışmayı bir kez de maskeyi tamamen çıkarıp sonra yeniden takıp içindeki havayı çıararak da yapıyoruz. Sonra, regülatörden gelen hava hortumunu ağzımızdan çıkarıp gözümüz kapalı iken kolumuzla bulup ağzımıza yeniden yerleştirme çalışması var sırada. Dizlerimizin üstündeyiz. Önce sağa ve öne doğru eğiliyoruz birazcık. Sağ kolumuzu açıp arkadan öne doğru yarım bir daire çizdirerek getirirken iki hava hortumu takılıyor kolumuza. Siyah olanını tutup ağzımıza getiriyor ve hava almaya başlıyoruz. Bu da tamam. Ardından palet kullanma çalışması. Paletler kalçadan vurulacak, dizler bükülmeyecek, yavaş ve sakin olunacak. Ayhan hoca önce kendisi gösteriyor, sonra sıra bize geliyor. Nötr yüzerliğimizi sağlayıp, yani BC’deki havayı gerektiği kadar indirip havuzun tabanına yapışmadan ama yüzeye de çıkmadan belirli bir derinlikte yere paralel olmayı başarıp palet çırpıyoruz sonrasında. Hiç de öyle kolay olmadığını görüyoruz. Denge tutturmak zor. Yere paralel gitmek en azından benim için mümkün değil. 2 metreye kadar gidip geri dönüyoruz.


Ardından 5 metreye ineceğimiz an geliyor. Yavaş yavaş palet vurarak önce 2 metrelik alan, sonrasında da 5 metrelik alanın sınırına gelip duruyoruz. Hoca el işaretleri ile bizi sırayla alıp aşağı indireceğini anlatıyor, heyecanla beklemeye başlıyoruz. Hem kulağımızı dengelememiz lazım sık sık, hem de maske içinde burundan hava vererek maske içinde gereğinden fazla vakum oluşmasını önlememiz. En korktuğum anlardan birisi bu. Sıra bana geliyor. Kulaklarım bu deneyimi kaldırabilecek mi acaba? Burnuma verdiğim hava ile sağ kulağım hemen açılıyor. Sol kulağım ise biraz beni endişelendirip sonrasında açılmaya karar veriyor. Çok şükür. Sorun yok. Hocanın gözleri gözlerimde, elleri ellerimde dizimin üzerinde 5 metreye doğru inen o tatlı meyilde derinlik kazanıyorum. Kısa bir süre sonra ise 5 metrede dizlerimin üzerindeyim. Boğulmuyorum, yaşasın. Panik atağım da yok. Hoca bizleri eşleştiriyor sualtında. Aytekin ağabey benim “buddy”m oluyor. Birbirimizi gözeteceğiz sözde. Havuzun dibinde saatin aksi yönde yüzmemizi istiyor hoca. Eller karında, vücut yere paralel, belirli bir derinlikte kalmayı becererek döneceğiz inşallah. Bu arada birbirimize de mukayyet olacağız. Bunların hiç biri mümkün olamıyor. Aytekin ağabeyi kaybediyorum önce. Sonra da kendimi. Bir suyun üstüne doğru yaklaşırken buluyorum kendimi, bir havuzun tabanına yapışmış halde. Çok komiğime gidiyor. Yere yapışmış, sırtında tüp, paletleri yere çarptığı için kullanamayan bir dalgıç. BC’e hava verince bu kez bir miktar yükseliyorum. Ama Aytekin ağabeyi aramak için başımı kaldırdığımda, ya da biraz kuvvetli palet çırptığımda yukarı doğru gidiyorum. Bu hengamede olaya tam vakıf olamadan bu çalışma bitiyor. Ben ne havuz dibindeki turumu tamamlayabildim, ne nötr yüzerliğimi sağlayabildim. Ama hiç olmazsa panik atağım olmadı, kulaklarım sorun çıkarmadı diye keyifliyim.


Geri dönüyoruz, havuzun sığ tarafına. Önce kemerler çıkarılıp havuz kenarındaki arkadaşlara veriliyor. Sonra BC ve sırtımızdaki tüpten kurtuluyoruz. Ardından havuzdan çıkıp palet ve gözlüklerimizi de verip malzemelerimizi sökmeye başlıyoruz. Regülatörler tüplerden çıkarılıyor, tüpler yere yatırılıp bir kenara konuluyor. Kıyafetimizi de çıkarıp mayo ile kaldığımızda bu akşamın eğitimi bitmiş oluyor. Ardından duş, giyinme, malzemelerin minibüse taşınmasına el veriş ve eve gidiş. Eğitimin geri kalan bölümü Çarşamba akşamı, yine bu havuzda.


Kulaklar dolu, yanımızdakini zor işitir bir şekilde ama çok mutlu, keyifli olarak eve doğru direksiyon sallıyoruz.


2008 Eylül

2 yorum:

  1. ben de korkuyorum bu işten. Ama zevkli görünüyor

    YanıtlaSil
  2. ya bende dalış öğremek istiyorum ancak şu sizin yazıyı okuyunca baya bi korktum:( ben ne anlarım fizikten ya uffff anlasam zaten doktor olordum dimi hepsini aklınızda nasıl tuttunuz acabamail adresim sultanibis@gmail.com kolay gelisn size

    YanıtlaSil