Ben kimim?

Fotoğrafım
1961, Eskişehir Sivrihisar doğumluyum. Liseyi Kabataş Erkek Lisesi'nde, üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum. Anesteziyoloji ve Reanimasyon eğitimimi GATA'da tamamladım. 1993 Eylül'ünden 2011 Şubatına dek Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji Anabilim Dalı'nda çalıştım. 15 Şubat 2011 tarihi itibariyle emekli olup İstanbul'a yerleştim.

17 Eylül 2009 Perşembe

MARMARİS-HİSARÖNÜ YELKEN SEYRİ


HÜZÜN

Bugün, 13 Eylül 2009, Pazartesi. İşe geldik yine. Biliyorum, yelken yapabilmek için çalışıp para kazanmak zorundayım. Ama Adana’ya dönmek ve ardından işe gelmek çok keyif verici değil. Bilgisayarımın hoparlörlerinden yükselen nağmelerin seçiminden de ben sorumluyum, biliyorum. Bunca hüzünlü olmaları gerekmiyor, ama gönül bu işte.

Onca zorlu ameliyatlar, insanın yüreğini hoplatan geçici komplikasyonlar, seslerin yükseldiği tartışmalar, gerim gerim gerildiğim günler, hep 5-12 Eylül 2009 haftasında yapacağımız yelken seyrini düşünerek katlanılır hale geliyordu. İki ay kaldı, bir ay kaldı, Banu geliyordu, Deniz biletini aldıydı, Suat’ı özledimdi, Nazan zaten bizimleydi, Banu belini incittiydi, gelemeyecekti, varsın olsundu, bir dahaki sefereydi, Ümit ağabeyin “yer varsa ben de gelebilirim” deyişiydi, zaman yaklaştıkça hareketlenen mesaj ve telefon trafiği cana can katan bir trafikti. Sancaktan gelene yol ver, iskelendekiler de sana versin trafiği ile boğuşacağımız günler yaklaşıyordu.
Yüksel Yatçılık’tan 6 kişiye izin yok mesajı geldiğinde önce Ümit ağabey’den özür diledim, en son o katılmıştı. Sonrasında Suat’ın aldığı ev nedeniyle katılmasa daha iyi olacağını bildiren mesajı, Ümit ağabeye tekrar ulaşmamız ve sonrasında şekillenen son kadro: Ben, Esma, Nazan, Deniz ve Ümit ağabey.
Ümit ağabey, Datça’da, cumartesi sabahı oradan katılacak bize. Nazan ve Ümit İstanbul uçağı ile geliyorlar. Bizse her zamanki gibi Has Turizm’in 21.15’te Adana’dan kalkan otobüsündeyiz. Ertesi sabah, bu kez Muğla’da ineceğiz. Bir anestezist ağabeyim var orada. Ailesi ile birlikte uzun zamandır görmediydik. Onlara kısa bir süreliğine misafir olacağız.
Sabah, 10 gibi Muğla Otogarında iniyoruz. On dakika sonra Zeki ağabey alıyor bizi. Bu evlerini ilk kez görüyoruz. Güzel bir kahvaltı bizi bekliyor. Erinç çok hoş genç bir hanım, Haşim de kocaman bir delikanlı olmuş. Kahvaltı ve kahveler sonrasında kısa bir Muğla şehir turu. Yağcılar Hanı ziyareti, iki kilim paketlenmiş, bir çantaya konulmuş şekilde elimizde, handan çıkış. Bir Muğla evi ziyareti. Ardından Marmaris yoluna nihayet çıkış.
Bir de Datça’da arsa bakacağız bu arada. Ekiple telefonla haberleşiyorum. Hala gelen yok.

Bilgisayardaki müziği kapatıyorum. Daha iyi hissediyorum kendimi şimdi. Yelkenle ilgili anılarımı bu hüzünle yazamam. Doğrudur, yelkenden uzağım yine, kimbilir ne kadar süreliğine. Ama onunla olduğum saatlerin anısına, hüzünle yelkeni bir araya getiremem, haksızlık bu.

Saat 14.30 gibi Marmaris’teyiz. Yüksel Yatçılık’ta Burçin Hanım’a uğrayıp hem teşekkür ediyorum, geçen seneki anlayışından ötürü, hem Cezeryeyi bırakıyorum, hem de Colin’in bizimle olmayacağını öğreniyorum. Bu seneki hocamız, Peter. Borçlarımızı ödüyoruz. Saat 15.00’te Peter ile teknede buluşulacak. Deniz ile buluşmamız ne zaman, bilmiyorum. Bir arkadaşının yanında, rahat olmasını söylüyorum.


Saat 15.00. Peter geliyor. Hafif toplu, beyaz, çember sakallı bir İngiliz. Bizden büyük. Sanırım Ümit ağabey’den de. Doğal olarak İngilizcesi çok akıcı, ama anlayabileceğimiz hızda konuşuyor. “Hızlanırsam, anlamakta güçlük çekerseniz beni uyarın” diyor. Uyarmaz mıyız hiç?
Tekneyi tanıtıyor bize önce. Ben zaten tanıyorum, geçen sefer Colin’le çıktığımız tekne bu. Birer tane can yeleği zimmetliyor bize. Güvenlik tedbirlerini anlatıyor. Anlatırken yeşil dosyasından çıkardığı çizimleri kullanıyor. Çalışmadan geldiğimiz için tüm kelimeler bize yabancı, en azından bana.
Güvenlik, yangın vb gibi konularda da kısa bir eğitim verdikten sonra ertesi sabah saat 10.00’da buluşmak üzere tekneden ayrılıyor. Kalıyoruz biz bize. Deniz hala yok.
Biz Nazan ve Ümit ağabeyden izin alıp Zeki ağabeylerle Datça’ya kaçıyoruz. Akşam 20.00’de Neighbourgs’ta buluşacağız. Çok güzel yerler görüyoruz: Palamutbükü, Ovabükü, Hayıt bükü gibi.Deniz o kadar çekici ki ayağımı sokmadan edemiyorum. Bir gün buralara tekne ile gelsek.
Marmaris’e dönüşümüz saat 20.30 gibi oluyor. Deniz ve Ümit ağabey restorandalar. Nazan kayıp. Hava güzel. Şarabımızı söylüyoruz. İlk içmelerimiz başlamış oluyor böylece. Deniz, rakıcı.
Birazdan Nazan da geliyor. Cumhur Hoca’yı görmeye gitmiş. Vefalı öğrenci. Gecemiz uzun ve keyifli. Özlemler, anılar, beklentiler, alkole yenik düşüş ve teknede güzel bir uyku öncesinde Nazan, Ümit ağabey ve Deniz’in aldıkları malzemelerin yerleştirilmesi.

6 Eylül 2009, Pazar
Ertesi sabah, kahvaltı teknede yapılacak. Geleneksel Apple Pie açık büfe kahvaltısı tercih edilmiyor bu sene. Zaten ramazan nedeniyle böyle bir şansımız da yok galiba. Bir ara Deniz’in fırından yeni çıkmış, sıcacık ekmek krizi patlak veriyor. Bir kıyak yapmaya karar veriyorum arkadaşıma. Bir fırın bulup nispeten sıcak ekmeklerle sonra tekneye geri dönerken rıhtımdan niye bir bisikleti ödünç almadığımı, kahvaltının büyük bir ihtimalle bitmiş, sofranın kaldırılmış olduğunu düşünüyorum. Yarım saatten fazla bir zaman geçti çünkü. Ama ekip öyle bir ekip ki, öğlene kadar gelmesem öyle bekleyecekler hiç bir şey yemeden. Afiyetle kahvaltımızı yaptıktan sonra hocamızı karşılamaya hazırız artık. Hafta boyunca beni bir daha ekmek almaya yollamıyorlar.
Hoca’nın terminolojiyi anlattığı, bize göstermek istediklerini sorarak bize buldurttuğu interaktif bir tarzı var. Can yeleklerini giyiyoruz. Ayrıntılara obsesif bir şekilde dikkat ediyor. Ekip de bu tarzına çok çabuk uyum sağlıyor.


Colin’den hatırladığım şeylerden birini tekrarlıyor: Propelling effect. Motor çalışırken ve tonoza bağlıyken tornistan yaptığımızda teknenin kıçı bir tarafa atıyor.
Halatların isimlerini hatırlatıyor. En önemlisi, main halyard. Önemini bir kaç gün sonra bir kez daha hatırlatacak. Rüzgarın geldiği yönü de dikkate alıp iskeleden ayrılırken hangi halatları hangi sırayla çözmemiz gerektiğini buluyoruz hocanın yardımıyla. Saat 11 gibi de ayrılıyoruz iskeleden. İlk dümenci benim. İlk day skipper da benmişim, yanlış anlamışım.



Uzun bir aradan sonra yeniden dümende olmak, denizin sesini duymak ne kadar keyif verici bir şey. Limanı geride bıraktıktan sonra etrafımız sakinleştiğinde 8 yapma çalışmalarına başlıyoruz. Dümen hakimiyetimizi sınarken hoca, bizim de teknenin nasıl cevap verdiğini görmemizi istiyor. Deniz, fotoğraf makinesini bu kez haftanın başında formatlamaya çalışıyor biz tekne ile çalışırken.


Çalışmalarımız bittikten sonra Kumlubük’e doğru hareket ediyoruz. Yarım saatte bir dümencinin değişmesini istiyorum.

Bugün hüznüm daha az. Biraz daha alıştım sanki normal yaşama, Adana’ya. Sabah uzmanlık sınavından çıkıp Acıbadem’e geldiğimden beri yeni oturdum. Çalışmak iyi geliyor demek ki diyorum kendime. E, pekiyi nasıl emekli olacağız ki? Nasıl çalışmadan oturacağız? Sürekli çalışmak da sağlıklı olmasa gerek, niye hep çalışalım ki? Neyse yarın akşam, Necdet Kaptan’ın yerinde Nazan ve Yunus ağabeylerle içip, kamp kuracağımız hafta sonu programını yaparken bu cevapsız sorular da geride kalır belki.

Kumlubük’deyiz 2 yıl sonra, yeniden. Yavaşça koya girip etrafa göz atıyoruz. Demirleyeceğiz. Beyaz tahta üzerinde hocamız demirlerken nelere dikkat edeceğimizi gösteriyor. Alargada demirlerken etrafımızdaki teknelere çarpmayacağımız bir çap içinde olmayı garantilememiz gerekiyor. Demir tuttu mu diye bakıyoruz, karada bir noktayı kerteriz alıp. Tornistan yaptığımızda kerteriz değişmiyor, demir tutmuş.
Denize girip çıkıyoruz. Rotamız, Çiftlik.


Yol nasıl keyifli, anlatılamaz. Ana yelken 2. camadanda. Çok obsesifiz. Sancak kıç omuzluk hocanın. Bir hafta boyunca orada oturacağını henüz bilmiyoruz. Ben de iskele kıç omuzluğunu seçiyorum kendime keyif alma yeri olarak. Amma velakin, gözlerim keyiften hafif kapanmış, yelkenin rüzgarla, benim de denizin sesi ile kavuşmamızı idrak ederken hocanın uyarısı ile kendime geliyorum. Ben day skipperım. Etrafa bakmam gerek. Rüzgar ne alemde, nereden geliyor, drise ediyor mu, etrafta başka tekne var mı vs. Tamam, öyle olsun. Görevimi daha eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorum. Çenem kuvvetli maşallah. Talimatlar yağdırıyorum. Bir ara tacking yapıyorum. Beğenilmiyor. Bir daha yapıp karaya çok yaklaşmamızı ve hızımızın düşmesini ve hatta Marmaris’e geri dönme tehlikelerini önlüyorum. Ama adımın önüne üç sıfat konulmasını da önleyemiyorum: Skipper, Speaker, Sleeper. 3S yani.
Saat 17.00 gibi Çiftlik koyuna, girişteki adayı sancağımızda bırakıp girdiğimizde iskeleye aborda olacağımız yer de sancağımızda. Halatlar hazırlanıyor, hava açık ve hafif rüzgarlı. Geçen sefer de aynı yere bağlanmıştık. Kolay bir bağlanma oluyor bu sefer de. Geçen seferkinden bir farkı, hocanın eli mutlaka dümende.
 

Deniz’in telefonları çalışmaya başlıyor. Ben, telefon ihtiyacı duymuyorum henüz.
Pozisyonumuz; 36043’.976N, 28014’.100 E


İlk bağlanmamız çok başarılı. Rahatlıyoruz. İlk biralarımızı da açma zamanı. Kuruyemiş takviyesi ile alkolün ilk yudumları boğazımızdan aşağı doğru akıyor. Herkes mutlu.
Denize girmezsek de olmaz. Teknenin arkasından atlayıp kısa bir süreliğine denizin de tadına bakıyoruz.


Günün kritiği yapılıyor. Hocamız geri bildirimlerini veriyor. Yarım saatlik dümen nöbetlerini ayarlamamdan hoşlanmış, ama daha çok etrafımı gözetlemeliymişim.



Akşam yemeğimiz Rafet Baba’nın yerinde olacak. Geçen seferden hatırlarsınız bazılarınız. Yemek keyifli, şarap güzel, dostlar yanımızda, deniz yanıbaşımızda, Deniz karşımızda.


Birazdan ay da doğuyor yavaştan, hem de dolunay olarak.




Gitar çalasım geliyor birden. Kalabalıkta, gürültülü ortamlarda çalamam aslında, ama Colin arka masada. Onun için bir iki parça çalsam ne iyi olur.




Ama çaldığım parçaların notalarından en çok etkilenen Colin değil, Deniz oluyor. Sonra da biz tuş oluyoruz 24.00 gibi.





7 Eylül 2009, Pazartesi
Ertesi güne uyandığımızda nefis bir hava bekliyor bizi.
Önce deniz. Sonra keyifli bir kahvaltı. Bugünkü kahvaltı Deniz’den. Sucuk ve yumurta, peynir, domates, salatalık, reçel, bal her şey var. 

Bugünün skipperı Nazan. Hocamız, Passage Plan nasıl yapılır, gösteriyor bize. Önce mesafe (Distance) tayin edilecek. Gidilecek yere mesafemizi pergelle ölçüyoruz. Bugünkü hedefimiz, Bozukkale. 16 mil. İkinci olarak Time hesaplanacak. Teknenin hızı nedir, hava durumu nasıldır, rüzgar hangi yönden esecek? Teknenin hızı ortalama 5 mil/saat. 16/5=3 saat. Ama rüzgar, kuzey batıdan esecek. Yani, sürekli tackinglerle yükselmemiz gerekecek. 1.5 ile çarpıyoruz, oluyor 25 mil. 25/5=5 saat. 1 saat de artısı eksisi var. 6 saat desek, Bozukkale’ye hava kararmadan girmemiz için en geç saat 18.00 bizim varış zamanımız olmalı. 18’den 6’yı çıkar, en geç 12.00’de de buradan ayrılmalıyız.
Planın üçüncü basamağı, Boat. Durumu, kapasitesi, navigasyon ekipmanı, yakıt, su, fişekler, tamir araç ve gereçleri ve yedek parçalar (dergilerde ve kitaplarda okuduğum impeller ne menem bir şeymiş, nihayet görüyorum) tamam.
Crew: Zayıf/güçlü arası bir yerde, giderek daha iyi oluyor. Yiyecek tamam, suyumuz ve içeceklerimiz tamam.
Dangers: Yolumuz üzerindeki ilk kayalar, zaten Çiftlik çıkışında. Biri iskelede, diğerler sancakta. Bozukkale girişinde de var. Harita üzerinden kontrol ediyoruz. Rotamız üzerindeki sığlıklar, Akyar burnu, Kızıl ada, Çatal adaları da diğer tehlikeler. Not alıyoruz.
Alternatiflerimiz neler? Çiftlik’in kendisi, geri dönebiliriz, Marmaris, Serçe limanı ve Bozukkale alternatif sığınacak limanlarımız. Rüzgar güneybatıya drise ederse bu limanların çoğu emniyetli değil. Not alıyoruz.


Pilotaj: Çiftlik çıkışını 175 dereceye yapmamız gerekiyor (bearing). Haritadan aldığımız bu rakamı, magnetik pusulaya uyarlarken, haritadaki varyasyonu da dikkate alıp 40 eksiltmeyi unutmuyoruz. If variation is east, magnetic is least; if variation is west, magnetic is best. Haritada 1750 T (true) bearingimizi 4 çıkardığımızda 1710 M (magnetic) olarak kokpitteki pusulaya götürebiliriz artık. 2 mil bu istikamette gidersek kayalıklardan uzak kalarak koydan çıkabiliriz. Sonra da 2220 m’e döneceğiz. Bozukkale’ye girişimiz ise ayrı bir dert. Girişini kaçırabiliriz. Ama akşamüstü, bu pilotaj hesaplamaları ile Bozukkale’yi bulacağımızı ve rahatlıkla limana gireceğimizi göreceğiz.



Bu ilk dersimizdi. İkinci dersimiz, önümüzde ardımızda bağlanmış tekneler varken buradan nasıl çıkacağız?

Yataktan kalkmak ne kadar da zor geldi bugün. Sanki işe gitmesem olurmuş gibi bir hayal var kafamın bir yerlerinde. Günlerce evde oturmak bir çözüm mü ki? Hayır değil, biliyorum
.



Tekneyi buradan nasıl çıkaracağız sorusuna geçen seferden aklımda kalanlarla çözüm üretmeye çalışıyorum. Arkadaşlarımınki gibi benim çözümlerim de yeterli olmuyor. Daha önce yazılarda okuduğum bir manevra ile çıkıyoruz iki tekne arasından. Rüzgar iskeleden esiyor. Baştaki halatı koyvermeden önce sancak başomuzdan çapraz bağladığımız koltuk halatını çiftliyoruz. Sancak başomuza iskele tarafındaki usturmaçaları bağlıyoruz. Kıç halatlarını da bıraktıktan sonra geri yerine ileri verince motoru, teknenin burnu iskeleye dönerken kıçı da iskeleden açılıyor. Burundaki halatı da salıverince bizi iskeleye bağlayan bir şey kalmıyor. Geri geri çıkıyorum iki teknenin arasından ve iskelemizdeki bağlı teknenin sancağından. Hocanın eli yine dümende tabii ki.
Sonra herkes birer kere iskeleye kıçtan kara yanaşma çalışması yapıyor. Bu sırada alargada duran katamaranın isminin Hakuna Matata olduğunu öğreniyorum kızlardan. Dün akşamüstü yakınına kadar gitmişler. “O tekne, Levent Kirişçioğlu’nun teknesi”. “O kim?” diyorlar. Levent ve eşi Ayça Kirişçioğlu 2004 yılında, evlendikten çok kısa bir süre sonra aldıkları tekne (Yol) ile dünya seyahatine çıkan bir çift. Anılarını da “Yol” isimli kitapta toplayıp bizlerle paylaştılar. Yakınlarda bitirdim, çok etkilendim. Ayça Hanım’a bir mesaj yollayıp anılarını bizlerle paylaştıkları için teşekkür ettim ve kendileri ile tanışmak istediğimi bildirdim. O da memnun oldu ve beklediğini yazdı. Kısmet işte burada, karşımda. Her manevrada katamaranın yakınlarına kadar gidip döndüğümüzde birisini görebilecek miyim diye kıvranırken Deniz olayı çözdü: “Bakar mısınız?”. E, adam hür teşebbüs adamı. Girişken. Bir hanım çıktı önce kokpite. “Levent bey teknede mi?” dedi Deniz. Hemen sonra da Levent bey çıktı kokpite. Bağırarak kendimi tanıttım ve Ayça hanıma selam söyledim. Bizimkiler sonra çok takıldılar bana, adam hanımına kızmasın, “kim ulan bu adam, sana yazmış falan?” demesin diye. Güldüm. Levent beyi de görmüş oldum böylece.



Çiftlik’ten 1710 bearing ile çıkıyoruz, 2 mil kadar gittikten sonra 2220’ye dönüyoruz. Rüzgar kuzey batıdan geliyor. Tramolalar ile yükseliyoruz. Rotamız, Bozukkale.


Önümüzdeki tehlikeler, Çatal adaları, Kızılada ve Bozukkale’nin girişini bulamamak. Zaman zaman Rodos’a doğru, zaman zaman Türkiye kıyılarına doğru gidiyoruz. Rüzgar çok güzel. Ana yelken 1. camadanda, genova da öyle. Teknenin yatmasına bugün biraz daha alıştım. Bende böyle oluyor. İlk bir kaç gün orsada tekne çok yatınca hafiften ürküyorum. Sonra aklıma, Kos’a tırmanışımız geliyor o havada. Ardından düzeliyorum. Tekne düzelince benim düzelmem de daha hızlı oluyor tabii ama ben yelkenci olacağım. Hiç tırsmamam lazım.




Nazan bir kaç tacking sonrası, 20-23 knot havada 4 saatlik bir yelken seyrinden sonra bizi Bozukkale açıklarına getirmeyi başarıyor. O, benden daha iyi bir speaker. Pardon skipper.
Deniz bu eğitimden çok memnun. Geçen seferkine nazaran 10 kat daha memnun. Çabuk yoruluyor ama.

Sorun, Bozukkale’nin surlarını görmekte. Aldığımız kerterizler ile Bozukkale civarında olduğumuza kanaat getirince gözü daha iyi görenler surları aramaya başlıyor. Deniz ve Ümit ağabey görüyorlar surları. Şimdi sıra, doğru bearing ile girişe yaklaşmakta. Sancağımızdaki kayalardan ve iskelemizdekilerden görerek uzak kalmayı başarıp iskeleye tonoz alarak yanaştırıyor bizi Nazan. Saat, 16.00.






Yine biralar ve şaraplar açılıp geride kalan seyrin başarısı kutlanıyor. Bugün iskele çok kalabalık. Bir sürü Rus var. Yandaki teknelerden müzik sistemler, amfiler, hoparlörler iniyor. Yandık biz bu gece.
Biraları bitirince denizin tadına da bir bakıyoruz. Sonra duş ve yemeğe hazırız.
Restoranın kalamar ve ahtapotu çok iyiymiş. Peter öyle diyor. Açık büfe. Kalamar ve ahtapotlar yağıyor masamıza. Ben bir de akyar şiş söylüyorum. Rakı da pek bi lezzetli bu gece. Ruslar kendi aralarında eğleniyorlar bizi pek rahatsız etmeden.



Biz de onları rahatsız etmiyoruz. Hesap rahatsız ediyor biraz. Ona da Ümit ağabey müdahele edip Türk işi hesaba çevirince yüzlerimiz gülüyor.
Ay, bu gece de pek bir güzel yükseliyor tepelerin ardından.




8 Eylül 2009, Salı
Sekiz gibi kalkabildik. Hava açık, hafif rüzgarlı. Kahvaltımızı saat dokuz buçuk gibi bitiriyoruz. Colin ve teknesi de hemen yanıbaşımızda.

Günün skipper’ı Ümit ağabey. “Ben” diyor, “seyir halindeyken içeri giremem”. Passage plan, tekne bağlıyken yapılacak Allahtan. Sıkı çalışıyorlar günün ve dünün skipperları.





Rotamız, Bozburun. Bozukkale’den çıkılacak, Alaburun ve Kızılburun dönülecek. Sonra da Bozburun girişi bulunacak. Bozburun önündeki Yıldız adası ve Söğüt adasının karadan ayırt edilmesi gerekiyor. Bolca kerteriz çalışması yapacağız demektir bu.
Bir ara denizde çatışmadan kaçınma kuralları hakkında konuşuyoruz. Sancak kontra (starboard tack) giden teknenin denizlerin kralı olduğunu öğreniyoruz. İlk defa bir iskandil kullanımı görüyorum. Onbir gibi dersimiz bitiyor, halatları bırakıyoruz.
Buoy yakalayacağız bugün. Hoca, tek tek, adım adım anlatıyor yapılacakları.



İlk önce ben atıyorum suya batar halatı denize ve yakalıyorum. Dümende Nazan. Hocanın eli, yine ucundan azıcık dümende.



Sonra Nazan bir kaç kez uğraştığı halde yakalayamıyor buoy’u. Sıra Deniz’e geliyor. Deniz’in elinde kaçabilir mi buoy? Mümkün değil, kaçamaz. Bir kerede yakalıyor. Ama biz de kaçamıyoruz bu kez. Halatı buoy’dan sökmek mümkün değil. Yeniden bağlanmış oluyoruz Bozukkale’de. Buoyu bir kuvvet tekneye kadar çektiğimiz halde oluşan düğümü çözemiyoruz. Kim çözecek? Tabii ki Peter. Uzun bir uğraş sonrasında tekneyi buoydan kurtarınca çalışmaya da son veriyor Peter. Gerekçe, etraftaki yoğun trafik. Halbuki bizim Deniz daha neler yapacak, sen bir dur bakalım Peter hoca.
Sonunda Bozukkale çıkışındaki kayalıkları gözeterek ve derinliği her 30 saniyede bir yüksek sesle okuyarak Bozukkale’den çıkarken yanımızdaki tekneler, karaya ve kayalıklara yakın seyirle geçip gidiyorlar bizi.

Çok güzel yelken yapıyoruz bugün. Herkesin dümen tutuşundan memnun kalıyor hoca. Ümit ağabey, emekli kıdemli albay kıvamında skipperlık yapıyor. Taviz yok.





Alaburun ve Kızılburnu dönüşlerinde Ümit ağabeyi bolca içeri girmiş, harita başında çalışırken görüyoruz. Day skipperlık nelere kadirmiş. Ne deniz tutuyor, ne başka bir şey. Ben de denedim, beni de tutmadı. Hoca görev verince insanın gözü başka bir şey görmüyor.
Kızılburun’u dönünce artık rüzgarı kıçtan alıyoruz. Hocamız için güvenli seyir, birinci önceliğe sahip. Ana yelkeni 2. camadanda tutmaya devam ederken, bumbayı da tam ortaya alıp sadece cenova ile pupa yelken gidiyoruz. Kavança tehlikesi ortadan kalkmış oluyor böylece. 



Bozburun’a yaklaşırken yelkenleri indiriyoruz. Çok yavaş seyirle ve bol kerterizle girişe yaklaşıyoruz. Bu kez de, limana giriş ve ilk yanaşma bana nasip oluyor. Limana girmeden önce herkes birer kez demir boşlama, fren çalışıyor mu kontrol etme hazırlıkları yapıyor.
Pontona geri geri yanaşırken zincir sıkışıyor ve hoca müdahele etmek zorunda kalıyor. Bir kez daha zincir toplayıp ileri gidip manevrayı yineliyoruz. Bu kez başarılı bir şekilde kıçtan kara bağlanıyoruz. Demir atma, yanaşma ve bağlanma mükemmel oluyor. Çok şükür. Hemen elektriği ve suyu bağlıyoruz. Elektrik kablosu önce tekneye, sonra iskeledeki prize bağlanacak, unutmuyoruz. Su, o kadar az akıyor ki sabaha kadar depoları ancak doldururuz.


Teknede ilk biralar açıldıktan sonra bazılarımız Akvaryum restorana duşa gidiyor. Ben de gidip bir kolaçan ediyorum Akvaryum restoranı. Bu arada bir de bira içiyorum tabii ki.




Bir odada 10 aylık, kalbi delik bir kız çocuğu, öbür odada akciğer kanseri nedeniyle bir akciğeri alınacak 60 küsur yaşında bir hasta. Tam oturuyorum masama, kalp cerrahisi asistanı geliyor koşarak. Ameliyathanedeki bu koşmalar pek hayra alamet değildir. Vardır kötü bir şey. Dün aldıkları koroner baypas hastasının kanaması varmış, tansiyonu düşüyormuş, hemen alınması gerekiyormuş. Boş bir oda bul, boş asistan bul, ayarlamaları yap, bu arada da hasta ölmesin diye dua et. Süratli bir şekilde hastayı yoğun bakımdan ameliyathaneye almayı ve uyutmayı başarıyoruz. Kan basıncı fena değil, adrenalin ile destekli. Ortalıktaki kaos azalınca hastayı asistana bırakabilir hale geliyorum.
Akşam yemeğimizde piliç dolma yiyenler, balık yiyenler, kabak çiçeği dolması yiyenler, rakılar, sohbetler değmeyin keyifimize. Deniz’in telefon trafiği yine çok yoğun. Ben hala telefona ihtiyaç duymuyorum.
Onbir gibi masadan kalktığımızda dondurma krizimiz tutuyor. Atatürk meydanı’nın hemen arkasında bir pastane buluyoruz. Dondurma krizimizi, dondurmalı sütlaç ve kazandibi ile sonlandırıyoruz.




9 Eylül 2009, Çarşamba
Sabah, yedi gibi kalkış. Kahvaltı yine teknede. Ekmek almaya beni yine yollamıyorlar. Simit ve pohaçalar Ümit ağabeyden. Nazan, kahvaltı öncesinde bile çalışıyor, çok sardı bu navigasyona. Chart plotter’da pozisyonumuz 36041’542N, 28002’516E. Ancak karada gözüküyoruz. Haritaya baktığımızda koordinatların GPS’te bilmem ne kadar hangi yöne kaydırılmasını öneren bir not görüyoruz. Daha doğrusu Peter gösteriyor.



Kahvaltımız yine yumurtalar, sucuklar, çeşit çeşit peynirler, reçel ve ballardan oluşuyor.




Kahvaltı sonrasında yine dersimiz var. Saat, 9.30. İlk konu, motor bilgisi. Şu impeller dedikleri şey, ne menem bir şeymiş öğreniyorum.
Saatler geçmek bilmiyor bugün. Acıbadem’deyim. Saat 16.30. Hala akşam olmadı. Bu akşam, Necdet’in yerinde rakı-balık var. Yürüyüş ekibimizle birlikte olacağız. Biraz açılırım belki.
Niçin dizel motor kullanılıyor teknelerde? Öncelikle, benzin yanıcı olduğu için. Sonra dizel motorun bir kez çalıştıktan sonra elektriğe ihtiyacı yok. Uzun ömürlü ve güvenilir. Peter, kokpite çıkan ahşap merdiveni söküp çıkardığında motor ile tanışıyoruz. Tam karşımızda.



Oh be, dünya varmış. Açık havada rakı ve balık eşliğinde güzel bir sohbet sonrasında şimdi daha iyiyim. Slovenya 11 sayı farkla önde ama olsun, hayat güzel. Nazan ve Yunus abilerle akşam yemeğinden yeni döndük. Azıcık sohbet iyi geldi.
Motor dersinden sonra Nazan ve Ümit ağabey harita başında yoğun bir çalışma içindeler. Bozburun’dan Bencik körfezine kadar Nazan, oradan da Selimiye’ye kadar Ümit ağabey day skipper. Benim ödevim var. Bozburun’dan Antalya’ya kadar sanal passage plan hazırlayacağım. İki günüm var.


Teorik ders sonrası demirleme ve kıçtan kara yanaşma çalışmamız var. Herkes birer kere limandan çıkıyor, önce dümenin ters tarafına geçip tornistanda sekiz figürü oluşturuyor ve dümen hakimiyetine çalışıyoruz. Sonra demiri boşlama ve fren mekanizmasını kontrol çalışması yapıyor herkes birer kere. Deniz’in çalışması sırasında elimizden kaçan çapayı ancak hoca fren yapmayı başarınca tutabiliyoruz ama olsun, bu daha bir şey değil. Demiri tekneye çekip sonra limana giriyoruz ve kıçtan kara yanaşıyoruz. Halat vermiyoruz karaya, sadece yanaşıyoruz. En son Deniz yanaşıyor. Tekne kalmıyor zaten o sıralar limanda. Deniz’i tanıyorlar mı ne? Yok, tekne sigortalı Allah’tan.



Hava hala çok güzel. Yelkene müsait. 12 gibi Bozburun’dan çıkıyoruz. Kızıl Ada’yı dönünce yelken açacağız. İstikamet önce Bencik, sonra Orhaniye, en son Selimiye.
Yelkeni başarıyla açıyoruz. Main halyard ve vinçin başında en kuvvetlimiz, Deniz. Peter, “more vinch” dedikçe Deniz vinçe asılıyor. En sonunda tak diye bir ses ve orada bırakıyoruz. Main halyard kopuyor. Nereden? Kilitle vinç arasında bir yerden. Ana yelken açık, ama toplamamız mümkün değil. Toplarsak, main halyard ana direğin içine kaçacak, ondan sonra birinin direğe çıkması gerekecek.



Yapacak bir şey yok. Hoca çözüm arıyor. Yelkeni indirmek için kopan halatın ucuna bir kılavuz halat bağlamak lazım. Yelken direğinin içinden geçecek ve aşağı inip elimize gelecek. Genovanın halatı yeterince uzun. Onu kestiriyor gözüne. Yüksel Yatçılık’a haber veriyor. Ertesi sabah, Selimiye’ye gelecek halat. Niye ertesi sabah ki?
Dişlice Adası’na doğru pupa yelken gidiyoruz. Gybing preventeri gösteriyor Peter. Bumba iyice açık. Ucundan bir halat ile tekneye bağlıyoruz bumbayı. Artık istemsiz kavança riski yok. Ama hocamız o kadar obsesif ki, halatı söküp bumbayı ortaya getirip sabitliyoruz ve sadece genova ile gidiyoruz.
15.30 gibi Bencik’teyiz


İçeri girmeden önce genova halatını söküyoruz. Main halyarda ucundan bağlıyoruz. Bantlıyoruz. Dua ediyoruz ki kopmadan ana direğin içinden geçsin ve bize geri gelsin. Başarıyoruz, alkışlar yükseliyor sevinçten. Ama şimdi hem ana yelkensiz, hem de genovasızız.


Motor ile Bencik’i dolaştıktan sonra Orhaniye’ye gitmekten vazgeçip Selimiye’ye yöneliyoruz.




Sardunya restoranın önündeki restorana yanaşmak yine bana kısmet oluyor. Suatın öyküsünü paylaşıyorum arkadaşlarla.


Biralar açılıyor, denize giriliyor.



Tam bu sırada elinde koca bir halat makarası olan tamircimiz geliyor. Sevinçten adamı öpüyoruz. Ertesi sabah bekliyorduk onu. Buralardaymış meğer. Kapmış halatı gelmiş. Tamirat yarım saati geçmiyor. Ertesi sabaha kalmıyor tamirimiz.
Restoran kolaçan ediliyor. Duşlar alınıyor.


Bir garsonumuz var ki Allah Allah. Halatımızı alan o, görmediğimiz mükemmellikte servis yapan o, tavsiyelerde bulunan o. Muhammed. Herkese böyle bir garson nasip ola.



Gözümüze bir Sinarit kestiriyoruz. Bir büyüğünü, motor yatla Simi’den biraz önce gelen Rumlar alıyor. Mezeler muhteşem, balığımızı da tuzda pişirip getiriyorlar, o da muhteşem. Sohbet koyu, rakılar lezzetli, gece uzun. Saat kaçta yatılıyor, hatırlamak mümkün değil.

10 Eylül 2009, Perşembe
Kalkış saat yedi. Denize girenler Tayfun ve Deniz. İstanbul’da 30 kişininin selde öldüğünü öğreniyoruz.
Sabah kahvaltısı yine teknede. Bu yıl ekibin seçimi bu, ne yapalım. İki, üç günlük nevale hala bitmedi. Hala yumurta var, hala sucuk var. Çok şükür. Çaylar Esma’dan.



Bugünkü dersimiz telsiz ile ilgili. May Day, Pan Pan ve diğer ışıklı yardım işaretleri ile ilgili konuşuyoruz. Deniz’e dikkatle veriyoruz havai fişekleri. Ne olur ne olmaz.




Bununla da bitmiyor aksilikler. Koydan çıkmadan ana yelkeni açmaya çalıştığımızda Peter bağırıyor: “Stop”. Ana yelkenin halatının yanlış ucunu bağlamış dün akşamki adam. Yelkeni indirip iki ucunu söküp yeniden bağlıyoruz. Sorun yok, yelkeni açıyoruz. Bu kez cenova açılmıyor. Peter, yerlere yatıp onu da hallediyor. Sorunumuz yok. İstikamet, Serçe limanı. Sonrasında da Çiftlik’e kadar gece seyri. Biz istedik.



Sağımız solumuz yelkenli dolu.



Bir ara hücumbotlar geçip gidiyor bizi.
Nazan bugün cezalı. Halatları vinçi kullanmadan roda etmek zorunda. Uzun uzun çalışıyor Nazan.



Öğle yemeğimiz soda ve havuçtan ibaret bugün.




Serçe’de buoya bağlanıyoruz. Makarna yapılıyor teknede nihayet. Öğle yemeğimiz buymuş meğer. Çok da güzel oluyor hani. Sağolasın Esma, ellerine sağlık. Yemek sonrası aşırı rüzgar nedeniyle brifing içeride. Konu, gece seyri kuralları. Herkes kokpitte oturacak, can yeleği giyecek. İçeri girmek isteyen Peter’a haber verecek. Aksi taktirde hoca, bizden biri denize düştü sanacak. Tekne kenarında bir nedenle yürünecekse emniyet halatına kilitlenecek. Işık kesinlikle yakılmayacak. Kafa lambalarımız? Kesinlikle yasak. Dümencinin karanlığa alışacak gözlerini akıalcak bir ışık yarım saatte kör edeceğinden zinhar tüm ışıklar yasak. Hand bearing kumpas nasıl kullanılacak pekiyi. O da fosforlu. Passage plan? Onu da içeride masadaki ufak ışıkla görmek mümkün. Neyse ay doğacak nasılsa birazdan.
Colin ve teknesi de yanıbaşımızda, onlar da gece seyri yapacaklar.





Ana yelken indiriliyor. Sadece cenova açılacak. Hava kararmadan Serçe’den çıkılacak. 2.1 mil sonra bilmem kaç dereceye dönülecek. 2. bilmem kaç mil sonra bearing değişecek. Kadırgaburnu feneri görüldüğünde rotamızda 1 mil daha gidilecek. Derinlik ölçer 1oo m sınırını geçtiğinde kıyıdan yeterince uzakta olduğumuz anlaşılacak. Kıçta Alaburnu feneri görülecek. Vs.
Kısa bir süre sonra Kadırgaburnu feneri görülüyor pruvamızda. Çok kısa bir süre sonra bir fener daha görüyoruz hemen yanında. Göz yanılsaması mı bilemiyoruz. İkisi de 10-15 sn.de 3 kez çakıyorlar. Programımızda böyle bir şey yoktu. Hangisi bizimki, azıcık geriliyoruz. Hava iyice karardı. Ay da çıkmıyor bir türlü. Yıldızlar muhteşem. Sadece motorla gidiyoruz. Dümende önce Nazan, sonra Ümit ağabey.
Gidiyoruz.
Fener’in kaç saniyede bir ve kaç kez çaktığından emin olmamız önemli. Çünkü ona göre kerteriz alıp 4 küsur mil sonra bilmem kaç dereceye döneceğiz. Biz sayıyoruz, 10 sn. çıkıyor, hoca sayıyor, 15 saniye çıkıyor. 15 saniyede bir ardısıra 3 kez çakması lazım. Öbürü de sanki 3 kez çakıyor. İki mi çakıyor yoksa.
İçeri girip haritaya bakmak üzere izin istiyorum. Kadırgaburnu fenerinin arkasında Marmaris girişinde Yıldız adasının güney burnunda bir fener var, ama 10 sn.de bir 2 kez çakıyor. Onu görüyor olmamız mümkün mü acaba? Bir tane Fethiye açıklarında bir sığlıkta fener var. 2 kez çakan. Bir tane onun daha güneyinde bir küçük adacıkta fener var. O da 4 saniyede sadece 1 kez çakıyor. Onu kısa bir süre tanıyoruz zaten. Uzun bir süre motorla gittikten sonra fener sayısı bire düşüyor ve onun da Kadırgaburnu feneri olduğundan emin oluyoruz. Ne kadar önemliymiş bir feneri tanımak karanlıkta. Çok seviyorum o feneri.
Yavaştan yavaştan, Çiftlik olduğunu tahmin ettiğimiz bölgede bir ışık görünüyor. Yeşil. Peter önce bizi bir yokluyor, biz tuzağa düşünce onun bir teknenin starboard navigasyon ışığı olduğunu söylüyor. Yanılmışız. Gece yanılmayacaksın. Biraz daha gittikten sonra yine beyaz bir ışık görüyoruz. Bu sefer tuzağa düşmüyoruz. Ama Çiftlik, orasıymış meğer. Bir süre sonra ışık sayısı ikiye, sonra üçe çıkıyor. Karanlıkta hand bearing kumpas ile bearing ölçmek bana kalıyor. 3550’yi pruvamızda gördüğümüzde 90 derece iskeleye kırıyoruz dümeni. Bu rotayı takip edersek Çiftlik koyuna tam ortasından girmiş olacağız. Önümüzde, tam girişte koca bir ada var, biliyoruz. Ama görmek mümkün değil.
Mümkünmüş meğer. Yaklaşınca karanlığa alışan gözlerimiz adayı da görüyor. Feneri alıp teknenin burnuna gitmek bana düşüyor. İleriyi ve yanlar ışıklandıracağım. Geriye, kokpite doğru tutmak kesinlikle yasak. Peter’ın elinden feneri almak için uzandığımda elim doğrudan açma kapama düğmesine gidiyor ve karanlıkta feneri tutayım derken ışığını açıyorum. Her yer pırıl pırıl oluyor. Tam girişte ne güzel değil mi? Peter da kızıyor zaten, ama ne yapayım kazayla oldu. Kazalar sadece Deniz’e mi mahsus.
İskeleden de fenerle bize yol gösteriyorlar. Tonoz hattını görüyoruz. Önümüzdeki karanlıkta üzerine fenerin ışığını tutunca görünüveren alargadaki tekneler, azıcık yürek hoplatıyor. Aralarından geçip iskeleye kadar yanaşıp sonra geri dönerek uzaklaşıyoruz biraz. Kıçımızı iskeleye verip tornistan ettiğimizde tonozu almak bana ve Deniz’e kalıyor. Başarılı bir şekilde yanaşıyor ve biralarımızı açıyoruz. Saat 23.00. Hoca aşağı iniyor. 22.1 mil hesaplamıştı rotayı. Bakıyoruz, 22.2 mil yol katetmişiz. Alkışlıyoruz Peter’i.
Rahatlıyoruz artık. Dört saatlik gece seyrinde pek çok şey öğrendik. Hiç yelken açmadık ama yine de keyifliydi.

9 Eylül 2009, Cuma
Bugün daha iyiyim. Günlerden Perşembe. Koroner baypas hastamızı başlattık. Sorun yok, ortalık sakin. Diğer odanın hastasının kanları hazır değil, o bekleyecek. Akşam da iki duble yeşil efe, ızgara levrek ve muhabbet ile çok da keyifliydi doğrusu. Nazan’la biraz geçtiğimiz haftayı andık. Yunus abilerle 10 ekimdeki kamp organizasyonunu azıcık şekillendirdik. 22.00 gibi evde, hafif alkollü, Türkiye-Sırbistan maçını seyrettik ailece.
Buralara hala yağmur gelmedi. Güzel bir güne uyanıyoruz yine. Denizin tadına bakmazsak olmaz.
Kahvaltımızı bu kez teknede yapmayacağız. Rafet Baba’ya son kahvaltılık malzemelerimizi götürüyoruz. Onlar da bize güzel omletler yapıyorlar. Keyifli bir kahvaltının ardından gitme vakti geliyor. Ne kötü. Bitti işte. Dönüyoruz.


Peter, teşekkür ediyor bizlere. Biz de ona. Tekneyi tek parça halinde geri getirmeyi başardığımız için mutlu olduğunu söylüyor. Deniz, “daha altı saatimiz var” deyince gülüyoruz.



Marmaris’e yaklaştığımızda man over board ve heave to çalışması yapacağız ama rüzgar pek izin vermiyor. Bulutlar da iyice kararınca Marmaris’e dönmeye karar veriyoruz.




Ekibimizin kuru hallerinin son fotoğraflarını çekiyorum.



Dümende Ümit abi varken hala yağmur yok.



Geçen sefer yelken yaparak geçtiğimiz boğazı bu kez, ciddi yağmur altında ve motorla geçmeye çalışıyoruz.



Yağmur, nihayet buralara da geldi. Bardaktan değil, kovadan boşanırcasına üzerimize dökülüyor.




Nazan, ısrarla dümeni bırakmıyor. “Git pantolon geçir ayağına” diyoruz, yok diyor, Marinaya ben gireceğim diye tutturuyor, bacakları buz kesmişken.
Sorunsuz bir şekilde yanaşıyoruz pontona ve kıçtan kara bağlanıyoruz.


Brifing zamanı. Peter, karnelerimizi işliyor. Bana, Nazan’a ve Ümit ağabeye day skipper, Esma ve Deniz’e Competent Crew sertifikalarını veriyor. Geri bildirimler bolca. Teşekkürler de öyle. Fotoğraflar çekiliyor ve Peter’in yaşadığı tekneyi ziyarete gidiliyor.
Tekne, bir cetch.



İçi de çok güzel döşenmiş, her şey var, klima bile. Deniz’i uyarıyor hoca dikkatli olması için. Tekne, kendi teknesi çünkü, kıyamaz.




Tekrar teşekkür edip tekneye dönüyoruz. Son sohbetler sonrası Deniz ayrılıyor.





Akşamüstü 7 gibi, Marmaris’e akıyoruz. Yağmur da tepemize akıyor zaman zaman. 20.00 gibi yine Neighbourgh’dayız. Mezeler yine çok lezzetli, Sohbet de öyle. Arada bir yağmur atıştırsa da kısa kollular ile oturabiliyoruz çokça.
Gece 12 gibi yattığımızda yağmur yeniden tepemize bindiriyor. Şimşekler gökgürültüleri, gözüm kapalı iken, şimşek çakması ile irisimin küçüldüğünü görebiliyorum.
Arada bir tepemizdeki hetch’den damlayan yağmur suları. Kaçta duruyor yağmur, ya da duruyor mu bilmiyorum, ama ertesi sabah kalktığımızda çok az nefes aldırıyor bize, taksiye eşyalarımızı atana kadar.
Geride tekneyi ve Nazan’ı bırakıp otogara yönleniyoruz.
Yine bitti. Seneye görüşürüz inşallah.