Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

14 Ekim 2009 Çarşamba

BÜYÜK LORUT TIRMANIŞI



10-11 Ekim 2009

En az 2 ay kadar önce, Yunus ağabey'in Pozantı'daki yayla evinden gördüğü dağlardan biri olan, Büyük Lorut'a çıkmaya karar verilmesi üzerine tarihini, bayramın ve bizim yelken haftamızın ötesinde, 10-11 Ekim olmasına karar vermiştik.
7 Ekim Çarşamba günü, her zamanki buluşma yerimiz olan Necdet'in yerinde rakı-balık lezzetinde toplanıyoruz. Katılım az: Yunus ağabey, Nazan, Esma ve ben. Akşamın ilerleyen saatlerinde grup maçlarından birisini bitiren Serdar da aramıza katılıyor.
Aslında iki gece kamp yapmamızı gerektiren bir program, ancak bizim cuma günü izin almamıza imkan yok. O nedenle cuma akşamı Yunus ağabeylerin yayla evinde buluşulacak, cumartesi sabah kısa bir yürüyüş ile ısınılacak, sonra 10-11 gibi Çamardı'na gidilerek rehberle buluşulacak.
Pazar günkü yürüyüşümüzün yaklaşık 10 saat süreceğini öğreniyoruz. Öyleyse bir sabah kahvaltısı, bir de öğle yemeği için hesap yapılması gerekiyor. Cumartesi günü kamp yerine kadar yürünecek. O gün için öğle ve akşam yemeklerinin bir öğün olmasına karar veriyor ve ikmal için hesabımızı buna göre yapıyoruz.
Gece, rakının verdiği rehavetle erken bitiyor. Ertesi gün, yine iş. Ameliyatlar. Bir sonraki gün yine iş, ameliyatlar. Bizim için cuma akşamı işten zamanında çıkıp hazırlanıp Pozantı'ya gitmek mümkün olamıyor. Yoğun bir yol hazırlığı, iki sırt çantası, iki büyük sırt çantası, uyku tulumları, matlar ve yastıklarla gece 11 gibi bitiyor. Yatıyoruz.
Cumartesi sabah erkenden kahvaltımızı yapıp heyecanla yola koyuluyoruz.
Yunus ağabey, yolda iken arıyor bizi. Pozantı'da Doğan tesislerinde buluşulacak. 9.30 gibi Doğan tesislerindeyiz. Yakup Sarıca ve Şaban Doran ağabeylerimiz oradalar. Sabah çorbamızı içip Yunus ağabeyleri bekliyoruz. Beş dakika sonra onlar da geliyorlar. Yunus ağabeyin jipinden Nazan, Celal hoca ve İsviçre'den bu tırmanış için gelen Savaş ağabey iniyorlar. Yunus ağabeyin talimatıyla süratle eşyalar jipe ve Yakup ağabeyin kamyonetine yükleniyor ve Çamardı'na yola çıkıyoruz.
Bir saat kadar sonra Çamarı'ndayız. Sadece ekmeklerimiz eksik. Bir fırından 15 tane ekmek alıyor, Çukurbağ köyü, Martı mahallesine doğru rehberimiz, Bekir'i bulmaya gidiyoruz. Bekir, Yunus ve Yakup ağabeyleri 11 yıl kadar önce Demirkazık'a çıkarmış.


Rehberimize gidiyoruz.

Rehberimizle buluştuktan ve eşyaları katırlara yükledikten sonra, saat 07.35'te arabaları ve katırları geride bırakıp ormana giriyoruz.

Yürüyüşümüz başlıyor.


3000 metrede kamp kuracağımızı öğreniyoruz. 0 metreden 3000 metreye. Bakalım nasıl olacak? Peru'da Titicaca gölüne giderken 4200 metrede fotoğraf molası verirken dudaklarımızın nasıl morardığını hatırlıyoruz Esma ve Nazan'la.
Orman, kısa süre sonra ardımızda kalıyor. Yeşilsiz dağlara vuruyoruz kendimizi.


Ekip biraz ileride ikiye ayrılıyor. Biz yamaçtan giderek tepeyi dönmeye çalışırken bir kaç arkadaşımız daha aşağılardan daha kolay bir patika buluyorlar.

Eğim biraz fazla. Ancak çevremizdeki dağların verdiği görüntü muhteşem. Bir süre sonra Parmakkaya'yı görüyoruz. Çok etkileyici bir kaya. Bir gökdelen yüksekliğinde. İlk kamp yeri Parmakkaya yakınlarında, orada kısa bir mola verilecek.

Parmakkaya

Parmakkaya eteğinde pilimiz bitiyor. Celal hoca'nın yetmiş yaşı ile birlikte oraya kadar gelmesi bile alkışlanacak bir başarı. Katırla devam etmeye karar veriyor Celal hoca. Telsizle katırcılara ulaşılıyor, ancak katırların pek de müsait olmadığı öğreniliyor. ancak yapacak bir şey yok. İkinci rehberle birlikte Celal hocayı orada bırakıyoruz.


Zemin kötü, eğim fazla, oksijen şimdilik idare eder. Ama çıkış şimdiden yorucu.

Sık molalar ile oksijen depoluyoruz.


Hem gerimizde kalan, hem de önümüzdeki dağların verdiği görüntüler muhteşem. Yeşil yok, ama dağların renk zenginliği etkileyici


Parmakkaya ise hep görüş alanımızda. Şaban ağabey, "kurtulamadık şu Parmakkaya'dan yahu" diyor, ama Parmakkaya duymuyor, üzülmüyor da.

Önümüzdeki tepeyi de aşınca kamp alanımızı göreceğiz. İnşallah.


Ben, her zaman olduğu gibi ardçıyım. Esma şimdilik keklik gibi sekerek önlerde. Bakalım dizi ne zaman problem çıkaracak.


Allah rızası için, benim de bir fotoğrafımı çekiyorlar. Ben, bu Parmakkaya'yı çok sevdim. Ben de ayrıca saygı da uyandırdı.
16.30 gibi kamp alanına erişiyoruz, ancak katırlar ada olmadığı için de hafif kaygılıyız.

Kamp alanında katırlarımızı bekliyoruz.

Saat 17.00 gibi hava iyice soğumaya başlıyor. Çantamızdaki polar ve yağmurluklar soğuğu kesmeye yetmiyor. Bazılarımız hafiften, bazılarımız iyice üşümeye başlıyor.
Yarım saat kadar sonra hala katırlar yok. Artık donuyoruz. Şaban ağabey parmaklarını hissetmediğini söylüyor, artık.

Bir problem var ama ne?
Bir süre sonra ikinci rehberle birlikte Celal Hocamız görünüyorlar. Katırlar yine yok. Bir kaç kez devrilmişler meğerse. Bir süre sonra katırlara ve anoraklarımıza kavuşuyoruz ama bu sırada Esma çene atıyor, Celal hoca hipotermik ve siyanoze, bitik bir halde, uyku tulumları ile sarılıp sarmalanmış yerde yatıyor.


Mutfak çadırı kurulur kurulmaz, çok üşüyenler içeriye sığınıyor. Birazdan yüzler gülmeye başlıyor. Rehberlerimizin kurduğu çadırlar paylaşılıyor. Esma, kat kat giyindikten sonra ancak kendine geliyor. Celal Hoca, yaşam geri dönüyor. Benim keyfim de yerine geliyor, DLC shiraz, şarabın bir kadehi de buna katkıda bulunuyor tabii ki.

Soframız muhteşem. Peynirli börekler, sarma yaprak dolmaları, zeytinyağlı barbunya, ton balıkları, beyaz peynir, kavun, az sıcak hazır çorbalarımız, biraz rakı, biraz şarap.

Akşam 8'e kadar dayanabiliyoruz bazılarımız. Sabah 6'da kalkılacak. 7'de yola çıkılmış olacak.

Gece boyunca defalarca uyanıyoruz. Yan yatıp uyumuşsam, dizlerimi açmak için çektiğim acıyı, sağdan sola dönerken yaşadığım hava açlığını unutmayacağım.

11 Ekim 2009, Pazar
Ertesi sabah 5.30'da uyanıp 6'da kalkıyoruz. Kahvaltımızı yapıp azıklarımızı hazırlayıp yola koyulmamız 7.30'u buluyor. İlk hedefimiz, Avcı Beli.

Kamp alanımız

Güneşin ilk ışıkları

İlk hedefimiz Avcı Beli


Ekip yola koyuluyor. Hava oldukça soğuk. Isınmak adına elimizde ne varsa giyiyor, giyemediklerimizi sırt çantamıza koyuyoruz. Çantalarımız kaç kilo oldu bilmiyorum, ama yukarısı daha da soğuk olabilir. Bir daha böyle üşümek istemiyorum. Yakup ağabey ile Celal hoca kampta kalıyorlar, katırlarla birlikte geri dönecek, arabalarda bizi bekleyecekler.


Avcı Beli'ne yükseldikçe eğim giderek artıyor. Henüz keyfimiz yerinde. Ancak tepeye yaklaştıkça arkada kalan, daha yavaş yürüyen bizler için eğim daha da korkutucu oluyor. Geri dönmek isteyenleri motive ederek bizimle kalmalarını sağlıyoruz. Ellerimizi de kullanarak tepeyi aşmayı başardığımızda endorfin salgımız üst düzeyde, manzara ise muhteşem.

Avcı Beli'ni aştık.

Avcı Beli'nden doğuya bakış

Avcı Beli'nden, gideceğimiz yöne, batıya bakış.

Uzunca bir moladan sonra zirveye doğru yürüyüşümüz başlıyor.


Eğim, kötü, yamaca paralel yürüyoruz ama zemin çok kötü, çarşak. Sürekli kayıyoruz.

Şaban ağabey'in mutlu anları.

Kayarak, yamaç geçişlerimiz, bir tepenin geçilmesi ve bir diğerinin görülmesi ile sürüyor. Zirve nerede, biz arkada kalanlar bilmiyoruz.
Saat 11 gibi, yorgunluğu artık yavaş yavaş hissederken verdiğimiz bir molada, zirveye daha iki saatlik yolumuz olduğunu öğreniyoruz. Zirveye ulaştık, ulaşabilirsek tabii, saat 13.00. Geri geldik, 15.00. Avcı Beli'nden kampa yerine indik, 15.00. Arabaları bıraktığımız yere kadar da 4 saatlik yolumuz var, karanlığa kalıyoruz. Zirveyi denemekten vazgeçip dönüşe başlıyoruz.

Dönüşe başladığımız an.

Dönüş sanki biraz daha az korkutucu. Sürekli kayıyoruz, ama karda kayma gibi sanki. Bir süre kayıp duruyoruz çünkü.
Avcı Beli korkutuyor bizi. Nasıl ineceğiz o kabus gibi yerden. Biz, Esma ile en gerideyiz. Avcı Beli'ni farklı bir noktadan geçeceğiz bu kez. Mola bitip tepeye, ineceğimiz noktaya geldiğimizde aşağısı biraz korkutucu. Savaş ağabey çoktan inmiş bile. Ama oldukça dik ve çarşak zemin. İlk metreleri ise toprak. Bazıları kısa adımlarla yürüyerek, bazılarımız rehberin elinden güç alarak, bazılarımız ise oturarak iniyor. Yan yan indiğimiz için günlük hayatta çok kullanmadığımız kaslarımız zorlanıyor. İnişi bitirdiğimizde bacak kaslarımız titriyor. Ama şükürler olsun, indik.


Avcı Beli'nden iniş.

Daha sonraki yürüyüşümüz, önce kamp alanımızda bir mola ve ardından bozuk zeminde bitmeyen bir yürüyüşe dönüyor. Esma'nın dizi ağrımaya başlıyor. Tüm bacak kaslarımız zaten hafiften ağrımakta.

Yüzümüzdeki son gülücükler.

"Daha önümüzde kaç saat var acaba? Biz, gelirken de bu yollardan mı geçtik? Biz neredeyiz? Öndekiler yürüyüşü bitirdiler mi acaba? A, yok işte aşağıdalar. Yine kayboldular. Rehberlerimiz niye bizi arkada bırakıp çekip gittiler?" Böyle, bir sürü soru. Esma'nın yürüyüş temposu iyice düşüyor. Izdırap çekiyor artık. Voltaren var çantamda. Zorla içiriyorum. Benden bu kadar dese, ne yapacağım bilmiyorum. Ya da ayaklarımız dolanıyor artık, bir düşüversek bir sakatlık oluverse bittik. Telefonlar çekmiyor, görünürde de kimse yok.

İlaç etkisini gösterdiğinde Esma biraz daha rahatlıyor. Yine Parmakkaya'ya geldiğimizde dağın tepesinden iki kişinin iniş yapmata olduğunu görüyoruz. Uzun süreler asılı kalıyorlar. 15-20 dk sonra birisi metrelerce aşağıya salıyor kendisini. Yürüyüoruz ama, Parmakkaya görüş alanımızdan çıkmadığı için uzun bir süre seyrediyoruz onları.

Nazan yanımızda, sağolsun. Rehberlere de arada bir rastlıyoruz. Bir göüyoruz, bizi bekliyorlar, "merhaba" deyip kayboluyorlar.
Yahu, biz buralardan geçtik mi gelirken? Oksijen azlığı, unutkanlık da mı yapıyor?


Hoşçakal Parmakkaya, seni unutmayacağım.

Bitmiyor bir türlü önümüzdeki metreler. Esma daha iyi, keyfimiz de öyle.

Ormana girince bitecek bu yürüyüş. Cep telefonumun şarjı bittiğinden artık fotoğraf çekemiyorum.

Az ileride orman görünüyor. Gelirken geçmiş miydik biz buradan? Orman ve dağ birlikteliği çok güzel görüntüler veriyor. Nazan'a rica ediyorum biraz fotoğraf çeksin diye.

Bu kez de orman bitmiyor bir türlü. Kaybolduk mu yoksa? Ormanda nasıl kaybolabiliriz ki, bir tane patika var zaten. Bu kadar uzun mu yürümüştük gelirken orman içinde?

Orman da bitiyor, biz de. Arabaları görüyoruz. Kurtulduk.

Bir yandan birer elma yerken, diğer yandan süratle eşyaları arabalara yükleyip yola koyuluyoruz. Saat 18.00. Yaklaşık 11 saat kadar yürüdük. 19.00'da Pozantı'da, 20.30 gibi, Adana'da evimizdeyiz.
Teşekkür ediyoruz, Yunus ağabey. İyi ki vardınız sevgili Nazan, Şaban ağabey, Savaş ağabey, Ahmet ağabey, Yakup ağabey, Celal Hoca.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder